Her
akide fikirle, doğru akide ise aydın fikirle oluşur.
Fikir
olmadan akide, akide olmadan ise iman olamaz. Fikir iman konusunda
daha esastır.
Akledip
fikredemeyenler iman etmekten sorumlu değildirler. (Çocuklar,
deliler, mecnunlar ve hayvanlar gibi).
Akletme,
fikretme, idrak olgusu sadece insanlara mahsustur. Hitab-ı İlahi’de,
akledip, fikredip idrak edebilen insanlaradır.
Allah
(c.c.) insanların yanlış inanç, düşünce ve zihniyette olanların
hatalarını fikirle düzeltmelerini istediğinin işaretleri bazı
ayetlerde;
“Tefekkür
edip düşünen bir kavim için biz ayetlerimizi böyle açıklarız”
(En’âm 126)
“Bu
böyle tefekkür edip düşünen bir kavim için bir ayet bir
ibrettir” (Nahl 11)
“Umulur
ki onlar tefekkür edip düşünürler” (En’am 151) ayetlerinde
açıkça görülmektedir.
Yanlış
anlayış ve düşüncelerin fikirle düzeltilme yoluna gidilmesini
de vurguluyor. (Araf 176) cı ayette dünyaya meyledip hevai
heveslerine uyup Allah’ın ayetlerini yalanlayanların durumu bir
köpeğin durumuna benzetiliyor. Bu kötü duruma düşmemeleri için
kıssa anlatılarak tefekkür etmeleri vurgulanıyor. Konu ile
ilgili tüm ayet ve hadisi şeriflerden fikrin temel bir şey
olduğu anlaşılıyor. İşlerini yapıp yürütmeleri, tutum ve
davranışları, insanların taşıdıkları fikirlerin
belirtileridir. İnsanın yaşantı tarzını şekillendiren
taşıdığı fikirlerdir. Fikri yapısının değişmesi ile
yaşantı tarzı da değişecektir. Örneğin gayri İslami fikirde
olup, İslam hayatının dışında bir yaşantı sürdürenler,
zihnen İslama yönelince yaşantılarını da tabiî olarak kolayca
değiştirip, İslama göre bir şahsiyet kazanmaya
başlayacaklardır. Meşhur bir örnek, Hz. Ömer’in durumu...
Hz.
Ömer Müslüman olmadığı zamanlar bütün gücü ve her
yönüyle İslam dışı hayatını sürdürüyor, diğer insanları
da kendi inanç ve zihniyeti doğrultusunda yaşamaya zorluyordu.
İşte bu hiddetli, şiddetli, heybetli Ömer zorla Müslümanları
değiştirip, kendilerine çevirme amacıyla, peygamber efendimizi
öldürmeye giderken kız kardeşi Fatıma ile eniştesi Sait Bin
Zeyd’in de Müslüman olduklarını öğrendi. Ve onların evine
gitti. Onları çevirmek için zorladı. Onları tokatlayıp el ve yüzlerini
kan içinde bıraktı. Yere düşürdü. Bu durumda kız kardeşi
Fatıma: “Ey şiddetli ve cesâretli kardeşim Ömer, sakin ol.
Şöyle bir oturuver. Kız kardeşin ve enişteni niçin tokatladığını
düşün. Biz hakka hukuka tecavüz etmedik. Hiçbir kimseye de
zarar vermedik. Biz bu varlığın sahibi olan Allah’a (c.c.)
inandık. Senin de bizim gibi inanman gerektiğini iyice bir düşün.”
derler. Yani Ömer’i düşünmeye davet ederler. Kuran’dan
özellikle Taha suresinin bazı ayetlerini ona okurlar. Bu ayetler
Ömer’i düşünmeye sevk eder. İyice düşündükten sonra İslâm’ı
kabul eder.
Hz.
Ömer’in şirke dayanan inanç ve yaşantısından değiştiren
fikir olmuştur. Tüm insanları kapitalist, ateist, hayatı
yaşamaktan İslâm’a döndürecek olan da ancak fikirdir.
İnsanın
fikri yapısı değişmeden hayat tarzı da değişmez. Allah (c.c.)
şöyle buyuruyor:
“Gerçek
şu ki bir topluluk kendi nefsinde (fikirlerini) olanı
değiştirmedikçe Allah da onların hallerini değiştirmez.” (Ra’d
11)
İnsan
dünyaya geldiği günden bu güne kadar bu hep böyle olmuştur. Ve
tabii olarak da böyle devam edecektir. Yani insanların görünen
hayat tarzları, taşıdığı fikrî yapısının bir kopyasıdır.
İnsanların
fikrî yapıları değişmeden, yaşantılarının değişmeyeceği
Kitap ve Sünnetin bildirdiği değişmeyen bir gerçek, yani
Sünnetûllahtır.
Yaptırım
gücü yani otoritenin elde olmadığı zaman insanları
değiştirmenin yolu da, (metodu da) budur, fikri metoddur.
İnsanların
önce fikri yapılarını değiştirmeye çalışmak; hem toplumu
değiştirme metodunun aslı, hem de daha etkilidir.
Resûlullah
(sav) ve ashabı kiram Mekke döneminde 13 yıl, otorite, yaptırım
gücü ellerinde olmadığı zamanlar, şirk düzenini değiştirmede
fikrî metodu kullanmışlardır.
1.
Hayat, kâinat ve insanın ne ve nasıl oluştukları,
2.
Bunların öncesi ve sonrasının ne olduğu,
3.
Bunların öncesi ve sonrası ile insanın alakasının ne olduğu
hakkında fikir ortaya koyup, insanları bu hususta düşündürme
ve ikna etme yoluyla hareket etmişlerdir. Resûlullah gerek Mekke
sakinlerine, gerek panayırdaki insan topluluklarına ve gerekse
kabile başkanlarına korumasız ve silahsız gitmiş, yüklediği
mesajı, fikri sunmuş ve düşünmelerini teşvik etmiştir.
İslamı
tanıtıp, otoriteyi ele geçirmek için Medine’ye gönderdiği
Mus’ab İbni Umeyr de aynı şekilde harekat etmiştir. Bu cümleden
olarak Medine’de kabile reisi Sa’d’a İslamı tanıtmak için,
şehrin dışındaki hurma bahçesine gidip, orada sohbet ederken
kendisini ve yanında bulunan Esad İbni Zürareyi ölümle tehdit
eden Sa’d’a: “Hele bir otur, sakin ol. Bizi bir dinle, düşün.
Yanlış, hatalı bir şey yapıyorsak bizi ikaz et. Hata üzerinde
ısrar edersek o zaman gerekli gördüğünü yap. Dinle, düşün.
Söylediklerimiz doğru ise kendi iradenle al kabul et”
diyorlardı. O da oturup dinledi, düşündü. Doğru olduklarını
kabul etti. Ve kabile fertlerine aynı şekilde serbest, hür
iradeleriyle düşünüp, aklederek kabul etmeleri tavsiyesinde
bulundu. Rivayete göre 70 kişi İslâm’ı kabul etti. İşte o
ortamda bu metodu yani düşündürerek ikna metodu sonucu, zafere
ulaşıldı.
Resûlullah,
değişmesi istenen yanlışları olduğu gibi ortaya koyup dile
getiriyordu. Müşriklerin en çok değer verdiği, kutsal saydığı
değerlerin üzerlerine gidiyor, ilah diye taptıkları,
kutsadıkları put ve şekillerin boş şeyler olduğunu, bunlara
inanıp takdis etmenin saçmalığını, liderlerinin insanları
kandırıp sömüren, haksızlık yapan, yalancı kimseler olduğunu
söylüyordu. Düşünerek ve anlayarak hareket etmelerini
söylüyordu. Değiştirme misyonunu yürütürken yanlışları, geçici
olsa dahi, doğru demiyordu. Çünkü değişmesi gereken yanlışa,
geçici niyetiyle de olsa doğru denirse, o yanlış
değişmeyeceği gibi meşrûluk kazanarak daha da güçlenir.
Hayrın
Allah’ın hayır, şerrin ise Allah’ın şer olarak
nitelendirdikleri olduğunu net ve tavizsiz olarak gösteriyordu.
Allah (c.c.) hayır dediği hayr, şer dediği ise şerdir. Allah’ın
müsaade ettikleri dışında hiçbir şer ile ilgili, insanların
değerlendirmesine dayanan, ehveni şer düşüncesini sünnetinde
göstermemiştir. İnsanların değerlendirmesi ile ehven de olsa,
galiz de olsa, şerrin hiçbirini asla almıyor ve kabul etmiyordu.
Eşya
ve fiillerin hayır, şer, ehveni şer oluşlarını belirleyenin
Şari olduğuna itikat etmek doğru, bunlara bu sıfatları veren
insanlar olduğuna inanmak ise yanlış akide sonucudur. Binaenaleyh
şiddetli şerrin karşısında ehven olanı alınır inancı
yanlış akideden gelmektedir. Ancak “Zaruretler mahzurları
(haramları) mübâh kılar” şer-i kâidelerdendir. Bunların
neler oldukları, hangi hallerde kullanılabileceğinin sınırları
da belirlidir.
Her
zaman, yanlış ve çirkin yaşantıları değiştirmede de Resûlullah
örnek alınmalı ve O’nun değiştirme metodu kullanılmalıdır.
Hiçbir nedenle çirkin yaşantıya şimdilik kaydıyla da olsa
doğru dememeli. Şerrin hiçbir şekli, ehveni de dahil kabul
edilmemeli, doğru akîde yerine yanlış fikirler konmamalıdır.
Doğru inanç ve akîdeye aydın düşünmeyle ulaşılabilir. Akıl
baliğ ve hisleri sağlam her insan doğru düşünme yeteneğindedir.
Doğruları bulabilir ve hesap günü kendini sorumluluktan
kurtaracak bir tarzda yaşayabilir. İnsan bu yeteneğini gerektiği
gibi kullanmadığı için gerçeklere ulaşamaz. Üstün değerli
nimetleri kaybeder. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Bunun
sebebi şudur. (günahları sebebiyle yakalanmalarının) bir kavim
(topluluk) nefeslerinde (içlerinde olanı değiştirmedikçe) Allah
onlara ihsan ettiği nimeti değiştirici değildir. Şüphesiz ki
Allah her şeyi işiten ve bilendir” (Enfal 53)
|