Bismillahirrahmanirrahim.
Hamd
Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teala'ya, Salat ve Selam
peygamberlerin efendisi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e
ve ihsan ile O'na tabi olanların üzerine olsun.
Ankara
2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı’na
İddia
makamının hazırlamış olduğu mütalaasında yer verdiği,
Hizb-ut Tahrir'in anayasada belirtilen; Cumhuriyetin
niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini
değiştirerek yerine İslam'ı esas alan Raşidi Hilafet
Devleti'ni kurmak için çalıştığı iddiası doğrudur.
Hizb-ut Tahrir'in terör vasıflandırmasından tümüyle uzak,
yalnızca fikri ve siyasi mücadele yoluyla, İslam'la yöneterek,
bütün Müslümanları çatısı altında birleştirecek olan
Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışan, siyasi bir parti
olduğunu bende mahkemenize daha vermiş olduğum savunmamda
ifade etmiştim.
Ancak
iddia makamının, "Hizb-ut Tahrir'in halkın dini
duygularını istismar ettiği, halkın birlik ve bütünlüğünü
bozmaya çalıştığı, kimin tarafından idare edildiğinin
belli olmadığı, bir fitne ve fesat hareketi olduğu, bir terör
örgütü olduğu" şeklindeki iddiaları gerçekle ilgisi
olmayan, tümüyle asılsız ve hukuk dışı iddialardır. Bu
iddialara açıklık getirmek benim için bir zorunluluk olmuştur.
Hizb-ut
Tahrir, sömürgeci kafir batı dünyasından ithal edilen,
demokrasi ve laiklik gibi küfür fikirleri ile zihinleri ve
hayatları kirletilen, İslam'dan uzaklaştırılan Müslümanları
kendi bünyesinde İslam kültürü ile kültürlendirir.
Küfür
fikirleri ile kirletilen yaşantı ve zihinleri İslam'la
temizleyip, ardından bünyesine aldığı bu kişileri sadece
Allah'a teslim olan ve yalnızca Allah'a itaat eden seçkin
birer İslami şahsiyete dönüştürmeye çalışır. Hem bünyesine
aldığı bu kişileri, hem de yayınlamış olduğu kitap,
bildiri gibi yollarla ulaştığı Müslüman halkı, üzerine
tatbik edilen kanun ve nizamların, küfür kanunları ve
nizamları olduğunu, bu kanun ve nizamlarla yönetilmelerinin
İslam'a göre haram olduğunu, bu kanun, nizamları uygulayan yöneticilere
itaat etmenin caiz olmadığını açıklar. Toplumda İslamî
hayatın olmasının ancak ve ancak Allah'ın indirdiği hükümlere
göre yönetilmekle mümkün olacağını ve bu yönetimi tesis
etmek için siyasi bir faaliyet yürütmenin farz olduğunu
beyan eder.
Ancak,
Hizb-ut Tahrir'in bu faaliyeti iddia edildiği gibi halkın dini
duygularını istismar etme değildir. İslam'ın tespit ettiği
şekilde ve bunun adı İslam davetini taşıma farziyetidir.
Hizb-ut Tahrir halkın dini duygularını istismar etmekten
fersah fersah uzaktır. Oysa ki; halkın dini duygularını
istismar edenler gerçekte Türkiye Cumhuriyeti ve yöneticileri
değil midir? Bir taraftan inançlarından dolayı başını
örten imam hatip liseli on binlerce kız öğrencinin
başlarındaki örtü nedeniyle okullara girmesini engellemek,
diğer taraftan enflasyonla mücadeledeki başarısızlığından
dolayı aynı inancı kullanarak camilerde dolar hutbesi
okutturmak, halkın dini duygularını istismar değil midir?
Halkın kurban derilerini nereye vereceklerine dair genelge çıkarması,
Ramazanlarda okullarda öğrencilere fitre zekat zarfları
dağıtması, laik olduğunu iddia ettiği halde Diyanet
İşleri Başkanlığı'nı kullanarak İslam dinini ve halka
ait olan camileri kontrol altında tutmaya çalışması dini
duyguları istismar değil midir? Türkiye Cumhuriyeti ve
yöneticilerinin din istismarcıları olduğuna dair bunlar gibi
daha yüzlerce örnek verilebilir.
Hizb-ut
Tahrir'in, dünyadaki Müslümanları tek bir Hilafet çatısı
altında birleştirmeyi amaç edindiğini mütalaasında
belirten iddia makamının, aynı mütalaada Hizb-ut Tahrir'in
halkın birlik ve bütünlüğünü bozmaya yönelik bir hareket
olduğuna yer vermesi kadar anlamsız bir iddia olamaz. Aynı
zamanda bu iddia kendi içinde izahı mümkün olmayan bir çelişkiyi
de ifade etmektedir.
Raşidi
Hilafet Devleti, Allah Rasulünün vefatına müteakip geçen 13
asır boyunca dünyanın en seçkin medeniyeti olarak varlığını
sürdürmüştür. Yönettiği 25 milyon kilometre karelik
muazzam coğrafyada çok farklı etnik kökene, dile ve
kültüre sahip bir çok halkı çatısı altında yüzlerce yıl
bir arada uyum içinde tutabilmiştir. Müslümanları
birleştiren ve bütünleştiren Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışmayı,
birlik ve bütünlüğü bozmaya yönelik bir hareket olarak
nitelemek kadar gerçek dışı bir iddiaya muhalefet
kaldığımı üzülerek belirtmeliyim.
Hizb-ut
Tahrir'in dava dosyası içeriğinde olmasına rağmen kimin
tarafından idare edildiğinin belli olmadığı iddiasına
gelince; Hizb-ut Tahrir -Allah Rahmet etsin- Takiyyuddin En
Nebhani tarafından kurulmuştur. Hali hazırda -Allah ondan
razı olsun- Abdulkadim Zellum tarafından yönetilmektedir.
Üyeleri de Müslüman halkın içinden çıkmış nezih ve seçkin
İslami şahsiyetlerdir.
Tunus'tan
Mısır'a kadar, Türkiye'den Ürdün’e, Özbekistan'a,
Pakistan'a, Endonezya ve Malezya'ya kadar birçok Müslüman
ülkede, bu ülke yönetim ve iktidarlarına son vererek Raşidi
Hilafeti kurmaya çalışan, İslam'a göre yasal, ancak bu
ülke kanunlarına göre yasadışı kabul edilen bir siyasi
parti olarak Hizb-ut Tahrir'in düşünce ve hareketlerinin
kaynağı yalnızca Allah'ın Kitabı ve Rasulünün
sünnetidir. Bunun dışında hiçbir devlet, kurum yada kuruluşla
hiçbir ilgisi yoktur. Hizb-ut Tahrir'in kurucusu, yöneticisi,
ideolojisi, fikir ve çözümleri, hedef, metod ve faaliyeti açık
ve net olarak bellidir ve bütün dünya tarafından da
bilinmektedir. Hizb-ut Tahrir'le ilgili yapılan mastır ve
doktora düzeyindeki yayımlanmış bilimsel çalışmalarda bu
bilgiler açıklıkla yer almaktadır.
Gerçekte
belli olmayan ve halktan gizlenen ise; T.C.'nin asıl yöneticileridir.
Kimlerdir bu yöneticiler? IMF mi, AB mi, ABD mi, derin devlet
mi? İdeolojisi nedir? Kapitalizm mi, Faşizmi mi, Sosyalizm mi,
Liberalizm mi, despotizm mi? Hangisidir?
Hizb-ut
Tahrir'in bir fitne fesat hareketi olduğu iddiası da tümüyle
asılsız ve gerçek dışıdır. Allah-u Teala kimlerin fitne
ve fesatçı olduğunu bir çok ayette açıklamıştır. Ben
sadece ikisini vermekle yetineceğim. Ayette Yüce Allah şöyle
buyuruyor:
“Firavn:
Bırakın beni dedi; Musa'yı öldüreyim. Kurtarabilirse
Rabbine yalvarsın. Çünkü ben O'nun dininizi değiştireceğinden
yahut ülkenizde fesat çıkaracağından korkuyorum.” [Mu’min
26]
Sad
Suresi 28. ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Yoksa
biz, iman edipte salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar
gibi mi tutacağız? Yoksa Allah’a karşı gelmekten
sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?”
Ayetlerden
anlaşıldığı gibi; fitne ve fesat kavramları
durulan yere ve bakış açısına göre değişmektedir.
Firavun ve Firavun gibilerine göre peygamberler fitne ve fesat
çıkarmakla itham edilmişlerdir. Allah ve Resulü ise; Allah'ın
indirdiği hükümlere itaat etmemeyi, insanları Allah'ın
dininden alıkoymaya çalışmayı, İslam'ın hükümlerinin
uygulanmasına karşı çıkmayı fitne ve fesat olarak
nitelemiştir. Gerçek fitne ve fesatçılar; insanları Allah
ve Rasulü’ne itaatten alıkoyanlar, İslami hükümlerin
uygulanmasına karşı çıkanlar ve İslam'ın küfür
fikirleri ve sistemleri olarak kabul ettiği; demokrasi,
laiklik, kapitalizm gibi sistemleri Müslümanlara zorla tatbik
edenlerdir. Gerçek fitne ve fesatçılar; çıkarmış olduğu
kanunlarla, sırf Allah'a davet ettiklerinden dolayı Müslümanları
yakalayıp, işkence yapan ve acımasızca tabutluk olarak
nitelenen zindanlara atan yönetimlerdir. İslam'ın bulunduğu
yerde fitne ve fesat olamaz. İslam ile fitne ve fesatçılık;
gece ile gündüz, aydınlık ile karanlık, sıcak ile soğuk
ve hayat ile ölüm gibidir. Birinin var olduğu yerde diğeri
var olamaz. Şu halde İslam'ı esas alan Hizb-ut Tahrir iddia
edildiğinin aksine fitne ve fesadı yok etme hareketidir.
Sovyetler
Birliği'nin 1990'da dağılmasıyla birlikte düşmansız kalan
sömürgeci kafir batı dünyası, ihtiyacı olan yeni bir düşman
olarak İslam'ı seçmiştir. Özellikle 1990'lı yıllardan
itibaren bütün dünyada İslam bir terör dini, müslümanlar
da terörist olarak takdim edilmeye başlanmış, terörle
mücadele bahanesi adı altında İslam'a ve Müslümanlara karşı
örtülü bir savaş başlatılmıştır. Kurulduğu günden
beri sömürgeci kafir batının peşinden ayrılmayan ve
batının her isteğini yerine getirmeyi kendine görev kabul
eden Türkiye Cumhuriyeti de bu küresel oyunun bir parçası
olmayı hemen benimseyerek uygulamaya koymuştur. Müslümanların
yaşadığı bütün memleketlerde, yalnızca müslümanlar
için, terörle mücadele adı altında kanunlar çıkartılarak
yürürlüğe konmuştur.
Şu
anda, terörle zerre kadar ilgisi bulunmayan sadece fikri ve
siyasi faaliyetle Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışan
Hizb-ut Tahrir'in üyesi, benim gibi Müslümanların, terörle
mücadele kanunu kapsamında yakalanıp, tutuklanmasına ve
yargılanmasının başkaca bir izahı da mümkün değildir.
Hizb-ut
Tahrir'in benimsediği fikir, görüş, çözüm ve faaliyetleri
tümüyle İslam'dan kaynaklanmaktadır. İslam'a zıt hiçbir
bir fikir ve görüşü olmadığında tereddüt dahi edilemez.
Ne Türkiye Cumhuriyeti, ne de diğer devletler Hizb-ut
Tahrir'in benimsemiş olduğu fikir, görüş, çözüm ve
faaliyetlerin İslamî olmadığını ortaya koyamamışlar, bu
konuda tek bir delil dahi gösterememişlerdir. Halbuki ben,
sizlere Türkiye Cumhuriyeti'nin İslam'a karşı olduğuna dair
yüzlerce örnek gösterebilirim. Şu anda mahkemenizde görülen
Hizb-ut Tahrir davası bunu ifade için son derece yeterli bir
örnek değil midir? Şayet Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri
ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının uygulayıcıları
İslam'a karşı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, Hizb-ut
Tahrir'in fikir, görüş ve faaliyetin İslami olmadığına
dair haydi tek bir delil göstersinler! Eğer bunu
yapamıyorlarsa, bu durum şahsım ve partim Hizb-ut Tahrir
nezdinde İslam'ın sanık sandalyesine oturtulmak istenmesi
değil midir? Taşıdığım fikir ve görüşlerin İslamî
fikir ve görüşler olduğunu her platformda herkesle
tartışmaya ve İslam'dan olduğunu ispatlamaya hazırım.
İddia
makamı hakkımdaki ceza talebini kamu adına talep etmektedir.
Kamu adına aynı hassasiyet, halkı ABD'nin, IMF'nin, AB'nin kölesi
haline getiren Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin halkın
parasını bin bir türlü yöntemle hortumlayanlara, yoksuzluk
yapanlara, bankaların içini boşaltanlara karşı niçin
gösterilmemektedir. Aynı hassasiyet, niçin bu ülkenin
gerçek sahiplerini öz yurdunda parya konumuna düşürenler
hakkında gösterilmemektedir.
Dava
konusu iddianame ve mütalaa tümüyle hukuki prensiplere aykırı
olarak 3713 sayılı yasanın terörü tarif eden maddesi göz
ardı edilerek hazırlanmıştır. İddia makamının kişisel
kanaatlerine, zorlama yorumlarına ve sübjektif değerlendirmelerine
dayalı hukuk dışı bütün iddialarını reddediyorum.
Mahkemenizin,
iddia makamının tümüyle asılsız, gerçek ve hukuk dışı,
somut delile dayanmayan suçlamalarını hukuka riayet ederek
değerlendirmesini bekliyor, serbest bırakılmayı talep
ediyorum.
|