Ana Sayfa YIL 13   SAYI 152   C.EVVEL 1423   AĞUSTOS 2002 E-Mail

KAVMİYETÇİLİK VE İSLAM

Y. YAĞMUR

Kavmiyetçilik, insanlık tarihinde uzun bir geçmişe dayalıdır. Eski Yunan, Roma ve Mısır toplumlarında, egemen uluslar kendilerinin doğal üstünlüklerine inanırlar, kendilerinden olmayan ulusları ikinci sınıf insan olarak görürlerdi. Dolayısıyla köle ve hizmetçi olmak üzere yaratılmış topluluklar olarak değerlendirirlerdi.

Tarih boyunca üstün sayılan ırkların diğer ırklar üzerinde egemenlik kurma ve sömürü girişimlerinde meşrulaştırıcı gerekçeleri olmuştur.

İsrailoğulları gibi kimi toplumlarda gerekçe, dini bir nitelik kazanmıştı. Kendilerinin seçilmiş ulus olduklarına inanan İsrailoğullarının, İslam dinini kabul etmeyişlerinin tek nedeni; Hz. Muhammed (sav)’in kendi kavimlerinden olmayışından kaynaklanıyordu.

Kavmiyetçiliğin uzun bir geçmişi olmasına rağmen, ancak 19. yüzyılda sosyal bir teori olarak sistemleşti. Irkçılığın altın çağı kabul edilen bu yüzyılda, kendisi ırkçı olmamasına rağmen Charles Darwin’in biyolojik evrim kuramı, sözde bilimsel ırkçılığın gelişmesine temel oluşturdu.

Sosyal Darwincilik, insan soyunun, zaman içinde çeşitli evrim aşamasından geçtiğini, Avrupalı beyaz ırkın, insanın toplumsal evriminin en üst aşamasını temsil ettiğini savundu. Gobienau; beyaz ırkın üstünlüğünü, beyazlar içinde de arı ırkın en yüksek medeniyet seviyesine ulaştığını öne sürdü. Gobineau’nun izleyicilerinden İngiliz asıllı Housten Stewart Chamberlain, Almanya’da uzun boylu, açık tenli ve uzun kafalı Töton’ların ırk olduğunu, Yahudilerin fiziksel olarak Töton’lardan kolayca ayırt edilmeseler de manevi açıdan onlardan geri olduklarını savundu. Gobienau ve Chamberlain’in görüşleri başta Nietzche olmak üzere Max Waber, Werner Sombart gibi düşünürlerce beslenerek, Almanya’da Nazi ırkçılığının temelini oluşturdu. Adolf Hitler, siyaset felsefesinin ırkçılık yönünü ve bilimsel temellerini, bu düşünürlerden aldı. Nazi ırkçılığı bütün çelişki ve tutarsızlıklarına rağmen, Almanları birleştirmekte, yenilmez olduklarına inandırmakta, ekonomik sömürüyü ve köle emeğini meşrulaştırmakta, halkı savaşa yöneltmekte başlıca etken oldu ve Nazizm’in Alman halkı üzerinde kurduğu egemenliğinin temel öğesini meydana getirdi.

Nazizm’inden farklı biçimde de olsa, Avrupa uluslarının sömürgecilik hareketlerinde, haksız ve insanlık dışı eylemleri meşrulaştırmakta, ırkçı görüşler başlıca etken oldu. İspanyollar Amerika’ya geldiklerinde, yerlilere karşı izledikleri yayılmacı ve saldırgan politikalarını, yerlilerin İspanyollardan farklı olduklarını, kendileriyle aynı anlamda insan bile sayılmadıklarını öne süren, ırkçı teorilere dayandırdılar.

Topraklarını ellerinden aldıkları yerlilere, insan gibi davranmanın gerekmediğini öne sürdü. Thomas Carlyle, James A. Froude, Chales Kingsley ve özellikle Rudyard Kiplin’in yazılarında ısrarla, işlenen beyaz adamın misyonu düşüncesi de sömürgecilik döneminde ırkçılığı meşrulaştırıcı ve sömürgeciliği yüceltici bir işlev gördü. Bu düşünceye göre beyaz Avrupalı, öteki ırklara medeniye götürüyor, dolayısıyla insanlara hizmet ediyordu. Başlıca İngiliz, Fransız ve Portekizler olmak üzere Avrupalı tüm sömürgeciler; Asya, Afrika, Hindistan ve uzak doğuda sömürgeleştirme faaliyetlerini, sözde “medenileştirme” görevlerine dayandırıyorlardı. ABD’de ise ırkçılık, önceleri katliam ölçüsünde yerlilere, daha sonrada siyahlara yöneldi. Günümüzde ırkçılıktan belli bir ölçüde uzlaşma eyleminden söz edilse de başta ABD olmak üzere tüm Avrupa ülkelerinde; özellikle ırk ayrımının yasal olarak sürdüğü, Güney Afrika ile İsrail’de en katı ve acımasız biçimde egemenliğini sürdürmektedir.

İslam, zulüm ve sömürüye yol açan düşünceler gibi kavmiyetçiliği de yasaklamıştır. Kur-an-ı kerim, ırkların aynı kökten geldiğini ifade ederek üstünlük iddialarının temelsizliğini ortaya koymuştur. Tüm insanlar ve uluslar Hz. Adem (as) ile eşi Havva’dan yaratılmıştır. İnsan toplumunun ırklara ve kabilelere ayrılması, onların tanışmaları ve yardımlaşmaları amacına bağlıdır. Zulüm ve sömürüye neden olacak kalıcı bir üstünlük söz konusu değildir. İnsanların ve toplumların iyilik ve üstünlüklerinin; yalnızca inançları, yaşama biçimleri, Allah’ın emirlerine uyma ve yasaklarından kaçınma konusundaki titizliklerinden kaynaklanır.

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” (Hucurât 13)

İslam’a göre ırk öğesi, insanlara doğal bir üstünlük sağlamadığı gibi medeni bir toplumun oluşmasında da temel bir etken değildir. Medeni bir toplum, hayvanlar gibi içgüdüleriyle birlikte yaşayan insanlardan değil, özgür iradeleriyle seçtikleri inanç ve idealler çerçevesinde toplanan insanlardan oluşur. Bu nedenle; İslam toplumu, İslam’ı bir din, bir hayat düzeni ve biçimi olarak benimseyen, insanların oluşturduğu toplumdur. Belirleyici tek etkenin inanç olduğu bir toplumun oluşmasında, başka hiçbir maddi yada manevi etkinin katkısı yoktur. Aynı akide çerçevesinde birleşen insanlar, kan bağları olmasa da kardeştirler.

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz” (Hucurat 10)

Buna karşılık aynı inancı paylaşmama durumunda, baba oğul arasında bile bir yakınlıktan söz edilemez. Allah’u Teala buyurdu;

“Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hud 46)

“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) veli edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin kendileridir.” (Tevbe 23)

“Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun -babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa- Allah'a ve Resûlüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin” (Mücadele 22)

Hz. Peygamber (sav)’de cahili bir adet olan kavmiyetçiliği sık sık gündeme getirerek eleştirmiş ve yasaklamıştır. Veda haccı sırasında veda hutbesi olarak bilinen ünlü konuşmasında, Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana, beyaz renklinin siyaha, siyah renklinin beyaza bir üstünlüğü olamadığını, üstünlüğün yalnızca takva ile olduğunu ilan etmiştir.

Mekke’nin fethinde, Kabe’yi tavaf ettikten sonra yaptığı konuşmada Hz. Peygamber (sav) aynı gerçeği şöyle dile getirmiştir.

“Sizden cahilliye ayıplarını ve büyüklenmesini gideren Allah’a hamd olsun. Ey insanlar tüm insanlar iki gruba ayrılırlar: Bir grup iyilik yapan, iyi olan ve kötülükten sakınanlardır ki; bunlar Allah nazarında değerli olan kimselerdir. İkinci grup ise günahkar ve isyankar olanlardır ki; bunlarda Allah nazarında değersiz olanlardır. Yoksa insanların hepsi Adem’in çocuklarıdır, Allah Ademi topraktan yaratmıştır”.

Kavmiyet üstünlüğü düşüncesinin temelsizliği, başka bir hadiste de şöyle ortaya konur.

“Hepiniz Adem’in oğullarısınız, Ademde topraktan yaratılmıştır. İnsanlar babaları ve dedeleri ile övünmekten vazgeçsinler. Çünkü onlar Allah nazarında küçük bir karıncadan daha değersidirler”. (Tirmizi)

Hz. Peygamber (sav) insanların aynı kökten geldiklerini ve üstünlüğün yalnız takva ile ölçülebileceğini belirtmekle yetinmeyerek, Allah’ın insanları ırklarına göre değerlendiremeyeceğini ısrarla vurgular. Başka bir hadisi şeriflerinde ise;

“Allah kıyamet günü sizin soyunuzdan-sopunuzdan sormayacaktır. Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız kötülüklerden en çok sakınanlarınızdır” buyurmuştur. Aynı anlamda diğer bir hadisi şerifte de şöyle dile getirir;

“Allah sizin mallarınıza ve şekillerinize bakmaz; fakat O sizin kalplerinize ve amellerinize bakar”. (Müslim)

Bütün bu gerçek ve uyarılar karşısında kavmiyetçilik davası güden kişinin, Müslümanlık iddialarının bir anlamı yoktur. Hz. Peygamber (sav): “Kavmiyetçilik davasına karışan bizden değildir, ırkçılık üzerine savaşa girenler de bizden değildir”. (Müslim) buyurarak böyle bir kişinin yerini tespit etmiştir.

İslam, getirdiği everensel kardeşlik ilkesiyle, cahilliye döneminde şiddetle hüküm süren kavmiyetçilik adetini ezip yok etti. Kendilerini soylu ve üstün gören Mekke müşriklerinin, zulüm ve baskılarına rağmen Romalı Süheyd, Habeşli Bilâl ve İranlı Salman gibi aşağılanan insanların çabalarıyla başarıya ulaşarak evrensel bir toplum oluşturdu.

Abduddar oğullarından Nebih. b. Vehb anlatıyor; Peygamber (sav) Bedir savaşında aldıkları esirleri, sahabelere dağıttı ve “onlara iyi bakın” buyurdu. Mus’ab bin Ümeyr’in öz kardeşleri olan Ebu Aziz de bu tutsaklar arasında idi. Ebu Aziz diyor ki; “Beni, Ensar’dan bir zat esir almıştı. Kardeşim Mus’ab yanımızdan geçerken, beni esir alan zata, “onu sıkıca tut, anası zengindir: oğlunu kurtarmak için sana fidye verebilir” dedi. Bedir dönüşü, Ensar’dan kalabalık bir ailenin yanına verilmiştim. Ev halkı, sabah ve akşam yemeklerinde kendileri hurma ile yetinirlerdi. Resulullah (sav), biz esirlere iyi davranılmasını öğütlediği için bana ekmek verirlerdi. Hangisinin eline bir parça ekmek geçerse, onu hemen bana uzatırlardı. Ben de utanır, geri verirdim. Ancak almaz bana iade ederlerdi.

Kardeşim Mus’ab, beni esir alan Ebul Yasir’e “onu sıkı tut, anası varlıklıdır” dedi. Ben kendisine; “ya Mus’ab ne diyorsun biz kardeş değilmiyiz”, deyince beni esir alan Ebul Yasir’i göstererek; “Allah’a kasem ederim ki; bu zat bana senden daha yakındır” dedi. İşte gerçek kardeşlik bu, gerçek bağ da budur. Çünkü bu bağ kainatı mükevvenatı yaratan ve Hz. Muhammed (sav)’i rahmet olarak bize gönderen, yüce Allah (cc)’dan geliyor. Bu, Kur-an’da var olan kat-i emirdir. Ben Müslüman’ım diyen herkes bu emre itaat etmek durumundadır.

“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz” (Hucurat 10)

İbni kesir bu ayeti kerimeyi izah ederken, bu ayetle ilgili sahih hadisleri de koymuştur. Bakın; “Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona haksızlık etmez ve hor bakmaz”. (Hadisi şerif) ve “Kul kardeşine yardım ettiği sürece, Allah O kuluna yardım eder” buyurmuştur. Yine sahih bir hadiste; “Müslüman, kardeşine gıyabında dua ettiği zaman melek; Amin, bir misli de sana olsun der”, buyurmuştur. Bu hususta hadisler pek çoktur. Yine sahih bir hadiste: “Birbirlerini sevme, acıma ve gelip gitmede müminlerin misali tek bir cesedin misali gibidir: onun bir uzvu dertlenince cesedin diğer tarafları ateş ve uykusuzlukla ona katılırlar” buyurulmuştur. Yine sahih bir hadisi şerifte, Resulullah (sav): “mümin mümin için birbiri destekleyip güçlendiren bir bina gibidir” buyurmuş, sonrada parmaklarını birbirlerine geçirmiştir.

İmam-ı Ahmed derki; (Bu hadisin ravilerini ismen sıraladıktan sonra) Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “İman ehline göre mümin cesede göre baş mertebesindedir. Başta meydana gelen acıdan cesedin acı duyduğu gibi mümin de iman ehlinin başına gelenlerden acı duyar”. Bu hadisi İmam Ahmed rivayet etmiştir. Görüldüğü gibi İslam dini, kavmiyetçiliği yasak, yani haram, din kardeşliğini farz kılmıştır. Çağımızın Müslümanlarının, din kardeşliği kavramını gereği şekilde bilmediklerini sanıyorum. Bu kavram gereği şekilde bilinmiş, anlaşılmış olsa (kaldı ki; olmak zorundadır) yurdumuzda, Kürt, Türk, Çerkez, Ermeni, Rum v.b. sorunu kalmaz. Çünkü Müslüman olan kim olursa olsun kardeştir. Dünya çapında da bu durum aynı olacaktır. Keşmir’de, Kıbrıs’ta, Cezayir’de, Filistin’de ve Çeçenistan’da ki Müslümanın rengi, dili, ırkı ne olursa olsun, Müslüman ise öz ve öz kardeştir. Yukarıda izah etmeye çalıştığımız ayet ve hadisi şeriflerin, hükmüne itaat ederek, hayata geçirmemiz, yeryüzündeki Müslümanların kurtuluşu olacaktır.

Osmanlı Devleti’ni, dünya devletleri arasında süper devlet oluşunu sağlayan kavram ve kuralların ilk sıralarında din bağı geliyordu. Merhametinden asla şüphe etmediğimiz, rahman, rahim olan yüce Allah (cc) yarattığı kulunun hangi halde, hangi hallerle daha iyi olabileceğini en iyi bilendir. İslam din bağını yarattığı kuluna, farz kılanda odur. Düşünün! Bütün insanlar fıtraten İslam’a yatkındır. Ebeveyni ile dili, dini şekillenir. İşte bundan dolayıdır ki babanın evladına karşı ilk görevi, ona dinini öğretmektir.

Salat ve selam Hz. Muhammed (sav)’e onun ehli beytine, ashabına ve ona tabi olan, emirlerine itaat edenlerin üzerine olsun.

YIL 13  SAYI 152  C.EVVEL 1422  AĞUSTOS 2002

Yukarı