Ana Sayfa YIL 13   SAYI 152   C.EVVEL 1423   AĞUSTOS 2002 E-Mail

CÖMERTLİK VE FEDAKARLIK

E. MUHAMMED

Yardımlaşmak, cömert olmak, müsamahalı olmak, fedakar olmak, başkalarının zor durumunda yardımcı olmak iyi bir Müslümanın hasletlerindendir.

Kur-an’ı kerim ve hadisi şeriflerde; Müslümanların cömert, fedakar, yardımlaşan ve Müslümanların bu gibi hasletlere sahip olmalarını vurgulayan, hatta salih bir Müslüman olmanın bu çeşit meziyetlere sahip olması gerektiğini belirten bir çok ibareler vardır.

Dünya üzerinde milyarlarca insan yaşamaktadır. Bu insanların dini, dili, kültürü, rengi, milliyeti, örf ve adetleri hatta şekilleri bile farklıdır. Ama hepsi de yüce Allah’u Tealanın bir eseridir.

Bu insanlar yaşamları boyunca bir çok olaylarla karşılaşabilirler. Facia, felaket, vb. gibi. Bir felaket, insanlardan bir toplum üzerine aksettiği zaman, diğer insanlar hep birden zorda kalanlara yardım etmeye çalışırlar. Bazen olur ki, zor durumdayken başka birine yardım bile edebilir. İnsan bu tip olaylarda yardım ettiği insanların kendi ailesinden, dininden, milliyetinden, renginden olmasına bakmaksızın yardım eder. Hatta düşmanı dahi olsa o esnadaki insani duyguları kabarıp yardım eder. Bu çeşit yardımlaşmalar insanların yaratılışında vardır.

İnsanlar böyle (yaratılıştan olan) yardım etme duygusunun yanında bir de inançlarından kaynaklanan yardımlaşma ve karşılığında da Allah (cc)’nun mükafatlandıracağını benimsenmiş ise, o zaman o insanın yardım etmesini hiç bir kimse engelleyemez. Bu hususta Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olanlar, bu vasıfları taşıyanlardır. Muttakîler ancak onlardır!” (Bakara 177)

Bu ayeti kerime; hırsın, cimriliğin ve zaafın köleliğinden kurtulup azat olmaya işaret etmektedir. Yani, insanları Allah yolunda vermekten alıkoyan, nefisleri cömertlikten men eden, mal sevgisinden ruhun kurtulup azat oluşudur. Yine bu ayeti kerimenin işaret ettiği mal sevgisi üzerindeki ruhi kıymettir. İnsanın sevdiği malın değersizinden yahut kötüsünden değil de, sevdiğinden elini ve gönlünü çekip salıvermesinin insan zihninde meydana getirdiği değerdir.

Böylece, malın kulu olmaktan kurtulan insan, bu vesileyle kendisini zelil kılan hırstan da kurtulmuş olur.

Allah (cc) şöyle buyuruyor;

“Allah'ın, kereminden kendilerine verdiklerini (infakta) cimrilik gösterenler, sanmasınlar ki o, kendileri için hayırlıdır; tersine bu onlar için pek fenadır. Cimrilik ettikleri şey de kıyamet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah’tır. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardı.” (Al-i İmran 180)

Allah’ın fazl-u kereminden ihsan ettiği nimetlerde cimrilik yapan; bunun kendisi için hayırlı olduğunu, mallarını muhafaza edeceğini ve infak etmekle mallarının biteceğini zannedenler büyük bir dalalet içerisindedirler.

Kur-an nasları bu yanlış düşünüşten onları uzaklaştırıyor ve tekrar belirtiyor ki; biriktirmiş oldukları mallar kıyamet günü ateş halinde boyunlarına geçirilecektir. Bu insanlara Kur-an tarafından açıkça bir uyarıdır. Ayetin ifadesinde onların (insanların) kendi mallarından değil, “Allah’ın fazl-u kereminden ihsan ettiği mallardan cimrilik yaptıklarını” belirtiyor. İnsanlar dünyaya hiç bir şeye malik olmayarak geldiler. Allah onlara nimetlerini verdi ve zenginleştirdi. Sonunda da Allah (cc), kendi verdiği nimetlerden bir şeyler isteyince insanlar, Allah’ın vermiş olduğunu unuttukları gibi en ufak bir şey dahi harcamadılar.

İnsanoğlu zannediyor ki, mal biriktirmek hayır getirir. Aksine bu insanlar için büyük bir şerdir. Şu bir gerçektir ki, her canlı mutlaka bir gün ölecektir. İnsanlarda öldükleri vakit biriktirdikleri ve Allah yolunda harcamaktan korktukları o mallar, fani olan bu dünyada kalacaktır. Zaten bu mallar kısa bir süre için emanet verilmiştir. Geri dönüş yine O’nadır. İnsanlar ancak Allah yolunda harcadıklarının sevabını götürebilecek ve kendi haklarında bir hüccet olacaktır.

Diğer bir ayeti kerimede;

“Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenler de (ahirette azaba dûçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” (Nisa 38) buyurulmaktadır.

Ayeti kerimede; kendini beğenmenin, cimriliğin, insanları cimrileştirmenin Allah’ın nimeti keremini gizlemenin, infak ederken riyakarlık yapmanın çirkinliği anlatılıyor ve bunlardan sakınmaları için müminlere ikazlarda bulunuluyor. İnsan bir şey yaparken şayet Allah’ın rızasını gözetmeyip sırf gösteriş olsun diye bir şeyler yapıyorsa, vay o insanın haline!

Allah (cc) şöyle buyurdu:

“Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” (Enfâl 28)

Hak Teala, insan bünyesindeki mal ve evlat hırsının en çok zaaf teşkil eden noktalardan olduğunu bilir. Ve işte bundan dolayı insanı mal, evlat ve fedakarlık konusunda uyarıyor. Allah’u Teala bunları insanı denemek ve tecrübe etmek için vermiştir. Allah (cc) kulunun bu konularda ne yaptığını ve nasıl hareket ettiğini görmek için insanı denemektedir. Kul bu nimetin hakkını ödeyerek şükredecekmi, yoksa Allah’ın hakkını eda etmekten gaflet ederek başka şeylerle mi uğraşacaktır. Ayette imtihandan bahsedilmektedir. İmtihan sadece sıkıntı ve yoklukla değil, bazen de bolluk ve genişlikle de olur. Mal ve evlatta bu bolluk ve genişlik içerisindedir.

İnsan bu imtihan sırasında, Allah’ın nimetlerine şükredip gerekeni yaparsa ne mutlu. Elindekilere şükretmeyip inkara giderse sonunun hiçte iyi olmadığını Allah’u Teala her fırsatta bildirmektedir.

Resul (sav) hayır işlerinde insanların en cömerdi idi. Peygamber (sav) hayır yönünden esmekte olan rüzgardan bile daha cömertti. Kendisinden bir şey istenildiği zaman asla yok demezdi ve kendisinden istenilen hiç bir şeyi esirgemezdi.

Örnek almamız gereken Resul (sav) olduğuna göre, bu konu hakkında yaptığı tüm şeyleri yapmamız, biz Müslümanlar için güzel hasletlerdendir.

Müslümanlar cömert olmalıdır. Bunun zıddı olan cimrilik şiddetle zemmedilmiştir.

Resul (sav); “Cimrilikten daha kötü bir haslet var mıdır.”

“Allah yolunda cihad ve cehennem dumanı kulun kalbinde bir araya gelmeyeceği gibi, cimrilik ve imanda kulun kalbinde bir araya gelemez.” buyurmaktadır.

İnsanın cömert olması için çok zengin olması şart değildir. Bir hadisi şerifte Resulullah (sav); “Bir dirhem, yüz bin dirhemi geride bırakır.” demiştir.

Orada bulunanlardan biri; “Bu nasıl olur ya Resulullah” diye sorar. Bunun üzerine Resul (sav); “Çok zengin olan bir adam malın kıyısından yüz bin dirhemi tasadduk eder. Bir adam da iki dirheminden birini verir.” buyurmuştur. Peygamber (sav) her seferinde cömertliğe ve fedakarlığa teşvik edici şeyler söyler ve yapardı.

Nitekim bir hutbesinde Allah’a hamdu senalar ettikten sonra; “Ey insanlar! İyi biliniz ki Allah Teala sizlere din olarak İslam’ı seçmiştir. İslamınızı cömertlik ve güzel ahlakla süsleyiniz. Bilmenizi isterim ki, cömertliğin kökü cennette, dalları ise dünyada bulunan bir cennet ağacıdır. İçinizde cömertlik edenler o dallardan birine yapışmış olup, bu dal onu cennete götürecektir. Cimriliğe gelince, cimriliğin kökü de cehennemde, dalları ise bu dünyada bulunan bir ağaçtır. Ki cimrilik yaparak kendi dallarından birine tutunanı cehenneme götürür.”

Daha sonra Peygamber (sav) iki kez; “Allah yolunda cömert olun” dedi. Sahabeyi kirama da cömertlik konusunda devamlı birbirleriyle yarış içerisindeydi.

Hz. Ömer (ra) anlatıyor; “Bir gün Peygamber (sav) bizlere sadaka vermemizi emretti. O sıralar da mal bakımından oldukça zengindim. Kendi kendime; “Ebu Bekir’i ancak bu gün geçebilirim” dedim ve malımın yarısını getirdim.

Peygamber (sav); “Aile efradına bir şeyler bıraktın mı?” diye sordu. “Evet. Onlara bir şeyler bıraktım.” cevabını verdim. Biraz sonra Ebu Bekir geldi. Peygamber (sav) ona da; “Ey Ebu Bekir sen ailene ne bıraktın?” dedi. O da “Allah ve Resulünü’ dedi. Bunun üzerine onu hiçbir zaman geçemeyeceğimi anladım.”

Enes İbn-i Mâlik radiya'llâhu anh'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir:

Ebû Talha, Medîne'de hurmalık mal cihetiyle Ensâr'ın en zengini idi. Kendisince emvâlinin en sevimlisi de "Beyruhâ" (denilen bostanı) idi. Beyruhâ, Mescid-i Nebevî karşısında idi. Resûlullâh sallallâhu aleyhi vessellem de Beyruhâ'ya girer, ve onun içindeki güzel sudan içerdi. Enes radiyallâhu anh demiştir ki: (Ey mü'minler! Malınızın sevdiğiniz kısmından tasadduk etmedikçe hayr-ı mahza, rızâ-yi Bârî'ye nâil olamazsınız!) meâlindeki âyeti kerîme nâzil olunca, Ebû Talha doğrudan Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve selleme gelip demiştir ki:

-Yâ Resûlullâh! Allah Tebâreke ve Teâlâ: (Ey mü'minler! Malınızın sevdiğiniz kısmından tasadduk etmedikçe hayr-ı mahza, rızâ-yi Bârî'ye nâil olamazsınız!) buyuruyor. Malımın bana en sevimli olanı "Beyruhâ"dır. Beyruhâ' Allah için sadakadır. Bu sadakanın hayrını ve Allâhu Teâlâ indinde onun zuhr-i âhiret olmasını umarım. Yâ Resûla'llâh! Bu bostan mı Allâhu Teâlâ'nın sana gösterdiği münâsib cihete (lütfen) sarf eyle!. (Enes İbn-i Mâlik demiştir ki):

Bunun üzerine Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Tuhaf şey Beyruhâ' (âhirette) sâhibine kazanç veren bir maldır. Beyruhâ' (dünyâda) verimli bir îradtır. Senin ve ne demek istediğini de işittim, (biliyorum). Ben, bu bostanı akrabâna tasadduk ve tahsîs etmeni muvâfık buluyorum” buyurdu. Bunun üzerine Ebû Talha:

- Yâ Resûlullâh! Ben de arzunuz vechile yaparım, dedi. Ve Ebû Talha Beyruhâ'yı akâribi ve amca zâdeleri arasında taksîm eyledi.

Bir gece boyunca iki avuç hurma kazanan Ebu Ukaylin (ra) kazandığının bir avucunu tekrar infak olarak veriyordu. Bunun üzerine münafıklar Ebu Ukaylin verdiği yardımın az olmasından dolayı alay ediyorlardı. Bunun üzerine şu ayeti kerime nazil oldu:

“Sadakalar hususunda, müminlerden gönüllü verenleri ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya, Allah işte onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için elem verici azap vardır. (Tevbe 79)

Bir gün bir kişi Resulullah (sav) gelerek aç ve yorgunum dedi. O’da hanımlarına bir şeyler hazırlaması için emir verdi. Fakat hanımları yiyecek olarak yanında hiçbir şeyin olmadığını, yalnızca su olduğunu söyledi. Bunun üzerine Peygamber (sav); “Bu kişiyi bu gece kim misafir edecektir?” diye sordu. Ensar’dan birisi kalkarak onu misafir olarak aldı. Sonra onu evine götürdü. Hanımına; “Evde yiyecek var mıdır?” dedi. Hanımı da sadece çocukların yiyeceğinden başka bir şey olmadığını söyledi. Adam; “Çocukları bir şeylerle oyala, akşam yemek istediklerinde de onları uyut. Sonra yemeğe oturunca bir bahane ile kalkıp çırayı söndür. Böylece misafir sanki biz de kendisiyle yiyormuş zanneder ve utanmaz.” diye hanımını tembihledi. Böylece yemeğe oturdular, misafir yedi onlar aç kaldı. Sabahleyin Peygamber (sav)’in yanına gittiklerinde Resulullah şöyle buyurdu; “Allah’u Teala seninle hanımının, misafirine yapmış olduğunuz davranıştan hoşnut ve razı olmuştur.” buyurdu.

Onların, misafirlerine karşı göstermiş oldukları, bu ihtimam üzerine şu ayeti kerime nazil oldu:

“Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler.” (Haşr 9)

Bu ve buna benzer bir çok olay sahabeler zamanında gerçekleşmiştir. Bu insanlar hiçbir zaman verdiklerinden dolayı pişman olmamışlar aksine haz duymuşlardır. Çünkü Allah’u Tealanın, böyle davrananlara vermiş olduğu vaatlerin bilincinde ve bunun içinde birbirleriyle yarış içerisindeydiler. Düşünün ki o insanlar; ben senden daha çok mal vereceğim diye devamlı yarış ediyorlardı. Bunu dünya hayatı olarak ele alırsak, elde avuçta olan her şeyi vermek demektir. Dünya hayatını ön plana çıkartarak düşünürsek, bu olay çok büyük bir zarar olarak algılanır. Fakat ebedi hayat olan ahireti ön plana çıkararak düşünürsek bu verilenler Allah’ın bize vaat ettiklerinin yanında bir hiç kalır.

Bu insanları bu denli cömert ve fedakar olmaya iten neydi?

Elbette ki, İslam’ın getirmiş olduğu derin bir iman anlayışıdır. Resulullah (sav), peygamberlik geldiği günden vefatına kadar bu hadiseler her zaman olmuştur. Bu zaman dilimindeki bütün bu olaylar bizler için gerçek iman gücünü gösteren hadiselerdir. Allah’u Teala şöyle buyuruyor:

“İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed 38)

Bu ayeti kerime insanlardan bir kısmının bazı şeylere karşı cimrilik ettiklerini belirtiyor. Kur-an’ı Kerim insanın ruhunda yer eden bu bencilliği şöylece tedavi ediyor: “Ama kim cimrilik ederse, ancak kendine karşı cimrilik etmiş olur.”

Buna göre kim de bir fedakarlık yaparsa bu; kendisi için biriktirilmiş bir hazinedir. Hazineye ihtiyacı olduğu gün, onu karşısında bulur. Malik (sahip) oldukları her şeyden sıyrılmış olarak toplanacakları (mizan) günü ancak o biriktirmiş oldukları şeyleri yanlarında bulabilirler. Öyleyse, mali konularda fedakarlıktan kaçınıp, cimrilik yapanlar doğrudan doğruya kendi nefislerine cimrilik etmektedirler.

Evet, Cenabı Allah insanlardan fedakarlık isterken sırf kendilerinin hayrı için istemektedir. Kendi nefisleri için saklamalarını ve biriktirmelerini dilemektedir. Onların harcadıkları hiçbir şey Allah’a ulaşmaz. Zaten Allah’ın Kur’an’ı Kerimde buyurduğu gibi buna ihtiyacı yoktur.

Size malları veren Allah’tır. Allah yolunda harcadıklarınızı biriktiren odur. Ama O, sizin verdiklerinizden müstağnidir. Ahiret için biriktirdiklerinize ihtiyacı yoktur. O size lütfetmedikçe hiçbir rızk elde edemezsiniz. Ahirette de onun vereceği mükafata ihtiyacınız vardır. O size lütfeder verir, ama siz ona hiçbir şey veremezsiniz. O size ahirette fazl-u kereminden ihsan eder, sizin O’na vereceğiniz hiçbir şey yoktur.

Öyleyse cimrilik neden, bencillik neden? Elinizde bulunan, sahibi olduğunuz her şey Allah’ındır. Mükafat Allah katındadır. Allah lütuf ve kerem sahibidir.

Şurası muhakkak ki, Allah’ın sizi davetini taşımanız için seçmesi lütuf, ikram ve ihsandır. Şayet siz bu lütfa müstahak olmak için çalışmaz, mükellefiyetlerini yüklenmek için çabalamaz ve size verilen şeylerin değerini kavramazsanız, Allah onu sizden alarak başkalarına verir. Ve sizden başka bu ilahi lütfun kadrini bilecek kimseleri bu vazife için seçer. Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Eğer O'ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.” (Muhammed 38)

Doğrusu bu, Allah’ın ihsanını görmüş olanlara, bu kainattaki iman gücünün değerini kavramış olanlara, korkunç bir ihtardır. İman sahibi olan kişi bu ilahi sırrı gönlünde taşır ve yeryüzünde yürürken kalbi ona bağlıdır. Allah’ın nuru bütün varlığına sirayet etmiştir.

İman gerçeğini tanımış, yaşamış, sonra ondan uzaklaşmış olan insan katiyen yaşayamaz ve hiçbir şeyden zevk alamaz. Hatta onun için dayanılması imkansız bir cehennem haline gelir. Muhakkak ki iman büyük bir lütuftur. Bu mevcudatta hiçbir şey ona denk olamaz. Hayat ise basit, mal pek değersizdir. İman bir kefeye, onun dışında kalan her şeyde öbür kefeye konulsa imandan üstün çıkamaz. İşte bunun için, bu ihtar Allah’a bağlı bir müminin algılaması gereken en korkunç bir ihtardır. Ve mümin Rabbinden gelen bu ihtarla muhatap olmaktadır.

Bizden önce yaşamış olan ve Allah’ın Kur-an’da örnek verdiği Müslümanlar nasıl bir gayret içine girmişlerse; böyle bir gayret, fedakarlık, kararlılık ve teslimiyet içine girerek böyle bir yaşam hedeflemek gerekmektedir. Çünkü insan, Allah’ın kendi günahlarını affedip affetmeyeceği konusunda hiçbir garantisi yoktur. Ve çok az bir süre sonra cennet ve cehennemle karşı karşıya kalınacaktır. O gün, cennete girenlerden olabilmek için yapılması gerekeni, ölmeden önce yapmak gerekir.

YIL 13  SAYI 152  C.EVVEL 1422  AĞUSTOS 2002

Yukarı