Ana Sayfa YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003 E-Mail

TÜRKİYE - IRAK KRİZİNE SİYASİ BİR BAKIŞ

A. SEYFULİSLAM - 7/3/2003

4 martta yapılan oylamada Türkiye parlamentosu, Amerikan ordularının Türkiye topraklarında yerleşmesine izin vermedi. (Resmen bir izin çıkmasa da Amerikan ordusu doğuda, kiraladığı bir çok bölgede üsler kurmaya başladı.)

Bu savaş hazırlıkları Iraklı Müslümanlara karşı bir haçlı seferlerinin uzantısı olup sömürge ve işgali içermektedir.

62 bin (bu sayının daha yüksek olma ihtimali var) Amerikan askerinin Irak’a saldırmak için Türkiye’de konuşlanmasına izin verecek tezkere, gerekli çoğunluğu sağlanamadığından reddedildi. Karar, Washington’da şaşkınlıkla karşılandı ve siyasiler arasında olumsuz bir hava estirdi. Ankara’da da tezkere taraftarları, tezkerenin onaylanmasını dört gözle bekliyorlardı. Çıkan sonuç onların nezdinde bir krize dönüştü. Oylama öncesi, ABD -Türkiye makamları arasında karşılıklı görüşmelerde bir çok şeyler taahhüt edilmiş, görüşmeler yapılmış, ticari antlaşmalar sağlanmış, bazı konularda siyasi konsensüs oluşmuş, bilgi aktarımları gerçekleştirilmiş ve dolaylı olarak da Washington’un baskısı ile Ankara üzerinde etkinlik sağlanmıştı. Meclisin ve siyasilerin üzerinde Amerikan ordularına gerekli oluşumların sağlanacağı beklentisi içerisinde yapılan baskılar olumlu bir sonuca götürmedi. Meclis ve siyasiler, Müslüman halkın ezici çoğunluğunun Irak saldırısına karşı takındığı tutum karşısında geri adım atarak oylamanın şeklini değiştirmiş oldular. Bu belki sıradan bir gelişme olarak kabul edilebilir.

Bu gelişmeler doğrultusunda siyasi durumu dikkatle ele aldığımız da bu oylamanın hiçte sürpriz olmadığını görürüz:

a- Oylama, Tayyip Erdoğan’ın Siirt’te ertelenen seçimden sivrilerek çıkmasıyla doğrudan bağlantılı idi. Burada hiçbir engelle karşılaşmaması ve iktidarda sağlam bir yere oturması, başbakanlık yolunun açılması tasarlanmıştı. Bu oylamada, ABD ağırlıklı alınacak karar bu seçimlere gölge düşürüp, Tayyip’in seçilmesine engel olabilirdi. Yani Tayyip’in doğrudan ABD yanlısı olduğu ve İslam’a tamamen ters düştüğü kanaati halkta hakim olabilir ve halk hükümet karşıtı bir yöneliş içerisine girebilirdi. Bu da Amerikanın desteğiyle iktidara taşınmış olan, İslamcı görünümü verilmiş AKP’nin yıpranmasına, hatta yıkılmasına yol açabilirdi. Bu şekilde davranılarak bunlar önlenmiş oldu.

b- Türkiye siyasetinde oluşacak bir kriz, ABD’nin bölge üzerindeki hareketliliğini geciktirir, siyasetini etkiler ve değişikliklere gerek duyulmasına yol açarak ABD ordusunun bölgeye taşınması ve yerleşmesinin ileri tarihlere sarkmasına ve saldırının gecikmesine yol açabilirdi.

Tezkere sonrası gelişmelere bakıldığında; halk üzerinde bir memnuniyet eseri bıraktığını görüyoruz. Bu doğrultuda seçmenin desteğini alan AKP Siirt’teki üç milletvekilini de alarak konumunu biraz daha pekiştirdiği görülmektedir.

ABD’de birinci tezkere (halen içeriği gizli tutulan) doğrultusunda (ikinci tezkere oylamasından hiç etkilenmemişçesine) bölgede hızlı bir yığınak yapmaktadır. Bu olaylar karşısında tezkereyi reddeden meclis, askerler, siyasiler ve halk sessizlik içerisinde ABD’nin faaliyetlerini izlemekte, hatta taşıma ve korumada yardımcı olmaktadırlar. Yani ikinci tezkere bir oyundan ibaretti.

Türk askerinin Kuzey Irak’ta konuşlandırılması:

a- Kuzey Irak’ta, bir Kürt devletinin kurulmasını engelleme açısından, Türkiye’nin 52 bin askerini bölgede bulundurması için ABD -Türkiye arasında bir konsensüs (anlaşma) sağlandığı üzerinde durulmaktadır.

b- Ayrıca, Kerkük ve Musul üzerinde Türk devleti hak iddia ediyor ve petrol gelirlerine ortak olmak istediğini dile getiriyor. Bu hususta yazılı bir güvencenin olmadığı Amerika’dan sadece sözlü bir güvencenin alındığından bahsedilmektedir.

c- Türkiye’nin şüphelerini gidermek için; Irak’a karşı ABD tarafından silahlandırılan Kürt milislerin savaş sonrası, Türkiye’nin de gözetiminde silahsızlandırılmasında anlaşmaya varıldığı söyleniyor.

Bu hususlarda, ABD güvencesi ve anlaşmaları yalandan ibarettir. ABD bu bölgede istediği konuma ulaşana kadar bazı vaatlerde bulunmaktadır. Fakat ABD’nin geçmişine bakıldığında bu tür konularda hiçte samimi olmadığı ortadadır. Birinci Körfez savaşında Türkiye’ye ABD tarafından vaat edilen hususların hiçbirisinin yerine getirilmediğini herkes bilmektedir. Türkiye’nin bu şekilde (ABD ile birlikte) bölgeye girmesi haram olan bir husustur. Bu hem Amerika’ya yardımı, işinin kolaylaşmasını doğurur hem de kavmiyetçi, bölgesel ayrımcılıklara sebep olur.

Türkiye’nin Irak’a girmesi ancak; ümmeti birleştirmek, İslam hukukunu tatbik etmek ve Irak halkını Hilafet Devletinin sancağı altında toplamak amaçlı olabilir. Aksi; küfre hizmetten başka bir sonuç doğurmaz.

ABD’nin Türkiye’yi bölgeye çekmesinin asıl amacı; ABD ve Türkiye’nin ön plana çıkarttığı Barzani ve Talabani kuvvetinin korunmasıdır. Çünkü; bölgenin genel yapısı göz önünde bulundurulduğunda bunların ufak aşiretlerden oluştuğu gözükmektedir. Hatta bir çok aşiretinde onayını almış değillerdir. Bu bir anlamda Barzani ve Talabani güçleri için tehdit unsurudur ve bu tehlikeye karşı korunması gerekir.

ABD ve Türkiye’yi yakından ilgilendiren başka bir tehdit unsuru; hala ABD tarafından da denetim altına alınmamış olan bölgedeki İslami gurupların bulunmasıdır. Bölgede (Irak-İran sınırı boyunca çeşitli İslami guruplar bulunmaktadır. Bu durum ise hem Türkiye hem de Amerika’yı kaygılandırmaktadır. Amerika’nın bölgeye yalnız girmesi düşmanlığı biraz daha körükleyebilir. Bundan dolayı ABD Türk ordusunun bölgeye girmesine yeşil ışık yakmıştır. Bu şekilde Amerikanın işi biraz daha kolaylaşmış olacaktır.

Bu paralelde, İngilizlerin, Türk ordusunun bölgeye girmesine ılımlı bakışları da bulunmaktadır. İngilizler, Türk ordusu yolu ile ABD’yi Kuzey Irakta denetleme gücüne sahip olacağı kanaatindedir. Oysa; Türk ordusu ve yöneticiler (eğer kısa dönem içerisinde bir değişiklik olmazsa) ABD yanında yer alma kararı vermiştir.

Türk ordusunun, ABD’nin istediği ortam oluştuktan sonra kendi sınırı içerisine çekilmekten başka alternatifi yoktur. Bu noktada bazı gelişmeler su yüzüne çıkmıştır. Amerikanın Türkiye’yi bölgeye çağırmasından rahatsız olan bazı guruplar ön plana çıkmaya başladı. Kürt liderler Beyaz Saraya çağrıda bulunarak Amerika’dan bu kararını geri almasını istediler. Türk ordusunun bölgeye gelmesine hiçbir geçerli sebep bulunmadığını KDP ileri sürmektedir.

Her iki Kürt lider (Talabani ve Barzani) Amerika’nın bölgedeki işlerini kolaylaştırmaktadır. Saddam’a ve Mücahidin’e karşı tavır alarak Amerika’nın hizmetinde olduklarını pekiştirmeye çalışıyorlar. Ayrıca tağuta bağlılıklarını Müslümanlara karşı saldırganlıkları ile göstermek istemektedirler. Müslümanları öldürerek ve tutuklayarak bunu ispatlamışlardır. Bunlar, Amerika tarafından kullanılan birer kuklalardır. Türkiye’de bu oyunun içerisindedir. Ne tür anlaşma sağlarlarsa sağlasın bir Kürt devleti oluşmasını engellemede etkili olamayacaktır. Çünkü zemini milliyetçi yapısıyla kendisi oluşturmuştur.

Müslüman Türk ve Kürt halkı gelişen olaylar karşısında susmakla gelişmelere ortak olmaktadır. Kandırıldıklarının fevkinde olmaları gerekir. Sonra kendileri kafirlerce kandırılan ilk kavim değildir. Afganistan ve dünyanın çeşitli bölgelerinde kandırılan halkların durumuna bir baksınlar ve onların haline düşmekten kaçınmasınlar! Amerika işi bitene kadar kendilerini kullanacak ve daha sonra hiçbir değere layık görmeyerek dışlayacaktır. Liderlerine bağlılıktan vazgeçmeleri, onları hainlikle suçlamaları ve onları ABD gibi düşman ilan etmeleri üzerlerine bir borçtur. Ebu Hureyre (ra)’dan Resulullah (sav)’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

“Mü’min bir delikten iki kez sokulmaz”

Amerikan planlarına baktığımızda planlarından bir tanesi de; Türk bölgesinden Irak’a bir cephenin açılması, kuzey cephesi ile Irak’a ağır darbe vurularak savaşın kısa bir dönemde, az bir zayiatla sonuçlanmasını sağlamaktır. Bundan dolayı ikinci bir oylama olsun veya olmasın Kuzeyden cephe açma konusunda ısrarlıdır.

Herhangi bir engel (ikinci bir tezkerenin reddi) durumunda Amerikan askerlerinin kuzeyden havadan indirilmesi söz konusudur. Bu girişim riskli olduğundan son seçenek olarak düşünülmektedir.

Seçimlerin sonuçlanmasından sonra ABD ikinci tezkere konusunda ısrarını tekrarlayacaktır. Bu doğrultuda, ret oyu veren milletvekilleri birebir kıskaca alınarak bazı hediyeler (!) önlerine konacaktır. Aynı anda hükümetin ekonomik sorunlarını çözmede ek yardımlar gündeme getirilerek retçi milletvekilleri yumuşatılmaya çalışılacaktır. Birinci tezkerenin reddedilmesinden sonra görülmemiş bir şekilde vergi ve zamların gelmesiyle toplumun baskı altına alınması, bu yolla da milletvekilleri üzerinde etkinlik sağlanması düşünülmektedir. Bir yerde halk ve milletvekilleri “çaresizlik” düşüncesi altında bırakılarak düşünmeden, her şeyin kabul edilmesi cihetine meylettirilmek istenmektedir. Ki, yapılan açıklamalarda bu doğrultudadır. Hükümet yetkilileri; “her konumun bir riski vardır. Reddedenler doğacak riske katlanmak zorundadır.” gibi ifadelerle halkın üzerinde ekonomik baskılarını artıracaklarının sinyallerini verdiler.

Aynı zamanda Amerika Türkiye’de güç sahibi olan generallerle de yakın temas halindedir. Onları yanına çekmek için sınır güvencesi vereceğini, Kürt devletinin kurulmamasında kendilerine yardımcı olacağını, askeri kredilerin bir kısmını sileceğini, Irakta eşit komuta altında işbirliği yapabileceklerini, Kerkük ve Musul petrollerinden taşeron şirketler yolu ile generallerin ceplerine dolarların akacağını vaat etmektedir. Bunların hiçbiri gerçekçi değildir, olsa dahi bu şekilde hareket ümmete ihanettir.

Generallerin bu oyunlara kanmaları mümkündür. Çünkü onlar meseleye hiçbir zaman ideolojik açılımla yaklaşmış değillerdir. Sekülarist (akılcı), menfaat çizgisinde hareket eden güç sahipleri, yüzeysel bakışlarla hareket ettikleri için bu oyunlara çabukça kanabilirler.

Küfrün nasyonalizmi (milliyetçiliği), menfaatçiliği, sekülarizmi kullanarak İslam ümmeti üzerinde yürüttüğü politikalar artık net bir şekilde kamuoyuna yansımaktadır. Müslümanlar bu çizgiyi takip eden politikacılara kanmamaları gerekir. Bu politikalar ancak Müslümanların ayaklarının altında (solucan gibi ezilenlerden) olması gerekenlerdir.

Türkiye’de halk yeterli derecede aydın düşünceye sahip olmasa da yöneticilerinin açıkça Amerikan kuklaları olduğunu anlamıştır. Bu anlayış yalnız bırakılmaması gerekir. Müslümanlar, kendi hayat tarzları olan İslami hayata yönelmeli, kendi devletleri olan Hilafeti kurmak için harekete geçmelidir. Irak, Kürt, Arap v.b. halkları karşısına (düşman cephesinde olma) yerine onlarla ideolojisinin gereği birleşmeye, tek ümmet olmaya yönelmelidir.

Dünyanın dört bir yanında esen savaş karşıtı gösteriler ve Türkiye’de barış yanlısı kesilenlerin icraatları Müslümanlar için bir sevinç kaynağı olmaması gerekir. Bütün bu gösterilerin arkasında yatan ana etken batı güdümlü odaklara hizmettir. Genelde İngiltere’nin yönlendirdiği bu protestolar, İngiliz çıkarlarına hizmet amaçlıdır. En tehlikeli yönü ise; Türkiye halkı ve bütün Müslümanlar üzerinde meselenin İslami olmaktan uzaklaştırılması amacına yöneliktir. Nitekim olay bu noktaya da taşınmıştır. Birinci Körfez savaşında yapılan protestolarda yeterli olmasa da İslami bir bakış hakimdi. Ne yazıkki o kadarını dahi günümüzde göremiyoruz.

Müslümanların tümünü yakından ilgilendiren ve İslami bir mesele olan Irak meselesinde Müslümanların bu olayı İslami açıdan çözmek zorundadırlar. Bundan dolayı Türkiye ve diğer İslam beldelerinde İslami eğilimi ortaya çıkaracak kitle hareketleri canlanmalı, ümmete öncülük edecek hareketlerin dalga dalga yayılması sağlanmalıdır. İslam’ı koruma, ümmeti birleştirme, tek vücut olma, küffarı ve onların kahrolası yöneticilerini alaşağı etmek için canların ve malların feda edilmesi zamanıdır. Böylesi bir yöneliş kafirlerin ve kahrolası yöneticilerin oyununu bozacak, nice tahtlar devrilecek, İslam ümmetini birleştirici, Kapitalizmi yerden yere vurucu kavga başlamış olacaktır. Ardından tüm dünyaya İslam daveti Hilafet yolu ile taşınacak ve adalet yerini bulacaktır. İşte, o gün Müslümanlar Allah’ın rızasına nail olmuş, şerefli bir konumda, huzur içerisinde olacaktır. O günler (Allah’ın izniyle) yakındır. Ne mutlu şu an bu yolu açmak için mücadele edenlere…

“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın; onları rezil etsin; sizi onlara galip kılsın ve mümin toplumun kalplerini ferahlatsın.” (Tevbe: 14)

YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003

Yukarı