Ana Sayfa YIL 13   SAYI 152   C.EVVEL 1423   AĞUSTOS 2002 E-Mail

FİKİR VE AYDIN FİKİR

Muhammed E. ZİYA

Her akide fikirle, doğru akide ise aydın fikirle oluşur.

Fikir olmadan akide, akide olmadan ise iman olamaz. Fikir iman konusunda daha esastır.

Akledip fikredemeyenler iman etmekten sorumlu değildirler. (Çocuklar, deliler, mecnunlar ve hayvanlar gibi).

Akletme, fikretme, idrak olgusu sadece insanlara mahsustur. Hitab-ı İlahi’de, akledip, fikredip idrak edebilen insanlaradır.

Allah (c.c.) insanların yanlış inanç, düşünce ve zihniyette olanların hatalarını fikirle düzeltmelerini istediğinin işaretleri bazı ayetlerde;

“Tefekkür edip düşünen bir kavim için biz ayetlerimizi böyle açıklarız” (En’âm 126)

“Bu böyle tefekkür edip düşünen bir kavim için bir ayet bir ibrettir” (Nahl 11)

“Umulur ki onlar tefekkür edip düşünürler” (En’am 151) ayetlerinde açıkça görülmektedir.

Yanlış anlayış ve düşüncelerin fikirle düzeltilme yoluna gidilmesini de vurguluyor. (Araf 176) cı ayette dünyaya meyledip hevai heveslerine uyup Allah’ın ayetlerini yalanlayanların durumu bir köpeğin durumuna benzetiliyor. Bu kötü duruma düşmemeleri için kıssa anlatılarak tefekkür etmeleri vurgulanıyor. Konu ile ilgili tüm ayet ve hadisi şeriflerden fikrin temel bir şey olduğu anlaşılıyor. İşlerini yapıp yürütmeleri, tutum ve davranışları, insanların taşıdıkları fikirlerin belirtileridir. İnsanın yaşantı tarzını şekillendiren taşıdığı fikirlerdir. Fikri yapısının değişmesi ile yaşantı tarzı da değişecektir. Örneğin gayri İslami fikirde olup, İslam hayatının dışında bir yaşantı sürdürenler, zihnen İslama yönelince yaşantılarını da tabiî olarak kolayca değiştirip, İslama göre bir şahsiyet kazanmaya başlayacaklardır. Meşhur bir örnek, Hz. Ömer’in durumu...

Hz. Ömer Müslüman olmadığı zamanlar bütün gücü ve her yönüyle İslam dışı hayatını sürdürüyor, diğer insanları da kendi inanç ve zihniyeti doğrultusunda yaşamaya zorluyordu. İşte bu hiddetli, şiddetli, heybetli Ömer zorla Müslümanları değiştirip, kendilerine çevirme amacıyla, peygamber efendimizi öldürmeye giderken kız kardeşi Fatıma ile eniştesi Sait Bin Zeyd’in de Müslüman olduklarını öğrendi. Ve onların evine gitti. Onları çevirmek için zorladı. Onları tokatlayıp el ve yüzlerini kan içinde bıraktı. Yere düşürdü. Bu durumda kız kardeşi Fatıma: “Ey şiddetli ve cesâretli kardeşim Ömer, sakin ol. Şöyle bir oturuver. Kız kardeşin ve enişteni niçin tokatladığını düşün. Biz hakka hukuka tecavüz etmedik. Hiçbir kimseye de zarar vermedik. Biz bu varlığın sahibi olan Allah’a (c.c.) inandık. Senin de bizim gibi inanman gerektiğini iyice bir düşün.” derler. Yani Ömer’i düşünmeye davet ederler. Kuran’dan özellikle Taha suresinin bazı ayetlerini ona okurlar. Bu ayetler Ömer’i düşünmeye sevk eder. İyice düşündükten sonra İslâm’ı kabul eder.

Hz. Ömer’in şirke dayanan inanç ve yaşantısından değiştiren fikir olmuştur. Tüm insanları kapitalist, ateist, hayatı yaşamaktan İslâm’a döndürecek olan da ancak fikirdir.

İnsanın fikri yapısı değişmeden hayat tarzı da değişmez. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Gerçek şu ki bir topluluk kendi nefsinde (fikirlerini) olanı değiştirmedikçe Allah da onların hallerini değiştirmez.” (Ra’d 11)

İnsan dünyaya geldiği günden bu güne kadar bu hep böyle olmuştur. Ve tabii olarak da böyle devam edecektir. Yani insanların görünen hayat tarzları, taşıdığı fikrî yapısının bir kopyasıdır.

İnsanların fikrî yapıları değişmeden, yaşantılarının değişmeyeceği Kitap ve Sünnetin bildirdiği değişmeyen bir gerçek, yani Sünnetûllahtır.

Yaptırım gücü yani otoritenin elde olmadığı zaman insanları değiştirmenin yolu da, (metodu da) budur, fikri metoddur.

İnsanların önce fikri yapılarını değiştirmeye çalışmak; hem toplumu değiştirme metodunun aslı, hem de daha etkilidir.

Resûlullah (sav) ve ashabı kiram Mekke döneminde 13 yıl, otorite, yaptırım gücü ellerinde olmadığı zamanlar, şirk düzenini değiştirmede fikrî metodu kullanmışlardır.

1. Hayat, kâinat ve insanın ne ve nasıl oluştukları,

2. Bunların öncesi ve sonrasının ne olduğu,

3. Bunların öncesi ve sonrası ile insanın alakasının ne olduğu hakkında fikir ortaya koyup, insanları bu hususta düşündürme ve ikna etme yoluyla hareket etmişlerdir. Resûlullah gerek Mekke sakinlerine, gerek panayırdaki insan topluluklarına ve gerekse kabile başkanlarına korumasız ve silahsız gitmiş, yüklediği mesajı, fikri sunmuş ve düşünmelerini teşvik etmiştir.

İslamı tanıtıp, otoriteyi ele geçirmek için Medine’ye gönderdiği Mus’ab İbni Umeyr de aynı şekilde harekat etmiştir. Bu cümleden olarak Medine’de kabile reisi Sa’d’a İslamı tanıtmak için, şehrin dışındaki hurma bahçesine gidip, orada sohbet ederken kendisini ve yanında bulunan Esad İbni Zürareyi ölümle tehdit eden Sa’d’a: “Hele bir otur, sakin ol. Bizi bir dinle, düşün. Yanlış, hatalı bir şey yapıyorsak bizi ikaz et. Hata üzerinde ısrar edersek o zaman gerekli gördüğünü yap. Dinle, düşün. Söylediklerimiz doğru ise kendi iradenle al kabul et” diyorlardı. O da oturup dinledi, düşündü. Doğru olduklarını kabul etti. Ve kabile fertlerine aynı şekilde serbest, hür iradeleriyle düşünüp, aklederek kabul etmeleri tavsiyesinde bulundu. Rivayete göre 70 kişi İslâm’ı kabul etti. İşte o ortamda bu metodu yani düşündürerek ikna metodu sonucu, zafere ulaşıldı.

Resûlullah, değişmesi istenen yanlışları olduğu gibi ortaya koyup dile getiriyordu. Müşriklerin en çok değer verdiği, kutsal saydığı değerlerin üzerlerine gidiyor, ilah diye taptıkları, kutsadıkları put ve şekillerin boş şeyler olduğunu, bunlara inanıp takdis etmenin saçmalığını, liderlerinin insanları kandırıp sömüren, haksızlık yapan, yalancı kimseler olduğunu söylüyordu. Düşünerek ve anlayarak hareket etmelerini söylüyordu. Değiştirme misyonunu yürütürken yanlışları, geçici olsa dahi, doğru demiyordu. Çünkü değişmesi gereken yanlışa, geçici niyetiyle de olsa doğru denirse, o yanlış değişmeyeceği gibi meşrûluk kazanarak daha da güçlenir.

Hayrın Allah’ın hayır, şerrin ise Allah’ın şer olarak nitelendirdikleri olduğunu net ve tavizsiz olarak gösteriyordu. Allah (c.c.) hayır dediği hayr, şer dediği ise şerdir. Allah’ın müsaade ettikleri dışında hiçbir şer ile ilgili, insanların değerlendirmesine dayanan, ehveni şer düşüncesini sünnetinde göstermemiştir. İnsanların değerlendirmesi ile ehven de olsa, galiz de olsa, şerrin hiçbirini asla almıyor ve kabul etmiyordu.

Eşya ve fiillerin hayır, şer, ehveni şer oluşlarını belirleyenin Şari olduğuna itikat etmek doğru, bunlara bu sıfatları veren insanlar olduğuna inanmak ise yanlış akide sonucudur. Binaenaleyh şiddetli şerrin karşısında ehven olanı alınır inancı yanlış akideden gelmektedir. Ancak “Zaruretler mahzurları (haramları) mübâh kılar” şer-i kâidelerdendir. Bunların neler oldukları, hangi hallerde kullanılabileceğinin sınırları da belirlidir.

Her zaman, yanlış ve çirkin yaşantıları değiştirmede de Resûlullah örnek alınmalı ve O’nun değiştirme metodu kullanılmalıdır. Hiçbir nedenle çirkin yaşantıya şimdilik kaydıyla da olsa doğru dememeli. Şerrin hiçbir şekli, ehveni de dahil kabul edilmemeli, doğru akîde yerine yanlış fikirler konmamalıdır. Doğru inanç ve akîdeye aydın düşünmeyle ulaşılabilir. Akıl baliğ ve hisleri sağlam her insan doğru düşünme yeteneğindedir. Doğruları bulabilir ve hesap günü kendini sorumluluktan kurtaracak bir tarzda yaşayabilir. İnsan bu yeteneğini gerektiği gibi kullanmadığı için gerçeklere ulaşamaz. Üstün değerli nimetleri kaybeder. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Bunun sebebi şudur. (günahları sebebiyle yakalanmalarının) bir kavim (topluluk) nefeslerinde (içlerinde olanı değiştirmedikçe) Allah onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir. Şüphesiz ki Allah her şeyi işiten ve bilendir” (Enfal 53)

YIL 13  SAYI 152  C.EVVEL 1422  AĞUSTOS 2002

Yukarı