Allah
(cc) şöyle buyuruyor:
|
“Biz,
Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık.
Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın).
İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve
secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.” (Bakara:
125)
|
Allah’u
Teala insanları kendisine kulluk etmeleri için bazı sembol
yerler kılmıştır. Kabe gibi. Kabe; taşlardan ibarettir. Sadece
manevi bir değeri vardır. İnsan ibadet ederken yüzünü belli
bir tarafa yöneltmesi gerekir. Bu nedenden dolayı Allah’u
Teala Kabe’yi yüzlerin yöneliş yeri kılmıştır. Daha önce
Mescid-i Aksaya kıble olarak yönelinmekteydi. Daha sonra kıble
olarak Kabe belirlendi. Burada taşlara tapma olayı yoktur.
Şar’i oraya yönelinmesini emrettiği için bu iş gerçekleştirilmektedir.
Hz. Ömer Hacer-ul Esvet’i öperken şöyle dedi:
“Sen
bir taşsın, ne fayda ne de zarar getirebilirsin. Rasulullah’ın (sav)’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”
Sahabeler
Resulullah (sav) bir ağaç altında biat verdiler. Bu biate (sözleşmeye)
Rıdvan biatı denilir. Rıdvan; rıza göstermektir. Allah (cc) bununla ilgili Fetih suresinde şöyle buyurarak bu olayı
övmektedir:
|
“Andolsun
ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden
razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu
vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.”
(Fetih: 18)
|
Hz.
Ömer döneminde Müslümanlar bu ağaca önem verip, onu ziyaret
etmeye başladılar. Bu olay üzerine Halife Ömer (ra) bu ağacı
kestirdi. Zira Kur’anda ve Sünnette bir nas bulunmadığı
müddetçe böyle şeylere değer vermek yanlıştır. Allah’a
yaklaşmak için de olsa ziyaret edilemez. Bu işte sevap olmadığı
gibi değer vererek Allah’a yaklaşmak maksadıyla ziyaret
edilirse günah işlenmiş olur. Bu nedenle Resulullah (sav), Allah’a
yaklaşmak ve sevap elde etmek için ziyaret edilecek yalnız üç
yer gösterdi. Bunlar; Kabe (Mescid-i Haram’da buna dahil),
Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi’dir. Diğer camilere gitme
olayı normal bir camiye gitme gibi olup, herhangi bir camide
kılınan namaz gibi sevap alınır.
Allah
(cc), Mescid-i Haram içinde Kabe olduğu için oraya gidilmesini
istedi. Bir çok ayette Kabe yerine Mescid-i Haram sözcüğü
kullanılıyor:
|
“Artık
yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.” (Bakara: 144)
|
ayetinde
olduğu gibi.
İbrahim
(as) ibadet için Kabe’yi tesis etmişti. Bu ona Allah (cc)’nun
bir emri idi. Bu nedenle Allah’u Teala bizlere orasını bir toplantı,
dönüş ve yöneliş yeri kılmıştır. Ayette
() sözcüğü geçiyor. Bunun
manası; toplantı, dönüş ve yöneliş anlamındadır. Müslümanlar
oraya (Kâbe’ye) gidip hac yapsınlar, oraya tekrar tekrar
gitme arzuları doğsun. Aynı anda ibadetlerinde oraya
yönelsinler. Ayette; () "insanlar için" sözcükleri
geçti. Bunun nedeni; insanlar imandan sorumlu oldukları gibi
ibadetten de sorumlu tutulur. Hac farzıyla ilgili ayette şöyle
geçti:
|
“Orada
apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır.
Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi
haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim
inkar ederse, bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.”
(Ali İmran: 97)
|
Kıyamet
gününde insanlar imandan sorguya çekilecekleri gibi ibadet
hususunda da sorguya çekileceklerdir. İmanları yoksa cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. İbadet yapmadıklarından
dolayı da azapları katlanacaktır. Allah (cc) bir ayette şöyle
buyurdu:
|
“De
ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana İlâhınızın
bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan
mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” (Fussilet:
6)
|
İbadetleri
yerine getirmenin ana şartı imandır. İman edilmediği müddetçe
yapılan ibadetler kabul edilmez. İmandan sonra ana şart niyettir.
Tevbe suresi 7. ayette müşriklere Allah’ın mescitleri yasak
kılınmıştır. Zekat onlar inanıncaya kadar alınmaz.
Öte
yandan Mescid-i Haram emniyetli yer kılınmıştır. Bundan dolayı
da bu adla isimlendirilmiştir. Orada savaşmak, öldürmek ve
herhangi bir kişiye eziyet etmek haramdır. Ancak düşman
oraya saldırırsa ona karşı savaşılır, katil, suçlu kimse
veya mürted olan kimse oraya sığınırsa onlara karşı konulur.
Nitekim Resulullah (sav) mürted ve İslam’la savaşanlar
hakkında şöyle buyurdu:
“Kabe
duvarlarına yapışsalar bile (teslim olmazlarsa) onları
öldürün.”
İbrahim
makamı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazı müfessirler;
Mescid-i Haram bölgesinin tümü derken bazıları Mescid-i
Haram’ın bir kısmı, haccın yapıldığı bütün yerler,
İsmail (as)’ın hanımının İbrahim (as)’ın başını yıkamak
için onun ayaklarının altına koyduğu taştır, İsmail (as) babası İbrahim
(as)’a Kabe’yi tesisi edip taşlar verirken
üstünde durduğu taş ve yer olarak ifade ettiler. En doğru
olanı Kabe duvarına yakın olan yerdir. Kabe’nin kapısına
yakın olup Hacer-i Esved’in sağ tarafında bulunmaktadır.
Bununla ilgili sahih hadisler rivayet edilmiştir. Resulullah (sav) Kabe etrafından yedi defa tavaf ettikten ve burarın arka tarafında
iki rekat namaz kıldıktan sonra yukarıdaki ayeti okumuştur.
Bu
makamın manası Kabe’nin duvarı yükselince İbrahim (as) orada
bir taş koyup, üzerinde duvarı tamamlamak için oğlu İsmail (as)’dan taşları alıyordu. Buhari ve diğer hadis kitaplarında
bununla ilgili doğru rivayetler aktarılmaktadır.
İsmail
(as)’ın yaptığı işe değer vererek o yerde namaz kılmamız
emredilmiştir. Zira, Allah’u Teala İbrahim (as)’ın ibadet için
Kâbe’yi tesis etmesini emretmiştir. Resulullah (sav) orada namaz
kıldı. Bundan dolayı orada namaz kılarak, Allah’ın emrine
boyun eğip O’na kulluk etmiş oluruz. İbadet sırf Allah’a
boyun eğmek için yapılır, hiç bir ibadet maddi sebeple
illetlendirilemez ve tefsir edilemez. Dünyada belirli menfaatler
için ibadete yönelinmez. Yapılan ibadetlerin sonucu belli
menfaat doğsun veya doğmasın ibadet ancak Allah’ın
rızasını kazanmak için yapılır.
Allah’u
Teala İbrahim (as) ve oğlu İsmail (as)’a tavaf yapan, itikaf
eden, rüku ve sücut edenler (namaz kılanlar) için Kabe’yi her
pislikten temizlemelerini emretti. Resulullah (sav) Mekke’yi
fethettikten sonra Kabe etrafındaki bütün putları ve
üzerindeki necis (pis) olan şeyleri yok etti. Bu şekilde onu
temizlemiş oldu.
Bugün
bazı camilerde milli devletlerin bayrakları ve liderlerin
resimleri asılıdır. Bu caiz değildir. Çünkü İslam, milli
devletlerin bulunmasını yasaklamaktadır. Müslüman için
ancak tek devlet olmaları zorunluluğu vardır. O devlet, milli
veya milliyetçi değil İslamî dir. Onun bayrağı Resulullah (sav)’in
bayrağı olan, siyah ve üzerinde “La ilahe illallah Muhammed
Resulullah” yazılı bayraktır. Bunun dışında bir bayrak
kullanmak caiz değildir. Türkiye, İran, Suriye, Mısır ve
diğerlerinin bayrakları milli ve milliyetçilik içeren
bayraklardır. Bunları camilere asmak veya benimsemek caiz değildir.
Çünkü camiler; rüku ve sücut için yapılmış yerlerdir
ve orada sadece Allah’a kulluk edilir.
Allah
(cc) kime değer ve saygı göstereceğimizi, kime göstermeyeceğimizi
bir takım emir ve nehylerle bildirdi. İslam, milliyetçi değerlere
ve sembollere karşı saygı göstermemizi yasaklamıştır.
Milliyetçilik;
bölünme ve milliyet taassubuna bağımlılık demektir. Oysa
Allah (cc) kendi ipine bağlanmamızı istedi. Kendisiyle, Resulle ve
müminlerle beraber olmamızı emretti.
Milliyet
veya milliyetçilik kavramının İslam’da yeri yoktur. İslam’da
ancak ümmet kavramı vardır. Bundan dolayı İslam ümmeti ile
ilgili değer ve sembolleri yükseltmemiz gerekmektedir.
Resulullah (sav) milliyetçiliği bir taassup olarak gösterdi ve
ona bağlanmayı nehyetti. Bu hususta şöyle buyurdu:
“Taassuba
(milliyetçiliğe) davet eden bizden değildir.” “onu
(milliyetçiliği) terk edin. O kokuşmuş bir leş gibidir.”
“Allah’a
andolsun ki; sizin üzerinizden babalarla ve ecdatlarla övünme
eylemi olan cahiliyyeyi kaldırdı. Hepiniz Adem’densiniz, Adem
ise topraktandır. İnsanlar iki sınıftır; takvalı olan
kimse Allah indinde değerlidir, takvasız kimse Allah indinde
alçaktır.”
Bu
deliller ışığında; milli ve milliyetçi bayraklar, mili değer
ve semboller cahiliyye ve cahiliyye pisliğinden sayıldığından
dolayı camilere asmak haramdır. Müslümanlar bu tip şeyleri
aynen Resulullah (sav) ve sahabelerin Kabe’yi temizlediği gibi
temizlemeleri gerekir.
|
“İbrahim
de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından
Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle.
Allah buyurdu ki: Kim inkar ederse onu az bir süre faydalandırır,
sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak
yerdir orası!” (Bakara: 126)
|
İbrahim
(as) Mekke’nin emniyetli bir şehir olması için Rab’bine dua
etti. Emniyetli olunca halkı huzur ve emniyet içerisinde yaşayabilir.
İnsan için emniyet; yemek ve giyim gibi önemlidir. Bir memlekette
veya bir yerde emniyet kaybolursa ahalisi hepten korku içerisinde
yaşar ve her an panik durumu içerisinde bulunurlar. Misal
olarak; ABD sürekli halkını terörist saldırılar
karşısında uyarıyor. ABD halkı korku içerisinde yaşamaya
başladı. Bunun eseri olarak ta, bir eğlence yerinde iki kadın
arasında çıkan olayda sprey kullanılması üzerine;
teröristsilerin gaz saldırısında bulundukları zannedilerek
panik çıkmış, oradakilerin topluca ana kapıya yönelmeleri
sonucu onlarca kişi ölmüş ve birçoğu da yaralanmıştır.
Görüldüğü
gibi bir yerde emniyet kalkarsa insanlar ızdıraplı olur,
canları ve malları için korku ve tereddüde düşmeye başlarlar.
Birbirleri hakkında şüpheye düşüp kendilerine olan güvenleri
sarsılır ve ortadan kalkar. Bu sebeple İslam Hilafet devleti tebaasının
yiyecek ve meskenini temin edeceği gibi emniyetini de sağlar.
Buna zorunludur. Temin edeceği üç temel husus olduğu gibi bunu
sağlaması da devlet üzerine bir zorunluluktur.
Temel
hususlar; yiyecek, giyim ve meskendir.
Zaruri
hususlar ise; emniyet, öğrenim ve tedavidir. İnsanlar için
bunlar temin edilirse huzur ve mutlu bir ortam doğar. Bunun dışında
kalanlar ise lüks sayılır ve kişilerin isteklerine bırakılır.
İşte İbrahim (as) emniyetin değerini idrak etmiştir. Ailesi ve
çocuğunu boş ve ıssız bir çölde bırakınca orada emniyetin
olması için Rabbine (Allah’a) dua etmiştir. Nitekim Allahu
Teala Nur suresinin 55. ayetinde iman edip Salih amel işleyenlere
şu üç şeyi vaat etmiştir: Yeryüzünde halife ve hükümran
olmak, kendilerine seçtiği dini yeryüzünde hakim ve egemen kılmak
ve korkuları yok edip yerine kendileri için tam anlamıyla
emniyeti sağlamaktır. Ki; bu şekilde tam manasıyla Allah’a
kulluk edebilsinler.
Mekke
o tarihten beri emniyetli yer olarak bilinmektedir. Orada silah taşımak,
adam öldürmek veya savaşmak haram kılındı. Bu nedenle
Mescid; El-Beledul Haram olarak adlandırıldı. Ayrıca Allah (cc) orasını El-Beledul Emin olarak ta adlandırdı. Beled
suresinin birinci ayetinde bundan bahsedip ona yemin etti. Ancak
fetih gününde Allah Resulü için savaşı ve silahı helal
kıldı. Resulullah (sav) Mekke fethinde şöyle buyurdu:
“Bu
belde, Allah gökleri ve yeryüzünü yarattığı günden itibaren
haram bir belde olarak kılmıştır. Allah’ın haram
kılmasıyla bu memleket kıyamet gününe kadar haram kalacaktır.
Benden önce hiçbir kimseye savaş helal kılınmadı. Benden
sonra kimseye helal olmayacaktır. İşte yalnız bu gün benim
için bir saat kadar helal kılınmıştır. Ondan sonra kıyamete
kadar haram olacaktır…” (Buhari ve Müslim)
Bu
hadise göre bazı müfessirler; “Mekke’nin İbrahim (as)’dan
önce haram bir belde idi.” diyorlar. Fakat İbrahim (as) oraya
gelince orada hiçbir kimse ve hiçbir şey yoktu. Bu hadisin
manası; Allah gökleri ve yeryüzünü yaratınca bu memleketin haram
olacağına karar vermiştir denilebilir. Misal olarak; Allahu
Teala Kur’anını Levh-ı Mahfuzda Hz. Muhammed’e indirmeden
çok önce yazdı. Ama, Hz. Muhammed’i gönderdikten sonra ona
Cebrail (as) vasıtasıyla indirmeye başladı. Veyahut, İbrahim (as)dan önce o belde vardı, fakat yok olmuştu. İbrahim
(as) oraya gelip çocuklarıyla ve ailesiyle onu ihya etti.
Resulullah
(sav) Medine’yi de haram belde olarak kılmıştır. Bu konuda şöyle
buyurmuştur:
“İbrahim
Mekke’yi haram belde yaptı ve ahalisi için Allah’a dua etti.
Ben ise, İbrahim’in Mekke’yi haram belde kıldığı için
Medine’yi haram belde olarak kılıyorum. İbrahim Mekke ahalisi
için dua ettiği gibi Medine ahalisi için iki kat dua ediyorum ki;
onun ölçeği ve yiyeceği bol olsun.” (Buhari ve Müslim)
Biz
de Allah’a dua ediyoruz ki; bütün Müslüman memleketleri
emniyetli belde kılsın ve ahalisine bol rızk versin. Bu da
ancak İslam hakimiyeti ile gerçekleşir.
İslam
dünyasındaki rejimler, onların polisi, istihbarat elemanları
ve jandarmaları memleketlerimizi vahşi hayvanlarla dolu bir ormana
çevirdiler. Herkes rejimden, onun istihbarat ve polis elemanlarından
korkmaya başladı. Oysa polis halkın emniyetini temin etmek için
var olmalıdır. Fakat bu polisiye rejimler ve yöneticiler
halktan ve feryadından korunmak için var olmuştur. Halkı bastırmak,
yöneticilerin zulmüne karşı gelmemek, şeriatı uygulamak
gayesi ve hareketi içerisinde olanları engellemek, ümmetin
hayırlı evlatlarını yönetici yapmak maksadıyla yaptığı
çalışmasını önlemek için o polis vardır. Bu sebeple birçok
Müslüman memleketini terk edip emniyetli bir yer arıyor. Zira
Allah’a kulluk edemiyorlar. Çünkü emniyet, din hakimiyeti
yoktur.
İbrahim
(as) emniyetle beraber Mekke’nin mümin ahalisine bol rızkın verilmesini
Allah’a dua etti. Emniyetle beraber yiyecek ve içecek gerekir. Bu
temeldir. İnsan bunu bulamazsa ölür. İnsan emniyeti bulamazsa
ölmez fakat huzursuz olur ve sıkıntı içerisinde yaşar.
Başka ifadeyle ölüm ve eziyet tehdidi altında yaşar. Misal
olarak; şimdi Almanya Müslümanlar için emniyetsiz bir yer
olmaya başladı. Müslümanlar Almanya devletinin eziyetinden ve
halkının baskısından çekiniyorlar. Müslümanların sıkıntılı
ve huzursuz olmaya başladıklarını görüyoruz. Velev ki;
Almanya’da bol rızk elde etmiş olsalar da.
İbrahim
(as) kafirler için dua etmedi, sadece, sırf müminler için dua
etti. Nitekim kafirler için de dua edilmez. Yalnız, onlar için
hidayete gelmeleri için dua edilir. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (sav)
kafirlerin hidayete gelmeleri için dua etti.
Allahu
Teala kafirleri yarattığı ve ecelleri gelene kadar (yaşatacağı
için) onlara rızkta verecektir. Bu sebeple kafirleri kısa bir süre
için (dünyada) rızkından faydalandıracağını söyledi. Bu
nedenle kafirlerin rızklandığı ve bol servet elde ettiklerini görüyoruz.
Bu onlar için bir imtihandır ve bir fitnedir. Ki, onlar rızkıyla
mağrur olup küfründe devam etsin ve sarhoş olsun. Bunların
geleceği cehennemdir, o ne kötü gelecek ve varılacak yerdir.
Bazıları
şöyle diyecekler: “Filan kafir, çok mala ve servete
sahiptir. Onun çalıştığı gibi çalışalım.”
Kasas
süresinde Karun kısası anlatılıyor, herkes Karun gibi olmak
veya Karun’un elde ettiği kadar elde etmek istedi. Müminler diğerlerine
bunun fitne olduğunu ikaz ediyorlardı. Karun ve serveti yok
olunca insanlar uyandılar ve bunun fitne olduğunu fark ettiler.
Bu
gün herkes ABD’nin zenginliyle ve gücüyle adanmıştır. Ona
uymaya çalışıyor, fikrini kabul ediyor, cumhuriyet nizamını,
global kavramlarını ve demokratik sistemlerini ithal ediyorlar.
Bu insanlar, bu zenginlik ve gücün az bir süre için ve geçici
olduğunu görmelidirler. Elbette Allah onu yok edecektir. Sonra
yeryüzünde adaleti sağlayacak devlet gelecektir. Tarihte;
güçlü ve zengin Rum devletinin yok olup yerine İslam Devletinin
galip geldiği gibi.
Çoğu
insan servet elde ediyor ve bununla mağrur oluyor. Böylece Karun
gibi; ya dinini terk ediyor ya da günah işlemeye çalışıyor.
Fakat neticede bunu terk edecek ve ölecektir. Bunu kendisiyle
beraber götüremeyecektir. Ahirette bu nedenle çok azap
görecektir.
Mümin
rızklanınca Allah’a şükreder, hakkını verir, ahiret için
yatırım yapar, böylece dünyayı ve ahireti kazanmış olur.
|