Ana Sayfa YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003 E-Mail

TEFSİR: BAKARA SURESİ  AYET: 125-126

Esad MANSUR

Allah (cc) şöyle buyuruyor:

“Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlara toplanma mahalli ve güvenli bir yer kıldık. Siz de İbrahim'in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın). İbrahim ve İsmail'e: Tavaf edenler, ibadete kapananlar, rükû ve secde edenler için Evim'i temiz tutun, diye emretmiştik.” (Bakara: 125)

Allah’u Teala insanları kendisine kulluk etmeleri için bazı sembol yerler kılmıştır. Kabe gibi. Kabe; taşlardan ibarettir. Sadece manevi bir değeri vardır. İnsan ibadet ederken yüzünü belli bir tarafa yöneltmesi gerekir. Bu nedenden dolayı Allah’u Teala Kabe’yi yüzlerin yöneliş yeri kılmıştır. Daha önce Mescid-i Aksaya kıble olarak yönelinmekteydi. Daha sonra kıble olarak Kabe belirlendi. Burada taşlara tapma olayı yoktur. Şar’i oraya yönelinmesini emrettiği için bu iş gerçekleştirilmektedir. Hz. Ömer Hacer-ul Esvet’i öperken şöyle dedi:

“Sen bir taşsın, ne fayda ne de zarar getirebilirsin. Rasulullah’ın (sav)’in seni öptüğünü görmeseydim seni öpmezdim.”

Sahabeler Resulullah (sav) bir ağaç altında biat verdiler. Bu biate (sözleşmeye) Rıdvan biatı denilir. Rıdvan; rıza göstermektir. Allah (cc) bununla ilgili Fetih suresinde şöyle buyurarak bu olayı övmektedir:

“Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, o müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı bilmiş, onlara güven duygusu vermiş ve onları pek yakın bir fetihle ödüllendirmiştir.” (Fetih: 18)

Hz. Ömer döneminde Müslümanlar bu ağaca önem verip, onu ziyaret etmeye başladılar. Bu olay üzerine Halife Ömer (ra) bu ağacı kestirdi. Zira Kur’anda ve Sünnette bir nas bulunmadığı müddetçe böyle şeylere değer vermek yanlıştır. Allah’a yaklaşmak için de olsa ziyaret edilemez. Bu işte sevap olmadığı gibi değer vererek Allah’a yaklaşmak maksadıyla ziyaret edilirse günah işlenmiş olur. Bu nedenle Resulullah (sav), Allah’a yaklaşmak ve sevap elde etmek için ziyaret edilecek yalnız üç yer gösterdi. Bunlar; Kabe (Mescid-i Haram’da buna dahil), Mescid-i Aksa ve Mescid-i Nebevi’dir. Diğer camilere gitme olayı normal bir camiye gitme gibi olup, herhangi bir camide kılınan namaz gibi sevap alınır.

Allah (cc), Mescid-i Haram içinde Kabe olduğu için oraya gidilmesini istedi. Bir çok ayette Kabe yerine Mescid-i Haram sözcüğü kullanılıyor:

“Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir.” (Bakara: 144)  

ayetinde olduğu gibi.

İbrahim (as) ibadet için Kabe’yi tesis etmişti. Bu ona Allah (cc)’nun bir emri idi. Bu nedenle Allah’u Teala bizlere orasını bir toplantı, dönüş ve yöneliş yeri kılmıştır. Ayette () sözcüğü geçiyor. Bunun manası; toplantı, dönüş ve yöneliş anlamındadır. Müslümanlar oraya (Kâbe’ye) gidip hac yapsınlar, oraya tekrar tekrar gitme arzuları doğsun. Aynı anda ibadetlerinde oraya yönelsinler. Ayette; () "insanlar için" sözcükleri geçti. Bunun nedeni; insanlar imandan sorumlu oldukları gibi ibadetten de sorumlu tutulur. Hac farzıyla ilgili ayette şöyle geçti:

“Orada apaçık nişâneler, (ayrıca) İbrahim'in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur. Yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkar ederse, bilmelidir ki, Allah bütün âlemlerden müstağnîdir.” (Ali İmran: 97)

Kıyamet gününde insanlar imandan sorguya çekilecekleri gibi ibadet hususunda da sorguya çekileceklerdir. İmanları yoksa cehennemde ebedi olarak kalacaklardır. İbadet yapmadıklarından dolayı da azapları katlanacaktır. Allah (cc) bir ayette şöyle buyurdu:

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana İlâhınızın bir tek İlâh olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” (Fussilet: 6)

İbadetleri yerine getirmenin ana şartı imandır. İman edilmediği müddetçe yapılan ibadetler kabul edilmez. İmandan sonra ana şart niyettir. Tevbe suresi 7. ayette müşriklere Allah’ın mescitleri yasak kılınmıştır. Zekat onlar inanıncaya kadar alınmaz.

Öte yandan Mescid-i Haram emniyetli yer kılınmıştır. Bundan dolayı da bu adla isimlendirilmiştir. Orada savaşmak, öldürmek ve herhangi bir kişiye eziyet etmek haramdır. Ancak düşman oraya saldırırsa ona karşı savaşılır, katil, suçlu kimse veya mürted olan kimse oraya sığınırsa onlara karşı konulur. Nitekim Resulullah (sav) mürted ve İslam’la savaşanlar hakkında şöyle buyurdu:

“Kabe duvarlarına yapışsalar bile (teslim olmazlarsa) onları öldürün.”

İbrahim makamı hakkında ihtilaf edilmiştir. Bazı müfessirler; Mescid-i Haram bölgesinin tümü derken bazıları Mescid-i Haram’ın bir kısmı, haccın yapıldığı bütün yerler, İsmail (as)’ın hanımının İbrahim (as)’ın başını yıkamak için onun ayaklarının altına koyduğu taştır, İsmail (as) babası İbrahim (as)’a Kabe’yi tesisi edip taşlar verirken üstünde durduğu taş ve yer olarak ifade ettiler. En doğru olanı Kabe duvarına yakın olan yerdir. Kabe’nin kapısına yakın olup Hacer-i Esved’in sağ tarafında bulunmaktadır. Bununla ilgili sahih hadisler rivayet edilmiştir. Resulullah (sav) Kabe etrafından yedi defa tavaf ettikten ve burarın arka tarafında iki rekat namaz kıldıktan sonra yukarıdaki ayeti okumuştur.

Bu makamın manası Kabe’nin duvarı yükselince İbrahim (as) orada bir taş koyup, üzerinde duvarı tamamlamak için oğlu İsmail (as)’dan taşları alıyordu. Buhari ve diğer hadis kitaplarında bununla ilgili doğru rivayetler aktarılmaktadır.

İsmail (as)’ın yaptığı işe değer vererek o yerde namaz kılmamız emredilmiştir. Zira, Allah’u Teala İbrahim (as)’ın ibadet için Kâbe’yi tesis etmesini emretmiştir. Resulullah (sav) orada namaz kıldı. Bundan dolayı orada namaz kılarak, Allah’ın emrine boyun eğip O’na kulluk etmiş oluruz. İbadet sırf Allah’a boyun eğmek için yapılır, hiç bir ibadet maddi sebeple illetlendirilemez ve tefsir edilemez. Dünyada belirli menfaatler için ibadete yönelinmez. Yapılan ibadetlerin sonucu belli menfaat doğsun veya doğmasın ibadet ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapılır.

Allah’u Teala İbrahim (as) ve oğlu İsmail (as)’a tavaf yapan, itikaf eden, rüku ve sücut edenler (namaz kılanlar) için Kabe’yi her pislikten temizlemelerini emretti. Resulullah (sav) Mekke’yi fethettikten sonra Kabe etrafındaki bütün putları ve üzerindeki necis (pis) olan şeyleri yok etti. Bu şekilde onu temizlemiş oldu.

Bugün bazı camilerde milli devletlerin bayrakları ve liderlerin resimleri asılıdır. Bu caiz değildir. Çünkü İslam, milli devletlerin bulunmasını yasaklamaktadır. Müslüman için ancak tek devlet olmaları zorunluluğu vardır. O devlet, milli veya milliyetçi değil İslamî dir. Onun bayrağı Resulullah (sav)’in bayrağı olan, siyah ve üzerinde “La ilahe illallah Muhammed Resulullah” yazılı bayraktır. Bunun dışında bir bayrak kullanmak caiz değildir. Türkiye, İran, Suriye, Mısır ve diğerlerinin bayrakları milli ve milliyetçilik içeren bayraklardır. Bunları camilere asmak veya benimsemek caiz değildir. Çünkü camiler; rüku ve sücut için yapılmış yerlerdir ve orada sadece Allah’a kulluk edilir.

Allah (cc) kime değer ve saygı göstereceğimizi, kime göstermeyeceğimizi bir takım emir ve nehylerle bildirdi. İslam, milliyetçi değerlere ve sembollere karşı saygı göstermemizi yasaklamıştır.

Milliyetçilik; bölünme ve milliyet taassubuna bağımlılık demektir. Oysa Allah (cc) kendi ipine bağlanmamızı istedi. Kendisiyle, Resulle ve müminlerle beraber olmamızı emretti.

Milliyet veya milliyetçilik kavramının İslam’da yeri yoktur. İslam’da ancak ümmet kavramı vardır. Bundan dolayı İslam ümmeti ile ilgili değer ve sembolleri yükseltmemiz gerekmektedir. Resulullah (sav) milliyetçiliği bir taassup olarak gösterdi ve ona bağlanmayı nehyetti. Bu hususta şöyle buyurdu:

“Taassuba (milliyetçiliğe) davet eden bizden değildir.” “onu (milliyetçiliği) terk edin. O kokuşmuş bir leş gibidir.”

“Allah’a andolsun ki; sizin üzerinizden babalarla ve ecdatlarla övünme eylemi olan cahiliyyeyi kaldırdı. Hepiniz Adem’densiniz, Adem ise topraktandır. İnsanlar iki sınıftır; takvalı olan kimse Allah indinde değerlidir, takvasız kimse Allah indinde alçaktır.”

Bu deliller ışığında; milli ve milliyetçi bayraklar, mili değer ve semboller cahiliyye ve cahiliyye pisliğinden sayıldığından dolayı camilere asmak haramdır. Müslümanlar bu tip şeyleri aynen Resulullah (sav) ve sahabelerin Kabe’yi temizlediği gibi temizlemeleri gerekir.

“İbrahim de demişti ki: Ey Rabbim! Burayı emin bir şehir yap, halkından Allah'a ve ahiret gününe inananları çeşitli meyvelerle besle. Allah buyurdu ki: Kim inkar ederse onu az bir süre faydalandırır, sonra onu cehennem azabına sürüklerim. Ne kötü varılacak yerdir orası!” (Bakara: 126)

İbrahim (as) Mekke’nin emniyetli bir şehir olması için Rab’bine dua etti. Emniyetli olunca halkı huzur ve emniyet içerisinde yaşayabilir. İnsan için emniyet; yemek ve giyim gibi önemlidir. Bir memlekette veya bir yerde emniyet kaybolursa ahalisi hepten korku içerisinde yaşar ve her an panik durumu içerisinde bulunurlar. Misal olarak; ABD sürekli halkını terörist saldırılar karşısında uyarıyor. ABD halkı korku içerisinde yaşamaya başladı. Bunun eseri olarak ta, bir eğlence yerinde iki kadın arasında çıkan olayda sprey kullanılması üzerine; teröristsilerin gaz saldırısında bulundukları zannedilerek panik çıkmış, oradakilerin topluca ana kapıya yönelmeleri sonucu onlarca kişi ölmüş ve birçoğu da yaralanmıştır.

Görüldüğü gibi bir yerde emniyet kalkarsa insanlar ızdıraplı olur, canları ve malları için korku ve tereddüde düşmeye başlarlar. Birbirleri hakkında şüpheye düşüp kendilerine olan güvenleri sarsılır ve ortadan kalkar. Bu sebeple İslam Hilafet devleti tebaasının yiyecek ve meskenini temin edeceği gibi emniyetini de sağlar. Buna zorunludur. Temin edeceği üç temel husus olduğu gibi bunu sağlaması da devlet üzerine bir zorunluluktur.

Temel hususlar; yiyecek, giyim ve meskendir.

Zaruri hususlar ise; emniyet, öğrenim ve tedavidir. İnsanlar için bunlar temin edilirse huzur ve mutlu bir ortam doğar. Bunun dışında kalanlar ise lüks sayılır ve kişilerin isteklerine bırakılır. İşte İbrahim (as) emniyetin değerini idrak etmiştir. Ailesi ve çocuğunu boş ve ıssız bir çölde bırakınca orada emniyetin olması için Rabbine (Allah’a) dua etmiştir. Nitekim Allahu Teala Nur suresinin 55. ayetinde iman edip Salih amel işleyenlere şu üç şeyi vaat etmiştir: Yeryüzünde halife ve hükümran olmak, kendilerine seçtiği dini yeryüzünde hakim ve egemen kılmak ve korkuları yok edip yerine kendileri için tam anlamıyla emniyeti sağlamaktır. Ki; bu şekilde tam manasıyla Allah’a kulluk edebilsinler.

Mekke o tarihten beri emniyetli yer olarak bilinmektedir. Orada silah taşımak, adam öldürmek veya savaşmak haram kılındı. Bu nedenle Mescid; El-Beledul Haram olarak adlandırıldı. Ayrıca Allah (cc) orasını El-Beledul Emin olarak ta adlandırdı. Beled suresinin birinci ayetinde bundan bahsedip ona yemin etti. Ancak fetih gününde Allah Resulü için savaşı ve silahı helal kıldı. Resulullah (sav) Mekke fethinde şöyle buyurdu:

“Bu belde, Allah gökleri ve yeryüzünü yarattığı günden itibaren haram bir belde olarak kılmıştır. Allah’ın haram kılmasıyla bu memleket kıyamet gününe kadar haram kalacaktır. Benden önce hiçbir kimseye savaş helal kılınmadı. Benden sonra kimseye helal olmayacaktır. İşte yalnız bu gün benim için bir saat kadar helal kılınmıştır. Ondan sonra kıyamete kadar haram olacaktır…” (Buhari ve Müslim)

Bu hadise göre bazı müfessirler; “Mekke’nin İbrahim (as)’dan önce haram bir belde idi.” diyorlar. Fakat İbrahim (as) oraya gelince orada hiçbir kimse ve hiçbir şey yoktu. Bu hadisin manası; Allah gökleri ve yeryüzünü yaratınca bu memleketin haram olacağına karar vermiştir denilebilir. Misal olarak; Allahu Teala Kur’anını Levh-ı Mahfuzda Hz. Muhammed’e indirmeden çok önce yazdı. Ama, Hz. Muhammed’i gönderdikten sonra ona Cebrail (as) vasıtasıyla indirmeye başladı. Veyahut, İbrahim (as)dan önce o belde vardı, fakat yok olmuştu. İbrahim (as) oraya gelip çocuklarıyla ve ailesiyle onu ihya etti.

Resulullah (sav) Medine’yi de haram belde olarak kılmıştır. Bu konuda şöyle buyurmuştur:

“İbrahim Mekke’yi haram belde yaptı ve ahalisi için Allah’a dua etti. Ben ise, İbrahim’in Mekke’yi haram belde kıldığı için Medine’yi haram belde olarak kılıyorum. İbrahim Mekke ahalisi için dua ettiği gibi Medine ahalisi için iki kat dua ediyorum ki; onun ölçeği ve yiyeceği bol olsun.” (Buhari ve Müslim)

Biz de Allah’a dua ediyoruz ki; bütün Müslüman memleketleri emniyetli belde kılsın ve ahalisine bol rızk versin. Bu da ancak İslam hakimiyeti ile gerçekleşir.

İslam dünyasındaki rejimler, onların polisi, istihbarat elemanları ve jandarmaları memleketlerimizi vahşi hayvanlarla dolu bir ormana çevirdiler. Herkes rejimden, onun istihbarat ve polis elemanlarından korkmaya başladı. Oysa polis halkın emniyetini temin etmek için var olmalıdır. Fakat bu polisiye rejimler ve yöneticiler halktan ve feryadından korunmak için var olmuştur. Halkı bastırmak, yöneticilerin zulmüne karşı gelmemek, şeriatı uygulamak gayesi ve hareketi içerisinde olanları engellemek, ümmetin hayırlı evlatlarını yönetici yapmak maksadıyla yaptığı çalışmasını önlemek için o polis vardır. Bu sebeple birçok Müslüman memleketini terk edip emniyetli bir yer arıyor. Zira Allah’a kulluk edemiyorlar. Çünkü emniyet, din hakimiyeti yoktur.

İbrahim (as) emniyetle beraber Mekke’nin mümin ahalisine bol rızkın verilmesini Allah’a dua etti. Emniyetle beraber yiyecek ve içecek gerekir. Bu temeldir. İnsan bunu bulamazsa ölür. İnsan emniyeti bulamazsa ölmez fakat huzursuz olur ve sıkıntı içerisinde yaşar. Başka ifadeyle ölüm ve eziyet tehdidi altında yaşar. Misal olarak; şimdi Almanya Müslümanlar için emniyetsiz bir yer olmaya başladı. Müslümanlar Almanya devletinin eziyetinden ve halkının baskısından çekiniyorlar. Müslümanların sıkıntılı ve huzursuz olmaya başladıklarını görüyoruz. Velev ki; Almanya’da bol rızk elde etmiş olsalar da.

İbrahim (as) kafirler için dua etmedi, sadece, sırf müminler için dua etti. Nitekim kafirler için de dua edilmez. Yalnız, onlar için hidayete gelmeleri için dua edilir. İbrahim (as) ve Hz. Muhammed (sav) kafirlerin hidayete gelmeleri için dua etti.

Allahu Teala kafirleri yarattığı ve ecelleri gelene kadar (yaşatacağı için) onlara rızkta verecektir. Bu sebeple kafirleri kısa bir süre için (dünyada) rızkından faydalandıracağını söyledi. Bu nedenle kafirlerin rızklandığı ve bol servet elde ettiklerini görüyoruz. Bu onlar için bir imtihandır ve bir fitnedir. Ki, onlar rızkıyla mağrur olup küfründe devam etsin ve sarhoş olsun. Bunların geleceği cehennemdir, o ne kötü gelecek ve varılacak yerdir.

Bazıları şöyle diyecekler: “Filan kafir, çok mala ve servete sahiptir. Onun çalıştığı gibi çalışalım.”

Kasas süresinde Karun kısası anlatılıyor, herkes Karun gibi olmak veya Karun’un elde ettiği kadar elde etmek istedi. Müminler diğerlerine bunun fitne olduğunu ikaz ediyorlardı. Karun ve serveti yok olunca insanlar uyandılar ve bunun fitne olduğunu fark ettiler.

Bu gün herkes ABD’nin zenginliyle ve gücüyle adanmıştır. Ona uymaya çalışıyor, fikrini kabul ediyor, cumhuriyet nizamını, global kavramlarını ve demokratik sistemlerini ithal ediyorlar. Bu insanlar, bu zenginlik ve gücün az bir süre için ve geçici olduğunu görmelidirler. Elbette Allah onu yok edecektir. Sonra yeryüzünde adaleti sağlayacak devlet gelecektir. Tarihte; güçlü ve zengin Rum devletinin yok olup yerine İslam Devletinin galip geldiği gibi.

Çoğu insan servet elde ediyor ve bununla mağrur oluyor. Böylece Karun gibi; ya dinini terk ediyor ya da günah işlemeye çalışıyor. Fakat neticede bunu terk edecek ve ölecektir. Bunu kendisiyle beraber götüremeyecektir. Ahirette bu nedenle çok azap görecektir.

Mümin rızklanınca Allah’a şükreder, hakkını verir, ahiret için yatırım yapar, böylece dünyayı ve ahireti kazanmış olur.

YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003

Yukarı