Ana Sayfa YIL 13   SAYI 149   SAFER 1423   MAYIS 2002 E-Mail

Hizb-ut Tahrir Davasından Yargılanan REMZİ ÖZER'İN Ankara 2 No'lu Devlet Güvenlik Mahkemesine Okumuş ve Vermiş Olduğu İkinci Savunmasının Metnidir.

Remzi ÖZER

Bismillahirrahmanirrahim.

Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah Subhanehu ve Teala'ya, Salat ve Selam peygamberlerin efendisi Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e ve ihsan ile O'na tabi olanların üzerine olsun.

Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi Başkanlığı’na

İddia makamının hazırlamış olduğu mütalaasında yer verdiği, Hizb-ut Tahrir'in anayasada belirtilen; Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzenini değiştirerek yerine İslam'ı esas alan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalıştığı iddiası doğrudur. Hizb-ut Tahrir'in terör vasıflandırmasından tümüyle uzak, yalnızca fikri ve siyasi mücadele yoluyla, İslam'la yöneterek, bütün Müslümanları çatısı altında birleştirecek olan Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışan, siyasi bir parti olduğunu bende mahkemenize daha vermiş olduğum savunmamda ifade etmiştim.

Ancak iddia makamının, "Hizb-ut Tahrir'in halkın dini duygularını istismar ettiği, halkın birlik ve bütünlüğünü bozmaya çalıştığı, kimin tarafından idare edildiğinin belli olmadığı, bir fitne ve fesat hareketi olduğu, bir terör örgütü olduğu" şeklindeki iddiaları gerçekle ilgisi olmayan, tümüyle asılsız ve hukuk dışı iddialardır. Bu iddialara açıklık getirmek benim için bir zorunluluk olmuştur.

Hizb-ut Tahrir, sömürgeci kafir batı dünyasından ithal edilen, demokrasi ve laiklik gibi küfür fikirleri ile zihinleri ve hayatları kirletilen, İslam'dan uzaklaştırılan Müslümanları kendi bünyesinde İslam kültürü ile kültürlendirir.

Küfür fikirleri ile kirletilen yaşantı ve zihinleri İslam'la temizleyip, ardından bünyesine aldığı bu kişileri sadece Allah'a teslim olan ve yalnızca Allah'a itaat eden seçkin birer İslami şahsiyete dönüştürmeye çalışır. Hem bünyesine aldığı bu kişileri, hem de yayınlamış olduğu kitap, bildiri gibi yollarla ulaştığı Müslüman halkı, üzerine tatbik edilen kanun ve nizamların, küfür kanunları ve nizamları olduğunu, bu kanun ve nizamlarla yönetilmelerinin İslam'a göre haram olduğunu, bu kanun, nizamları uygulayan yöneticilere itaat etmenin caiz olmadığını açıklar. Toplumda İslamî hayatın olmasının ancak ve ancak Allah'ın indirdiği hükümlere göre yönetilmekle mümkün olacağını ve bu yönetimi tesis etmek için siyasi bir faaliyet yürütmenin farz olduğunu beyan eder.

Ancak, Hizb-ut Tahrir'in bu faaliyeti iddia edildiği gibi halkın dini duygularını istismar etme değildir. İslam'ın tespit ettiği şekilde ve bunun adı İslam davetini taşıma farziyetidir. Hizb-ut Tahrir halkın dini duygularını istismar etmekten fersah fersah uzaktır. Oysa ki; halkın dini duygularını istismar edenler gerçekte Türkiye Cumhuriyeti ve yöneticileri değil midir? Bir taraftan inançlarından dolayı başını örten imam hatip liseli on binlerce kız öğrencinin başlarındaki örtü nedeniyle okullara girmesini engellemek, diğer taraftan enflasyonla mücadeledeki başarısızlığından dolayı aynı inancı kullanarak camilerde dolar hutbesi okutturmak, halkın dini duygularını istismar değil midir? Halkın kurban derilerini nereye vereceklerine dair genelge çıkarması, Ramazanlarda okullarda öğrencilere fitre zekat zarfları dağıtması, laik olduğunu iddia ettiği halde Diyanet İşleri Başkanlığı'nı kullanarak İslam dinini ve halka ait olan camileri kontrol altında tutmaya çalışması dini duyguları istismar değil midir? Türkiye Cumhuriyeti ve yöneticilerinin din istismarcıları olduğuna dair bunlar gibi daha yüzlerce örnek verilebilir.

Hizb-ut Tahrir'in, dünyadaki Müslümanları tek bir Hilafet çatısı altında birleştirmeyi amaç edindiğini mütalaasında belirten iddia makamının, aynı mütalaada Hizb-ut Tahrir'in halkın birlik ve bütünlüğünü bozmaya yönelik bir hareket olduğuna yer vermesi kadar anlamsız bir iddia olamaz. Aynı zamanda bu iddia kendi içinde izahı mümkün olmayan bir çelişkiyi de ifade etmektedir.

Raşidi Hilafet Devleti, Allah Rasulünün vefatına müteakip geçen 13 asır boyunca dünyanın en seçkin medeniyeti olarak varlığını sürdürmüştür. Yönettiği 25 milyon kilometre karelik muazzam coğrafyada çok farklı etnik kökene, dile ve kültüre sahip bir çok halkı çatısı altında yüzlerce yıl bir arada uyum içinde tutabilmiştir. Müslümanları birleştiren ve bütünleştiren Hilafet Devleti'ni kurmaya çalışmayı, birlik ve bütünlüğü bozmaya yönelik bir hareket olarak nitelemek kadar gerçek dışı bir iddiaya muhalefet kaldığımı üzülerek belirtmeliyim.

Hizb-ut Tahrir'in dava dosyası içeriğinde olmasına rağmen kimin tarafından idare edildiğinin belli olmadığı iddiasına gelince; Hizb-ut Tahrir -Allah Rahmet etsin- Takiyyuddin En Nebhani tarafından kurulmuştur. Hali hazırda -Allah ondan razı olsun- Abdulkadim Zellum tarafından yönetilmektedir. Üyeleri de Müslüman halkın içinden çıkmış nezih ve seçkin İslami şahsiyetlerdir.

Tunus'tan Mısır'a kadar, Türkiye'den Ürdün’e, Özbekistan'a, Pakistan'a, Endonezya ve Malezya'ya kadar birçok Müslüman ülkede, bu ülke yönetim ve iktidarlarına son vererek Raşidi Hilafeti kurmaya çalışan, İslam'a göre yasal, ancak bu ülke kanunlarına göre yasadışı kabul edilen bir siyasi parti olarak Hizb-ut Tahrir'in düşünce ve hareketlerinin kaynağı yalnızca Allah'ın Kitabı ve Rasulünün sünnetidir. Bunun dışında hiçbir devlet, kurum yada kuruluşla hiçbir ilgisi yoktur. Hizb-ut Tahrir'in kurucusu, yöneticisi, ideolojisi, fikir ve çözümleri, hedef, metod ve faaliyeti açık ve net olarak bellidir ve bütün dünya tarafından da bilinmektedir. Hizb-ut Tahrir'le ilgili yapılan mastır ve doktora düzeyindeki yayımlanmış bilimsel çalışmalarda bu bilgiler açıklıkla yer almaktadır.

Gerçekte belli olmayan ve halktan gizlenen ise; T.C.'nin asıl yöneticileridir. Kimlerdir bu yöneticiler? IMF mi, AB mi, ABD mi, derin devlet mi? İdeolojisi nedir? Kapitalizm mi, Faşizmi mi, Sosyalizm mi, Liberalizm mi, despotizm mi? Hangisidir?

Hizb-ut Tahrir'in bir fitne fesat hareketi olduğu iddiası da tümüyle asılsız ve gerçek dışıdır. Allah-u Teala kimlerin fitne ve fesatçı olduğunu bir çok ayette açıklamıştır. Ben sadece ikisini vermekle yetineceğim. Ayette Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“Firavn: Bırakın beni dedi; Musa'yı öldüreyim. Kurtarabilirse Rabbine yalvarsın. Çünkü ben O'nun dininizi değiştireceğinden yahut ülkenizde fesat çıkaracağından korkuyorum.” [Mu’min 26]

Sad Suresi 28. ayette Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

“Yoksa biz, iman edipte salih amel işleyenleri yeryüzünde fesat çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yoksa Allah’a karşı gelmekten sakınanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutarız?”

Ayetlerden anlaşıldığı gibi; fitne ve fesat kavramları durulan yere ve bakış açısına göre değişmektedir. Firavun ve Firavun gibilerine göre peygamberler fitne ve fesat çıkarmakla itham edilmişlerdir. Allah ve Resulü ise; Allah'ın indirdiği hükümlere itaat etmemeyi, insanları Allah'ın dininden alıkoymaya çalışmayı, İslam'ın hükümlerinin uygulanmasına karşı çıkmayı fitne ve fesat olarak nitelemiştir. Gerçek fitne ve fesatçılar; insanları Allah ve Rasulü’ne itaatten alıkoyanlar, İslami hükümlerin uygulanmasına karşı çıkanlar ve İslam'ın küfür fikirleri ve sistemleri olarak kabul ettiği; demokrasi, laiklik, kapitalizm gibi sistemleri Müslümanlara zorla tatbik edenlerdir. Gerçek fitne ve fesatçılar; çıkarmış olduğu kanunlarla, sırf Allah'a davet ettiklerinden dolayı Müslümanları yakalayıp, işkence yapan ve acımasızca tabutluk olarak nitelenen zindanlara atan yönetimlerdir. İslam'ın bulunduğu yerde fitne ve fesat olamaz. İslam ile fitne ve fesatçılık; gece ile gündüz, aydınlık ile karanlık, sıcak ile soğuk ve hayat ile ölüm gibidir. Birinin var olduğu yerde diğeri var olamaz. Şu halde İslam'ı esas alan Hizb-ut Tahrir iddia edildiğinin aksine fitne ve fesadı yok etme hareketidir.

Sovyetler Birliği'nin 1990'da dağılmasıyla birlikte düşmansız kalan sömürgeci kafir batı dünyası, ihtiyacı olan yeni bir düşman olarak İslam'ı seçmiştir. Özellikle 1990'lı yıllardan itibaren bütün dünyada İslam bir terör dini, müslümanlar da terörist olarak takdim edilmeye başlanmış, terörle mücadele bahanesi adı altında İslam'a ve Müslümanlara karşı örtülü bir savaş başlatılmıştır. Kurulduğu günden beri sömürgeci kafir batının peşinden ayrılmayan ve batının her isteğini yerine getirmeyi kendine görev kabul eden Türkiye Cumhuriyeti de bu küresel oyunun bir parçası olmayı hemen benimseyerek uygulamaya koymuştur. Müslümanların yaşadığı bütün memleketlerde, yalnızca müslümanlar için, terörle mücadele adı altında kanunlar çıkartılarak yürürlüğe konmuştur.

Şu anda, terörle zerre kadar ilgisi bulunmayan sadece fikri ve siyasi faaliyetle Raşidi Hilafet Devleti'ni kurmak için çalışan Hizb-ut Tahrir'in üyesi, benim gibi Müslümanların, terörle mücadele kanunu kapsamında yakalanıp, tutuklanmasına ve yargılanmasının başkaca bir izahı da mümkün değildir.

Hizb-ut Tahrir'in benimsediği fikir, görüş, çözüm ve faaliyetleri tümüyle İslam'dan kaynaklanmaktadır. İslam'a zıt hiçbir bir fikir ve görüşü olmadığında tereddüt dahi edilemez. Ne Türkiye Cumhuriyeti, ne de diğer devletler Hizb-ut Tahrir'in benimsemiş olduğu fikir, görüş, çözüm ve faaliyetlerin İslamî olmadığını ortaya koyamamışlar, bu konuda tek bir delil dahi gösterememişlerdir. Halbuki ben, sizlere Türkiye Cumhuriyeti'nin İslam'a karşı olduğuna dair yüzlerce örnek gösterebilirim. Şu anda mahkemenizde görülen Hizb-ut Tahrir davası bunu ifade için son derece yeterli bir örnek değil midir? Şayet Türkiye Cumhuriyeti yöneticileri ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarının uygulayıcıları İslam'a karşı olmadıklarını iddia ediyorlarsa, Hizb-ut Tahrir'in fikir, görüş ve faaliyetin İslami olmadığına dair haydi tek bir delil göstersinler! Eğer bunu yapamıyorlarsa, bu durum şahsım ve partim Hizb-ut Tahrir nezdinde İslam'ın sanık sandalyesine oturtulmak istenmesi değil midir? Taşıdığım fikir ve görüşlerin İslamî fikir ve görüşler olduğunu her platformda herkesle tartışmaya ve İslam'dan olduğunu ispatlamaya hazırım.

İddia makamı hakkımdaki ceza talebini kamu adına talep etmektedir. Kamu adına aynı hassasiyet, halkı ABD'nin, IMF'nin, AB'nin kölesi haline getiren Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin halkın parasını bin bir türlü yöntemle hortumlayanlara, yoksuzluk yapanlara, bankaların içini boşaltanlara karşı niçin gösterilmemektedir. Aynı hassasiyet, niçin bu ülkenin gerçek sahiplerini öz yurdunda parya konumuna düşürenler hakkında gösterilmemektedir.

Dava konusu iddianame ve mütalaa tümüyle hukuki prensiplere aykırı olarak 3713 sayılı yasanın terörü tarif eden maddesi göz ardı edilerek hazırlanmıştır. İddia makamının kişisel kanaatlerine, zorlama yorumlarına ve sübjektif değerlendirmelerine dayalı hukuk dışı bütün iddialarını reddediyorum.

Mahkemenizin, iddia makamının tümüyle asılsız, gerçek ve hukuk dışı, somut delile dayanmayan suçlamalarını hukuka riayet ederek değerlendirmesini bekliyor, serbest bırakılmayı talep ediyorum.

YIL 13  SAYI 149  SAFER 1422  MAYIS 2002

Yukarı