Ana Sayfa YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003 E-Mail

MENFAATÇİLİK, MÜSLÜMANLARDA DAHİL OLMAK ÜZERE TÜM ALEME HAKİM OLAN YENİ BİR DİN (YOL) OLDU SANKİ

Abdurrahman DOĞRU

İçinde yaşadığımız hayat dünyanın manzarasını göstermektedir. İnsanların, fert ve toplum hayatlarında amellerinin tek ölçüsü sadece menfaat oldu. Hayat tasvirlerini ve değerlerini belirleyen tek ölçü menfaat oldu. İnsanlar tüm eşya ve olaylara, amellere sadece menfaat açısından bakıyorlar, o açıdan tavırlarını belirliyorlar. Bu durumdan Müslümanlar da etkilenmiyor değil. Onlar da aynı atmosferin altında yaşıyorlar. Bu durum olar için de aynıdır, ne yazık ki buna rağmen Müslümanlar arasında da bazı kişi ve çevrelerin çeşitli boyutlarda menfaati esas alan birlik çağrılarında bulunduklarına şahit olmaktayız. Bu ister ferdi menfaat olsun, ister toplumsal menfaat olsun fark etmez.

Bu yazımızda, menfaatçiliğin ne kadar bozuk bir bağ ve ölçü olduğunu, insanlığa getirmiş olduğu fesadın ve batıl oluşunun boyutunu gösterip, İslam açısından değerlendirmesini yapmaya çalışacağız.

1- Menfaat bağı geçici bir bağdır. Onda sabitlik yoktur. Onun için bu insanlar arasında sürekli, sağlıklı bir birlik sağlayamaz. Zira kendisinden daha büyük menfaatler karşısında büyük menfaatin tercih edilmesiyle ona dayalı bağın varlığı kaybolur.

Buna binaen menfaat esasına dayalı oluşacak birlikteliklerin ömrü çok kısa olur. Öylesi bir birlikteliğin tarafları arasında sadakat ve sebatlık beklenmez. Menfaatin gerçekleşmediği veya başka bir yerde daha çok menfaatin olduğunu gördüklerinde, o birliktelikten hemen ayrılabilirler. Nitekim sadece bu bağ ile başlayıp da uzun süren devam eden hiçbir birliktelik mevcut değildir. Devam etmesi de mümkün değildir. Zira o menfaati belirleyen insanın kendisidir. İnsan ise bunu belirlerken heva ve hevesleri doğrultusunda akli değerlendirmesi ile duygularına ve heveslerine bağlı olduğundan değişkendir. Sabit değildir. Bugün iyi dediğine yarın kötü diyebilir. Bugün ona göre menfaat olan bir şey yarın menfaat olmayabilir. İnsanın bir başka özelliği ise, heva ve heveslerine terk edildiğinde kanaatsiz bir varlık olmasıdır. Mesela; belli bir miktar menfaat sağlayan bir birlikteliği o menfaate kanaat ederek sürdürmez. Ondan daha fazlasını başka bir yerde görürse hemen oraya gider.

İşte buna binaen menfaat bağı aslında “bağ” olma özelliğinden yoksundur. Ona çağırmak aslı olmayan bir bağa çağırmak demektir.

2- Menfaatçilik; düşmanlık ve husumet sebebidir. Zira menfaatler çatıştığında, fertler arasında çatışma, düşmanlık ve husumet doğar. Böylece insanlar arasındaki menfaate dayalı birliktelikler (bütünleşme veya bağlar) hemen düşmanlığa dönüşür.

Şu halde menfaati amellerin ve birlikteliklerin esası kılmak, insanlar arasında düşmanlık ve husumet sebebini yerleştirmek demektir. Nitekim başka hiçbir kıymet, değer ve ölçü katmadan sırf menfaat esası üzerine oluşan ortaklıkların hemen hepsinin bir müddet sonra kavga-gürültü, düşmanlık ve husumetle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Hatta bu birliktelikler “İslami çalışma” adına da olsalar, menfaat ağırlıklı olduğundan aynen diğer ticari şirketlerde olduğu gibi düşmanlık ve husumetle son bulmaktadırlar. Başlangıçta birbirlerini kucaklayanlar, menfaati esas alarak ya da menfaat ağırlıklı bir birlikteliğe girdiklerinde menfaatlerin çatışması durumunda birbirlerine kurşun sıkar hale gelirler. Buna da sık sık şahit olmaktayız.

Buna binaen menfaat bir birleştirici bağ değil, aslında bir tefrika unsurudur. Menfaate dayalı birlik çağrıları, aslında tefrikaya yapılan çağrılardır.

“Ortak menfaatlerde birleşelim”, “Ülkenin menfaati”, hatta “İslam'ın menfaati” gibi sloganlarla birlik çağrısında bulunmak ve bu esaslar üzerine birliktelikler oluşturma gayretlerine girmek, aslında tefrika ortamının oluşmasına çalışmak demektir. Böylesi “toplumsal menfaat” çağrıları dahi, birlik değil tefrika sebebi olur. Zira o noktalarda da insanlar arasında menfaati tespit, tanım ve ölçmek bakımından anlayış farklılığı vardır. Birisinin o noktada menfaat gördüğünü başkası zarar görebilir ve buradan da tefrika baş gösterir. Nitekim günümüzde Müslümanlar arasında oluşan bir çok cemaatlerde teşkilatlarda “Müslümanların ortak menfaatini” hatta “İslam’ın menfaatini (!)” temin etme gayreti, çağrısı ve gayret içinde olduklarını söylemelerine rağmen, aralarında hiçbir birliktelik ve hatta bir dayanışma dahi sağlayamamaktadırlar. Ayrı olmaları ve ayrı kalmaları şer’an caiz olmayan hususlarda dahi ayrı kalmakta, hatta birbirlerine düşmanca tavır almaktalar. Neden? Çünkü , her cemaat kendisine göre bir “Müslümanların ortak menfaati”, “İslam’ın menfaati” tanımı yapmak diğerinin tanımı ile çelişkiye düşmektedir. Hatta o cemaatlerin kendi fertleri arasında dahi sürekli birliktelik fazla görülmemektedir. Zira menfaat anlayışı değişince, o cemaatten düşman olarak ayrılmaktadırlar.

Buna binaen ne ufak ne de büyük boyutta menfaatçilik, asla birlik unsuru değil ancak ayrılık unsurudur. Fitne ve tefrika sebebidir.

3- Menfaatçiliği hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak, insanları vahşi mahluk, toplumları da hayvanlardan da vahşi ve alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür. Hayatta insana yaraşan tüm değerler insani, ahlaki, ruhi değerler silinir. Yerine sadece menfaatçilik kalır. Bu ise insanları ve toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak en alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki ona; “büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt olmazsan kurtlar seni yer”, “canını kurtaran kaptan”, “pazusu kuvvetli olan arslan”, “benim anam ağlayacağına senin anan ağlasın”, “ezilmemek için ezmelisin", "bana dokunmayan yılan bin yaşasın”, vb. şekillerde ifade edilen hayat felsefesi hakim olur. Böylesi bir toplumda fertler bencil, egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz, birbirlerine avlanacak av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi mahluklara dönüşürler. Bu en tehlikeli olanıdır. Çünkü o, düşünüp rakibini imha etmek için bir çok çeşitli silah ve üslup icat edebilir. Halbuki diğer mahluklar belirli silahlarla sınırlıdırlar.

İşte bunun en somut örneği; menfaatin hayatta tek ölçü kılındığı Avrupa toplumlarında gayet açık olarak görülmektedir. Zira bu kapitalist toplumlarda her şey menfaate göre ölçülür ve belirlenir durumdadır. Onun için insanlar arasında hakiki anlamda sevgi, saygı, merhamet, şefkat adeta yok gibidir, hatta yoktur. Fakat onlarda hep yapmacık sevgi, saygı, merhamet ve şefkat görünümleri vardır. Bu görüntüler de menfaate ulaşmak için bir vasıta olarak kullanılmaktadır, samimiyetten değil!. “insan hakları”, “insan sevgisi”, “insani yardım” gibi çeşitli isim, levha ve sloganlar, kurum ve kuruluşlar ise hep sömürü çarkına girdikleri şirin görünüm ambalajlarıdır. Hiç biriside samimi değildirler. Kafir Avrupa-Amerika, o vahşi çirkin canavarın artık pis çehresi görülmüştür.

Avrupa-Amerika gibi kapitalist toplumlarında insani, ahlaki ve ruhi değer kalmamıştır. Onun için o toplum ve devletler nezrinde kadınların satıldığı fuhuşhaneler, barlar, pavyonlar ve kumarhaneler vergi dairelerine kayıtlı ve vergilerini veriyor iseler, değerli kuruluşturlar. Çünkü vergi ile devlet bütçesine katkıda bulunarak menfaat sağlıyorlar. Bu tür müesseseler gerektiğinde devletten maddi teşvik ve yardım alabilirler. Fakat ibadethaneler, medreseler vb. kurumlar yeterli gelirleri olmadığı için yıkılmaya terk edilirler de devletten yardım alamazlar. Çünkü onların devletin katında hiçbir kıymetleri yoktur. Zira ekonomik bir katkıları yoktur. “İnsani yardım” adı altındaki tüm icraatlar, o devletlerin sömürü planlarının uygulanmasının üsluplarındandırlar, menfaat karşılığıdır. Menfaatlerinin bulunmadığı ülkelere, o ülke insanları açlıktan ölseler de “insani yardım” gitmez. Onlar bir elleriyle verirler iki elleri ile alırlar. Kaşıkla verirler sapı ile çıkarırlar. Onların “insani yardımı” işte böyledir. Öyle değilse, en yakın örneklerine ne demeli?!. Irak halkı çoluk çocuk kaç yıldır gıda ve ilaçsız bırakıldı, hatta ambargoya tabi tutulmakta. Onlar insan değil mi? İnsani yardım nerede?!. Bosna-Hersek’deki halk da aynı durumda. O insani yardım(?) nerede?!. Onlar insan değil mi?!.

Kafir Avrupa ve Amerika devletleri, sırf kendi menfaatlerine ulaşmak için gerekirse tüm ülkeyi harab edebilir, çoluk çocukları ve hatta hastahaneleri dahi bombalayabilirler!. İşte Irak’ın tepesine çullanan vahşi kafir Avrupa ve Amerika devletlerinin bomba yağmuru!. İşte onların insan sevgisi ve merhametinin iç yüzü budur!. Petrolüne ve uranyum yataklarına el koymak için Somali’ye üşüşmeleri!. Hem de insani yardım adı altında!. Güya oradaki insanları açlıktan kurtaracaklardır!. Şimdi o insanlar açlıktan değil, o çağdaş vahşi sömürgeci kafir ordularının bomba yağmuru altında ölüyorlar. Neden?!. O kafir sömürgeci batının süfli menfaatlerine ulaşabilmesi için. Böylesi misaller çoktur. Bu misaller gösteriyor ki, Batı, menfaati için her şeyi yapar. Zira menfaat onun hayatında tek değer ve din konumundadır. İşte bu din (menfaatçilik), çağdaş vahşi insan tipini oluşturmuştur.

Menfaatçilik sadece devletleri vahşileştirmedi. Fertleri de vahşi kıldı. Zira menfaatçiliğin en çok yaygın ve egemen olduğu Avrupa ve Amerika’da insanlar kendi çocuklarına kardeşlerine, yeğenlerine daha küçük yaşta iken dahi tecavüz edebiliyorlar. Bugün milyonlarca çocuk, yakınlarının tecavüzüne maruz kalıyor. Sırf kendi şehevi menfaatlerine ulaşma için o kendisini korumaktan aciz zavallı çocuklara pazu kuvvetlerine dayanarak tecavüz ediyorlar, hem de kendi çocukları olduğu halde!. Bu, hayvanlar da bile olmayan merhametsizlik, şefkatsizlik örneğidir!. Avrupa toplumlarının birisinde yaptığımız bir araştırma ve gözlemde, fertler arasında şu tür düşüncelerin yaygın olduğuna şahit olduk: “Elinle yetiştirdiğin ağacın meyvesinin tadına önce kendin bakman akıl işi değil mi?!.”, “Lezzetli olursa insan eti de yemek neden abes olsun?!. İşte bu tür düşüncelerin hakim olduğu bir toplum, hiç insani bir toplum olur mu? Akıllarını işkembe ve uçkurlarına bağlayan ve hayata işkembe ve uçkurlarının açısından gördükleri menfaatler doğrultusunda bakan mahluklar topluluğu olur ancak. Nitekim bu toplumlarda o tür düşüncelerin yaygın oluşu dışa tezahür eden olaylarda da açıkça görülmektedir. Münferiden olan olaylarda Amerika ve Avrupa’da insanların kesilip parçalanıp yenildiği açığa çıkmıştır. Mesela; geçmiş senelerde Alman Gençlik Bakanının yaptığı açıklamada Almanya’da her yıl 50 bin ile 300 bin arasında çocuğun yakınları tarafında tecavüze uğradığını bildirdi. Hollanda, Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya gibi daha bir çok Batı Avrupa ülkesinde bu olay, birinci sırada sosyal olay kategorisindedir. İşte bu Avrupa ve Amerika halklarının akıllarını mide ve uçkurlarına bağlayan menfaatçiliğin hayatta amellerin tek ölçüsü konumuna çıkartılmış olmasının faturasıdır. Bu ise, kapitalist ideolojinin bir semeresidir. Çünkü ideolojide menfaat, amellerin tek ölçüsüdür, mutluluğun yegane yoludur. Mutluluk ise, gönülden geçtiği gibi yaşamak ve maddi lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Öyle olunca, ferdi bu noktaya yani mutluluğa ulaştıran menfaate götürecek her şeyi yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak, dolandırmak, vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat, vb. her şey mübah görülmektedir. Avrupa ve Amerika’da alacağı uyuşturucu için beş on dolara çocuğunu satmaya kalkışan anneler görülmektedir!. Anne şefkati bile kalmamıştır. Rızk endişesi ile çocuklarını toprağa gömen cahiliyye Arap’larının yaptığı, onların zamanına mahsus değildir. Zira bugün de anne karnındaki canlı çocuklar aynı mantıkla kürtaj yoluyla öldürülmektedir. Hindistan’da, çocuk dünyaya gelince, aynı mantıkla hemen boğazlanmaktadır. Neden?! Menfaat öyle gerektiriyor da ondan!..

İşte menfaatçiliğin egemen olduğu Avrupa ve Amerika toplumlarında, insanları gerçekten en aşağı bir seviyeye düşürmüştür. Allah’u Teala’nın şu hitabında tasvir ettiği duruma düşürmüştür:

“Ayetlerimizi yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan toplumun durumu ne kötüdür” ( A’raf: 177)

“Andolsun, biz cin ve insanlardan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır. Zira onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği kavramazlar. Gözleri vardır lakin onlarla görmezler. Kulakları vardır fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin ta kendileridir.” (A’raf: 179)

“Heva ve heveslerini kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini, akle-deceğini mi sanıyorsun? Gerçekten onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktır-lar.” (Furkan: 43-44)

“Küfredenler (inkar edenler) ise, (dünyada) zevklenirler, hayvanların yemesi gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed: 12)

Evet menfaatçiliğin, hayatta tek ölçü olmasının getirdiği netice sadece midesini ve uçkurunu (şehvetini) düşünen, ona göre yaşayan hayvanlar hatta onlardan da sapık mahluklar sürüsü ortaya çıkartmak olmuştur.

Bu, menfaatçiliğin Avrupa ve Amerika’daki semerelerinden bir kesiti idi. Ancak halkı Müslüman ülkelere baktığımızda bu pisliğin, Müslümanlara da bulaştığını hatta yaygınlaştığını görmekteyiz. Zira Müslümanlar arasındaki alakalar, hemen hemen tamamen menfaatçilik esası üzerine yapılmakta, zihinlerde hep menfaatçilik esası üzerine şekillenmektedir. Evet halkı Müslüman ülkelerde de Avrupa ve Amerika’daki görünümlere rastlamak alışılır oldu. Neden? Çünkü, oralarda da menfaati hayatta amellerin tek ölçüsü kılan kapitalist ideoloji hakimdir. Bu ideoloji ve onun ölçüsü menfaatçilik, gerçekten toplum ve fertleri de ifsat etmiş, hayatlarını kokuşturmuştur. O toplumlarda da İslami ve insani değerler yok olmaya yüz tutmuş, insanlar o çağdaş vahşi canavar Avrupalı-Amerikalı insan tipine dönüşmüştür. Mesela; Türkiye’de bir şahıs, acil konumda dahi olsa hastahaneye getirildiğinde o şahsa gerekli tıbbi müdahale yapılmadan önce cebine, cüzdanına bakılmakta; eğer cebi boş yada yetersiz ise hastahaneden atılmaktadır. Yani insani değer yok olmaya yüz tutmuştur. Nitekim insanların en zayıf anları ve hallerinde onların sömürülmeleri ön plana çıkmıştır. Mesela; bir insanın en zayıf olduğu an def-i hacet halidir. Kamu yerlerinde tuvaletlere parası olmayan giremez durumdadır. İnsanın en zayıf olduğu hallerden biride yolculuk halidir. Yol güzergahları adeta yasal soyguncularla dolup taşmakta, bir bardak suyu dahi fahiş fiyatlara satmaktadırlar.

Devlet, “vergisi verilmiş kazanç kutsaldır” demekte, hatta fuhuşhane işletmecilerine vergi verdiklerinden dolayı madalya takmakta ve onları ödüllendirmektedir. Devlet televizyonlarındaki yalancılığa teşvik eden, 900’lü numaralarla da her türlü dolandırıcılık, kumar ve fuhşiyatı körüklemekte olan programlara ağırlık verilmektedir. Ahlaki değer yok olmaya yüz tutmuştur. Yöneticiler başta olmak üzere tebadan fertler hep birbirlerini kandırma, dolandırma, sırtından geçinme, yolsuzluk ve vurgunculuk peşindeler. Üç kuruşluk menfaat uğruna başkalarına milyonlarca zarar yapabilmektedirler. Amellerde Allah ahiret, cennet, cehennem hiç akıllara gelmemekte; hep maslahat menfaat göz önünde bulundurulmaktadır. Ruhi değer yok olmaya yüz tutmuştur. Müslümanların aralarında oluşturdukları cemaatler, hatta İslami faaliyet diye isimlendirilen faaliyetler, hemen hemen hepsi menfaat ölçüsü ile hareket eder duruma gelmişlerdir. Müslümanlar arasında gerçek anlamda İsla-mi sevgi, saygı, muhabbet, kardeşlik, Müslüman kardeşini kendisine tercih etmek gibi hasletler adeta yok olmaya yüz tutmuştur.

Öyle ki; Müslümanların zihinlerin-de menfaati gerçekleştiren her şey adeta şeriattan addedilmiştir. Halbuki menfaati belirleyen şeriattır. Şeriatı belirleyen menfaat değil, çünkü in-sanlar kendilerine hakiki menfaati neyin sağladığını, neyin sağlamadığını kestiremezler. Zira insan, mücerret olarak kendisi menfaati belirlemeye kalkıştığında duygularının ve çevresinin tesirinden kutru-lamaz. Bundan dolayı insan için dünya ve ahirette asıl menfaat, şeriatın emir ve nehiy-lerine uymaktır. Müslüman için, şeriatın vize vermediği bir hususta menfaat yoktur. Çünkü Müslüman için menfaat anlayışı dünya ve ahireti kapsar. Sadece dünyayı değil. Zira onun için hayat; bu hayat değildir. Bu hayat asıl ve ebedi hayatın yanında çok kısa bir metaıdır (geçinme yeridir). Dolayısıyla insanın hayatı derinlemesine tüm boyutları ile kavraması mümkün olmadığına göre, insan kendisi için hakiki menfaatin ne olduğunu bilemez. Onu ancak insanın ve hayatın Rabbi olan Allah bilir ve bildirir. İnsanın kendisine menfaat olarak gördüğü şeyler ise hayatta ölçü olmaya hiç elverişli olmazlar, olsa olsa ölçüsüzlük olurlar. Zira ölçüde asıl olan istikrardır. Halbuki insanın kendisinin menfaat anlayışı olmaz. Onun için İslam; insanlara bu işin hakikatini izah etmiş, gerçek menfaatin ancak Allah’ın rızasına nail olmak olduğunu bildirmiştir. Zira insan için gerçek mutlulukta ancak Allah’ın rızasına nail olmakla elde edilir. Aksi halde ise hüsran vardır. Allah’ın rızasından uzak kalmakta insan için dünyada sıkıntı, musibet, felaket, fitne var, ahirette ise hüsran ve elim azab vardır. O halde insanın hakiki menfaati ancak Allah’ın rızasına uygun davranışta bulunmakta, yani Allah’ın şeriatına uymakla olmaktadır.

İşte bu bakış açısı, Müslümanlarda var oldukça onlar arasındaki ilişkilerin esasını ve ölçüsünü Allah’ın emir ve nehiyleri teşkil eder olur. Toplumsal yaşamı tanzim eden devlette, insanlar arasındaki ilişkileri bu ölçü ile tanzim edince; o toplum, artık İslami ve insani değerlerin yaygın olduğu, Allah’ın boyası ile boyanmış mümtaz bir toplum olur. İşte böyle bir toplumda sevgi, saygı, kardeşini kendisine tercih etmek hasletleri tezahür eder.

Nitekim İslam’ın tesis ettiği o güzide toplumun en güzel örneği Asrı Saadette sahabeler arasındaki o mümtaz alakalar yumağıdır. Onda menfaatçiliğin adeta izi bile yok. Bir misal; Resul (sav) Medine’ye vardığında Muhacir ve Ensar arasında bir kardeşlik tesis etti. Ne ile tesis, menfaatle mi? Kesinlikle hayır, menfaatçilik kesinlikle söz konusu olmadı. Ya ne ile oldu? Sadece İslam’ın getirmiş olduğu Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ölçüsü ile dolu. Muhacirler, Ensarlar için kan ve akrabalık bağları bakımından tamamen yabancı insanlardı. Fakat İslam, o insanları birbirlerine kardeş yaptı. Birbirlerini bağırlarına bastılar, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Hiçbir menfaat beklemeden evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini kardeşlerinin hizmetlerine sundular. İşte o güzide insanlardan bir misal daha; Tebük gazvesinde yaralılardan birisi “su” diye imdat isteyip bir kişi ona su götürdüğünde bir başka yaralıdan yine “su” imdat sesi gelince, o yaralı suyu içmekten vazgeçip “kardeşime götür. Ben zaten gidiciyim”. İkinci şahıs da aynı şekilde üçüncü şahsın “su” imdadı karşısında onu, kendisine tercih etti. Üçüncü şahıs ise kendisine su yetişmeden ruhunu teslim etti. Diğerleri de aynı şekilde ruhlarını teslim ettiler. Yani kardeşlerini kendilerine tercih ederek çok yüce bir şerefle şehit oldular. Allah'’ Teala onların bu halini şöyle tasvir etti.

“Daha önceden (Medine’yi) yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenleri severler ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunanlar ile kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr: 9)

YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003

Yukarı