Ümmetin
birliği ve dirliği 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılması ile
tümden yıkılmıştı. Üzerinden geçen 79 yıl içerisinde
ümmette ne birlik ne de dirlik kalmıştır. Aile içerisine kadar
sirayet eden bozulmuşluk ümmette İslam düşüncesinin kaybolmasından
ve de uzaklaşmasından doğan bir olaydır. Müslümanlar bir çok
İslami rükünleri (namaz, oruç, zekat gibi) bilmelerine karşılık
yönetimle, insanlar arasındaki alakaları düzenlemekle ilgili
hükümleri ya bilmiyorlar veya bildikleri halde gerekli eğilimi göstermiyorlar.
Bunun sonucu olarak (İslam’ı hayatlarında ölçü olarak kabul
etmemelerinden kaynaklanan) sıkıntılar içerisine düşüyorlar.
Müslüman olmaları, kalabalık nüfus oluşturmaları, geniş
araziler üzerinde bulunmaları, zengin kaynaklara sahip olmaları
birlik ve dirliği oluşturmaya yeten etkenlerden değildir.
Bunların çevresinde ve etkisinde kalarak oluşturulan yapılanma
sağlıklı bir yaşam yerine sürekli parçalanmayı, tavizi,
teslimiyeti ve esareti doğurmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz
ortama baktığımızda da görülen manzara arzu edilmeyen olaylara
şahitlik etmektedir. Aynı düşüncelere sahip olan Müslümanların
(kafirlerinde etkinliği ile) huzurlu yaşamaktan uzak birbirine düşman
olduklarını görüyoruz. İslam coğrafyasında oluşan, dirlik ve
birliğin kaybolduğu bütün gelişmelerin 3 mart 1924’ten sonra
meydana geldiği bir gerçektir. Yani Hilafetin kaldırılmasından
sonra İslam ümmetine haram ve kafir sistemlerin pislikleri verilmiştir.
İslam
olmak, İslam’ı yalın bir şekilde ele alıp, sadece belirli
alanları (ibadet, zekat vb.) kabul edilerek yaşamak demek
değildir. İslam bir bütünlük arz eder. İslam’ın farz
kıldığı her rükünde kendi çerçevesinde bir bütündür.
Namazın oluşması için bütün şartların yerine getirilmesi
gibi. Ayrıca her farz rüknü yerine getirilmeden tamamlanmış
olmaz. Hayatla ilgili sağlıklı, huzur içerisinde yaşam, iyi geçimle
ilgili alakaları oluşturan rükünlerde böyledir.
Bahsettiğimiz
yaşamda Müslümanlar yönetimle ilgili İslam’ın şart
koştuğu hayatla ilgili Hilafet rüknünü bugün ifa
etmemektedirler. Yaşamı birbirine zincirle bağlayan bu rükün
yerine getirilmeden birlik ve dirlikten bahsetmek mümkün değildir.
Namazın secdesinin eksik olması namazın ifasını, rüknünü
tamamlanamadığı gibi; Hilafet olmadan İslami birlik, dirlik ve
yaşamdan bahsedilemez. Yani İslami bir toplumun rükünlerinden
bir tanesi Hilafetin olmasıdır. Bu İslam toplumunu oluşturan sütun
ve dayanaktır.
“Kim
ki, kendi boynunda bir biat (halifeye biat) bulunmaksızın
ölürse, onun ölümü cahiliye ölümüdür.” (Müslim
K. İmarah 3441) hadisi toplumun oluşmasındaki rüknün
(şartın) değerini ortaya koymaktadır. Bu prensipler
doğrultusunda Müslümanlar kendilerine yön çizmek zorundadırlar.
Bu doğruları (Kitap ve Sünnet’ten kaynaklanan hükümleri)
kabul etmiş olsalardı bunları uygulamaya yönelecek ve bu konuda
asla taviz göstermeyecekti.
Müslümanlar
onsuz, bugün hiçbir varlık ifade etmemektedirler. Nasların
dışında hareket ettikleri içindir ki; kafirlerin istediği zemin
doğuyor ve kafirler ellerini-kollarını sallayarak İslam
beldelerinde, Müslümanların üzerlerinde rahatça hareket etme
imkanını buluyorlar. Yine Hilafet’in olmamasından kaynaklanan
boşlukta yerini alan başka (batı düşüncesine dayanan)
rükünlere uyulması neticesi Müslümanlar her gün biraz daha
parçalanıyor, kafirlere hizmetçi konumuna düşüyorlar. Hatta
evlerinin tam ortasında oturan ve her gün çocuklarını döven,
kafirlerin şımarık çocuğu İsrail varlığına ses çıkartmayıp,
daha çok dövmesi için ona her imkanı sunuyorlar.
Tarihte
ihanetin temsilcileri ve teslimiyetçiler o gün İngilizlere nasıl
imkanlar sunmuş iseler bugün de aynı vasıfları taşıyan yöneticiler
aynı şekilde Amerika’ya sunuyorlar. İslam beldelerini biraz
daha parçalamaya, kan gölüne ve mallarını çalmaya gelen
Amerika’ya yardımcı olmak için hazır vaziyette bekliyorlar. Ve
bunun adı da; “dirlik ve birliğimizi koruma” oluyor!
İslami yönetimi akıllarından geçirmeyen, başörtüsü sorununu
dahi çözmekten aciz ve korkak şahsiyetler, kafirlerin çıkarları
söz konusu olunca birdenbire nasıl da cesaret bulup gece-gündüz
demeden (kafirlerin istekleri yerine gelsin diye) çalışıyorlar.
Bir de utanmadan; “ne yapalım baskı var, bütün bunları
ümmetin çıkarları için yapıyoruz” diyorlar. Müslümanlarla
ilgili, İslami bir konu önlerine gelince ümmeti yok sayanlar nasılda
kafirlerin dostu oluveriyorlar! Bütün bunlar düşünen bir toplum
için ibret vericidir. Yıllardır ümmet, bu gibi olaylara gerekli
özeni göstermediği ve İslami çerçevede bakmadığı için
sorun yaşıyor.
Garip
olan; ümmetin hala kendilerini birliğe ve dirliğe sevk edici yönetime
(Hilafete) yabancı bir fikirmiş gibi bakışlarıdır. Meseleye
gayri İslami bir konuymuş gibi veya tarihi perspektiften
yaklaşımları ne kadar düştüklerinin bir semeresidir. Bu
noktada Kitap ve Sünnete yönlerini çevirmiyorlar.
Çevirmedikleri içinde yapıştıkları her şey onları yakıp-yok
etmiş, silmiş-süpürmüştür. Kafirlerle varolma (dost), onlarla
aynı koşullarda masa başına oturmak sevdası yöneticileri
mahvettiği gibi ümmeti de yok etmiştir. Bunun tehlikeli olduğunu
bir çok ayette Allah (subhanehu ve teala) Müslüman’a hatırlatıyor:
“Ey
iman edenler! Eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye (eski
dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.”
(Al-i İmran: 149)
Bugün
içerisinde bulunduğumuz durum, bela, şiddet onlara uymanın eseri
değil midir? Kafirler ve hain idareciler Müslümanların dünyasını
kendilerine, nizamlarına uydukları halde aşağılamak için
hayatlarını karartmıyorlar mı? Müslüman olmaktan dolayı
aşağılık kompleksine kapılan yöneticiler ve kişiler elbette
İslam’dan bahsedilmesinden, Hilafetin birleştirici ruhundan
sıkıntı duyacaklardır. Bunun yanında ümmette bütün olan
bitenlere göz yumduğu için sıkıntı çekecektir. Çünkü
onlar İslam’ı hala kendilerine ölçü kabul etmeyip batının
uydu kurumlarında çözüm arıyorlar. Allahu Teala şöyle
buyuruyor:
“Kim
de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir
hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.”
(Tâ-Hâ: 124)
Tabi
ki bu durum, İslam yönetiminin (Hilafetin) ve hükümlerin
uygulanmayışından kaynaklanan bir sonuçtur. Dirlik-birlik
içerisinde yaşanmak isteniyorsa batı ürünü bütün oluşum ve
zihniyete son verilerek, ana kaynak olan İslam akidesine ve ondan
fışkıran şeri hükümlere yönelmekten başka çıkar yolumuz
yoktur. Bunun dışında kalanlar, her ne olursa olsun birlik ve
dirliği bozucudur. Şu anda da hiçbir yerde birlik ve dirlikten
bahsedilemez. Onu bize sağlayan ancak İslam’ın kendisidir.
Kati
bir şekilde şu da bilinmeli ki; İslam, otorite ve devletsiz hayat
sahnesinde bulunmamaktadır. Müslümanlar onsuz birlik-dirlikten
bahsedemeyecektir. Kendi işlerini yürütecek, varlıklarını
koruyacak, dünya toplumları arasında bir ümmet olarak gerçek
yerini temin edecek tek bir İslam Devleti (Hilafet) olmayınca
kendileri için kalkınış ve vücut buluş gerçekleşmeyecektir.
Bu nedenle çözüm, ümmeti birleştirici tek unsur olan, Raşidi
Hilafet devletini yeniden ikame etmek ve onun çatısı altında
buluşmaktır.
“Muhakkak
imam (halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla
korunulur.” (Müslim)
|