Ana Sayfa YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003 E-Mail

DİRLİK İÇİN HİLAFET ŞART

Yasin KAYA

Ümmetin birliği ve dirliği 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılması ile tümden yıkılmıştı. Üzerinden geçen 79 yıl içerisinde ümmette ne birlik ne de dirlik kalmıştır. Aile içerisine kadar sirayet eden bozulmuşluk ümmette İslam düşüncesinin kaybolmasından ve de uzaklaşmasından doğan bir olaydır. Müslümanlar bir çok İslami rükünleri (namaz, oruç, zekat gibi) bilmelerine karşılık yönetimle, insanlar arasındaki alakaları düzenlemekle ilgili hükümleri ya bilmiyorlar veya bildikleri halde gerekli eğilimi göstermiyorlar. Bunun sonucu olarak (İslam’ı hayatlarında ölçü olarak kabul etmemelerinden kaynaklanan) sıkıntılar içerisine düşüyorlar. Müslüman olmaları, kalabalık nüfus oluşturmaları, geniş araziler üzerinde bulunmaları, zengin kaynaklara sahip olmaları birlik ve dirliği oluşturmaya yeten etkenlerden değildir. Bunların çevresinde ve etkisinde kalarak oluşturulan yapılanma sağlıklı bir yaşam yerine sürekli parçalanmayı, tavizi, teslimiyeti ve esareti doğurmaktadır. İçerisinde bulunduğumuz ortama baktığımızda da görülen manzara arzu edilmeyen olaylara şahitlik etmektedir. Aynı düşüncelere sahip olan Müslümanların (kafirlerinde etkinliği ile) huzurlu yaşamaktan uzak birbirine düşman olduklarını görüyoruz. İslam coğrafyasında oluşan, dirlik ve birliğin kaybolduğu bütün gelişmelerin 3 mart 1924’ten sonra meydana geldiği bir gerçektir. Yani Hilafetin kaldırılmasından sonra İslam ümmetine haram ve kafir sistemlerin pislikleri verilmiştir.

İslam olmak, İslam’ı yalın bir şekilde ele alıp, sadece belirli alanları (ibadet, zekat vb.) kabul edilerek yaşamak demek değildir. İslam bir bütünlük arz eder. İslam’ın farz kıldığı her rükünde kendi çerçevesinde bir bütündür. Namazın oluşması için bütün şartların yerine getirilmesi gibi. Ayrıca her farz rüknü yerine getirilmeden tamamlanmış olmaz. Hayatla ilgili sağlıklı, huzur içerisinde yaşam, iyi geçimle ilgili alakaları oluşturan rükünlerde böyledir.

Bahsettiğimiz yaşamda Müslümanlar yönetimle ilgili İslam’ın şart koştuğu hayatla ilgili Hilafet rüknünü bugün ifa etmemektedirler. Yaşamı birbirine zincirle bağlayan bu rükün yerine getirilmeden birlik ve dirlikten bahsetmek mümkün değildir. Namazın secdesinin eksik olması namazın ifasını, rüknünü tamamlanamadığı gibi; Hilafet olmadan İslami birlik, dirlik ve yaşamdan bahsedilemez. Yani İslami bir toplumun rükünlerinden bir tanesi Hilafetin olmasıdır. Bu İslam toplumunu oluşturan sütun ve dayanaktır.

“Kim ki, kendi boynunda bir biat (halifeye biat) bulunmaksızın ölürse, onun ölümü cahiliye ölümüdür.” (Müslim K. İmarah 3441) hadisi toplumun oluşmasındaki rüknün (şartın) değerini ortaya koymaktadır. Bu prensipler doğrultusunda Müslümanlar kendilerine yön çizmek zorundadırlar. Bu doğruları (Kitap ve Sünnet’ten kaynaklanan hükümleri) kabul etmiş olsalardı bunları uygulamaya yönelecek ve bu konuda asla taviz göstermeyecekti.

Müslümanlar onsuz, bugün hiçbir varlık ifade etmemektedirler. Nasların dışında hareket ettikleri içindir ki; kafirlerin istediği zemin doğuyor ve kafirler ellerini-kollarını sallayarak İslam beldelerinde, Müslümanların üzerlerinde rahatça hareket etme imkanını buluyorlar. Yine Hilafet’in olmamasından kaynaklanan boşlukta yerini alan başka (batı düşüncesine dayanan) rükünlere uyulması neticesi Müslümanlar her gün biraz daha parçalanıyor, kafirlere hizmetçi konumuna düşüyorlar. Hatta evlerinin tam ortasında oturan ve her gün çocuklarını döven, kafirlerin şımarık çocuğu İsrail varlığına ses çıkartmayıp, daha çok dövmesi için ona her imkanı sunuyorlar.

Tarihte ihanetin temsilcileri ve teslimiyetçiler o gün İngilizlere nasıl imkanlar sunmuş iseler bugün de aynı vasıfları taşıyan yöneticiler aynı şekilde Amerika’ya sunuyorlar. İslam beldelerini biraz daha parçalamaya, kan gölüne ve mallarını çalmaya gelen Amerika’ya yardımcı olmak için hazır vaziyette bekliyorlar. Ve bunun adı da; “dirlik ve birliğimizi koruma” oluyor! İslami yönetimi akıllarından geçirmeyen, başörtüsü sorununu dahi çözmekten aciz ve korkak şahsiyetler, kafirlerin çıkarları söz konusu olunca birdenbire nasıl da cesaret bulup gece-gündüz demeden (kafirlerin istekleri yerine gelsin diye) çalışıyorlar. Bir de utanmadan; “ne yapalım baskı var, bütün bunları ümmetin çıkarları için yapıyoruz” diyorlar. Müslümanlarla ilgili, İslami bir konu önlerine gelince ümmeti yok sayanlar nasılda kafirlerin dostu oluveriyorlar! Bütün bunlar düşünen bir toplum için ibret vericidir. Yıllardır ümmet, bu gibi olaylara gerekli özeni göstermediği ve İslami çerçevede bakmadığı için sorun yaşıyor.

Garip olan; ümmetin hala kendilerini birliğe ve dirliğe sevk edici yönetime (Hilafete) yabancı bir fikirmiş gibi bakışlarıdır. Meseleye gayri İslami bir konuymuş gibi veya tarihi perspektiften yaklaşımları ne kadar düştüklerinin bir semeresidir. Bu noktada Kitap ve Sünnete yönlerini çevirmiyorlar. Çevirmedikleri içinde yapıştıkları her şey onları yakıp-yok etmiş, silmiş-süpürmüştür. Kafirlerle varolma (dost), onlarla aynı koşullarda masa başına oturmak sevdası yöneticileri mahvettiği gibi ümmeti de yok etmiştir. Bunun tehlikeli olduğunu bir çok ayette Allah (subhanehu ve teala) Müslüman’a hatırlatıyor:

“Ey iman edenler! Eğer kafirlere uyarsanız, sizi gerisin geriye (eski dininize) döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” (Al-i İmran: 149)

Bugün içerisinde bulunduğumuz durum, bela, şiddet onlara uymanın eseri değil midir? Kafirler ve hain idareciler Müslümanların dünyasını kendilerine, nizamlarına uydukları halde aşağılamak için hayatlarını karartmıyorlar mı? Müslüman olmaktan dolayı aşağılık kompleksine kapılan yöneticiler ve kişiler elbette İslam’dan bahsedilmesinden, Hilafetin birleştirici ruhundan sıkıntı duyacaklardır. Bunun yanında ümmette bütün olan bitenlere göz yumduğu için sıkıntı çekecektir. Çünkü onlar İslam’ı hala kendilerine ölçü kabul etmeyip batının uydu kurumlarında çözüm arıyorlar. Allahu Teala şöyle buyuruyor:

“Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz.” (Tâ-Hâ: 124)

Tabi ki bu durum, İslam yönetiminin (Hilafetin) ve hükümlerin uygulanmayışından kaynaklanan bir sonuçtur. Dirlik-birlik içerisinde yaşanmak isteniyorsa batı ürünü bütün oluşum ve zihniyete son verilerek, ana kaynak olan İslam akidesine ve ondan fışkıran şeri hükümlere yönelmekten başka çıkar yolumuz yoktur. Bunun dışında kalanlar, her ne olursa olsun birlik ve dirliği bozucudur. Şu anda da hiçbir yerde birlik ve dirlikten bahsedilemez. Onu bize sağlayan ancak İslam’ın kendisidir.

Kati bir şekilde şu da bilinmeli ki; İslam, otorite ve devletsiz hayat sahnesinde bulunmamaktadır. Müslümanlar onsuz birlik-dirlikten bahsedemeyecektir. Kendi işlerini yürütecek, varlıklarını koruyacak, dünya toplumları arasında bir ümmet olarak gerçek yerini temin edecek tek bir İslam Devleti (Hilafet) olmayınca kendileri için kalkınış ve vücut buluş gerçekleşmeyecektir. Bu nedenle çözüm, ümmeti birleştirici tek unsur olan, Raşidi Hilafet devletini yeniden ikame etmek ve onun çatısı altında buluşmaktır.

“Muhakkak imam (halife) kalkandır. Onun arkasında savaşılır ve onunla korunulur.” (Müslim)

YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003

Yukarı