İçinde
yaşadığımız hayat dünyanın manzarasını göstermektedir.
İnsanların, fert ve toplum hayatlarında amellerinin tek
ölçüsü sadece menfaat oldu. Hayat tasvirlerini ve değerlerini
belirleyen tek ölçü menfaat oldu. İnsanlar tüm eşya ve
olaylara, amellere sadece menfaat açısından bakıyorlar, o açıdan
tavırlarını belirliyorlar. Bu durumdan Müslümanlar da
etkilenmiyor değil. Onlar da aynı atmosferin altında
yaşıyorlar. Bu durum olar için de aynıdır, ne yazık ki buna
rağmen Müslümanlar arasında da bazı kişi ve çevrelerin çeşitli
boyutlarda menfaati esas alan birlik çağrılarında
bulunduklarına şahit olmaktayız. Bu ister ferdi menfaat olsun, ister
toplumsal menfaat olsun fark etmez.
Bu
yazımızda, menfaatçiliğin ne kadar bozuk bir bağ ve ölçü
olduğunu, insanlığa getirmiş olduğu fesadın ve batıl
oluşunun boyutunu gösterip, İslam açısından değerlendirmesini
yapmaya çalışacağız.
1-
Menfaat bağı geçici bir bağdır. Onda sabitlik yoktur. Onun için
bu insanlar arasında sürekli, sağlıklı bir birlik
sağlayamaz. Zira kendisinden daha büyük menfaatler karşısında
büyük menfaatin tercih edilmesiyle ona dayalı bağın
varlığı kaybolur.
Buna
binaen menfaat esasına dayalı oluşacak birlikteliklerin ömrü
çok kısa olur. Öylesi bir birlikteliğin tarafları arasında sadakat
ve sebatlık beklenmez. Menfaatin gerçekleşmediği veya başka
bir yerde daha çok menfaatin olduğunu gördüklerinde, o
birliktelikten hemen ayrılabilirler. Nitekim sadece bu bağ ile
başlayıp da uzun süren devam eden hiçbir birliktelik mevcut değildir.
Devam etmesi de mümkün değildir. Zira o menfaati belirleyen
insanın kendisidir. İnsan ise bunu belirlerken heva ve hevesleri
doğrultusunda akli değerlendirmesi ile duygularına ve
heveslerine bağlı olduğundan değişkendir. Sabit değildir.
Bugün iyi dediğine yarın kötü diyebilir. Bugün ona göre
menfaat olan bir şey yarın menfaat olmayabilir. İnsanın bir
başka özelliği ise, heva ve heveslerine terk edildiğinde
kanaatsiz bir varlık olmasıdır. Mesela; belli bir miktar menfaat
sağlayan bir birlikteliği o menfaate kanaat ederek sürdürmez.
Ondan daha fazlasını başka bir yerde görürse hemen oraya gider.
İşte
buna binaen menfaat bağı aslında “bağ” olma özelliğinden
yoksundur. Ona çağırmak aslı olmayan bir bağa çağırmak
demektir.
2-
Menfaatçilik; düşmanlık ve husumet sebebidir. Zira menfaatler
çatıştığında, fertler arasında çatışma, düşmanlık ve
husumet doğar. Böylece insanlar arasındaki menfaate dayalı
birliktelikler (bütünleşme veya bağlar) hemen düşmanlığa dönüşür.
Şu
halde menfaati amellerin ve birlikteliklerin esası kılmak,
insanlar arasında düşmanlık ve husumet sebebini yerleştirmek
demektir. Nitekim başka hiçbir kıymet, değer ve ölçü
katmadan sırf menfaat esası üzerine oluşan ortaklıkların
hemen hepsinin bir müddet sonra kavga-gürültü, düşmanlık ve
husumetle bittiğine şahit olmuyor muyuz? Hatta bu birliktelikler
“İslami çalışma” adına da olsalar, menfaat ağırlıklı
olduğundan aynen diğer ticari şirketlerde olduğu gibi düşmanlık
ve husumetle son bulmaktadırlar. Başlangıçta birbirlerini
kucaklayanlar, menfaati esas alarak ya da menfaat ağırlıklı
bir birlikteliğe girdiklerinde menfaatlerin çatışması
durumunda birbirlerine kurşun sıkar hale gelirler. Buna da sık
sık şahit olmaktayız.
Buna
binaen menfaat bir birleştirici bağ değil, aslında bir tefrika
unsurudur. Menfaate dayalı birlik çağrıları, aslında
tefrikaya yapılan çağrılardır.
“Ortak
menfaatlerde birleşelim”, “Ülkenin menfaati”, hatta “İslam'ın
menfaati” gibi sloganlarla birlik çağrısında bulunmak ve bu
esaslar üzerine birliktelikler oluşturma gayretlerine girmek,
aslında tefrika ortamının oluşmasına çalışmak demektir. Böylesi
“toplumsal menfaat” çağrıları dahi, birlik değil tefrika
sebebi olur. Zira o noktalarda da insanlar arasında menfaati
tespit, tanım ve ölçmek bakımından anlayış farklılığı vardır.
Birisinin o noktada menfaat gördüğünü başkası zarar görebilir
ve buradan da tefrika baş gösterir. Nitekim günümüzde
Müslümanlar arasında oluşan bir çok cemaatlerde teşkilatlarda
“Müslümanların ortak menfaatini” hatta “İslam’ın
menfaatini (!)” temin etme gayreti, çağrısı ve gayret içinde
olduklarını söylemelerine rağmen, aralarında hiçbir
birliktelik ve hatta bir dayanışma dahi sağlayamamaktadırlar.
Ayrı olmaları ve ayrı kalmaları şer’an caiz olmayan
hususlarda dahi ayrı kalmakta, hatta birbirlerine düşmanca tavır
almaktalar. Neden? Çünkü , her cemaat kendisine göre bir “Müslümanların
ortak menfaati”, “İslam’ın menfaati” tanımı yapmak
diğerinin tanımı ile çelişkiye düşmektedir. Hatta o
cemaatlerin kendi fertleri arasında dahi sürekli birliktelik fazla
görülmemektedir. Zira menfaat anlayışı değişince, o
cemaatten düşman olarak ayrılmaktadırlar.
Buna
binaen ne ufak ne de büyük boyutta menfaatçilik, asla birlik
unsuru değil ancak ayrılık unsurudur. Fitne ve tefrika sebebidir.
3-
Menfaatçiliği hayatta amellerin ve değerlerin tek ölçüsü kılmak,
insanları vahşi mahluk, toplumları da hayvanlardan da vahşi ve
alçak topluluklar sürüsüne dönüştürür. Hayatta insana
yaraşan tüm değerler insani, ahlaki, ruhi değerler silinir.
Yerine sadece menfaatçilik kalır. Bu ise insanları ve
toplumları tüm insani değerlerden ve sıfatlardan soyutlayarak
en alçak mahluk konumuna düşürür. Öyle bir toplum oluşur ki
ona; “büyük balık küçük balığı yutar”, “sen kurt
olmazsan kurtlar seni yer”, “canını kurtaran kaptan”, “pazusu
kuvvetli olan arslan”, “benim anam ağlayacağına senin anan
ağlasın”, “ezilmemek için ezmelisin", "bana
dokunmayan yılan bin yaşasın”, vb. şekillerde ifade edilen
hayat felsefesi hakim olur. Böylesi bir toplumda fertler bencil,
egoist, acımasız, merhametsiz, şefkatsiz, birbirlerine avlanacak
av gözü ile bakan en tehlikeli vahşi mahluklara dönüşürler.
Bu en tehlikeli olanıdır. Çünkü o, düşünüp rakibini imha
etmek için bir çok çeşitli silah ve üslup icat edebilir.
Halbuki diğer mahluklar belirli silahlarla sınırlıdırlar.
İşte
bunun en somut örneği; menfaatin hayatta tek ölçü kılındığı
Avrupa toplumlarında gayet açık olarak görülmektedir. Zira bu
kapitalist toplumlarda her şey menfaate göre ölçülür ve
belirlenir durumdadır. Onun için insanlar arasında hakiki anlamda
sevgi, saygı, merhamet, şefkat adeta yok gibidir, hatta yoktur.
Fakat onlarda hep yapmacık sevgi, saygı, merhamet ve şefkat görünümleri
vardır. Bu görüntüler de menfaate ulaşmak için bir vasıta
olarak kullanılmaktadır, samimiyetten değil!. “insan hakları”,
“insan sevgisi”, “insani yardım” gibi çeşitli isim, levha
ve sloganlar, kurum ve kuruluşlar ise hep sömürü çarkına
girdikleri şirin görünüm ambalajlarıdır. Hiç biriside samimi
değildirler. Kafir Avrupa-Amerika, o vahşi çirkin canavarın
artık pis çehresi görülmüştür.
Avrupa-Amerika
gibi kapitalist toplumlarında insani, ahlaki ve ruhi değer kalmamıştır.
Onun için o toplum ve devletler nezrinde kadınların satıldığı
fuhuşhaneler, barlar, pavyonlar ve kumarhaneler vergi dairelerine
kayıtlı ve vergilerini veriyor iseler, değerli kuruluşturlar.
Çünkü vergi ile devlet bütçesine katkıda bulunarak menfaat
sağlıyorlar. Bu tür müesseseler gerektiğinde devletten maddi
teşvik ve yardım alabilirler. Fakat ibadethaneler, medreseler vb.
kurumlar yeterli gelirleri olmadığı için yıkılmaya terk
edilirler de devletten yardım alamazlar. Çünkü onların devletin
katında hiçbir kıymetleri yoktur. Zira ekonomik bir katkıları
yoktur. “İnsani yardım” adı altındaki tüm icraatlar, o
devletlerin sömürü planlarının uygulanmasının üsluplarındandırlar,
menfaat karşılığıdır. Menfaatlerinin bulunmadığı
ülkelere, o ülke insanları açlıktan ölseler de “insani
yardım” gitmez. Onlar bir elleriyle verirler iki elleri ile
alırlar. Kaşıkla verirler sapı ile çıkarırlar. Onların “insani
yardımı” işte böyledir. Öyle değilse, en yakın
örneklerine ne demeli?!. Irak halkı çoluk çocuk kaç yıldır
gıda ve ilaçsız bırakıldı, hatta ambargoya tabi tutulmakta.
Onlar insan değil mi? İnsani yardım nerede?!. Bosna-Hersek’deki
halk da aynı durumda. O insani yardım(?) nerede?!. Onlar insan
değil mi?!.
Kafir
Avrupa ve Amerika devletleri, sırf kendi menfaatlerine ulaşmak için
gerekirse tüm ülkeyi harab edebilir, çoluk çocukları ve
hatta hastahaneleri dahi bombalayabilirler!. İşte Irak’ın
tepesine çullanan vahşi kafir Avrupa ve Amerika devletlerinin
bomba yağmuru!. İşte onların insan sevgisi ve merhametinin iç
yüzü budur!. Petrolüne ve uranyum yataklarına el koymak için
Somali’ye üşüşmeleri!. Hem de insani yardım adı altında!.
Güya oradaki insanları açlıktan kurtaracaklardır!. Şimdi o
insanlar açlıktan değil, o çağdaş vahşi sömürgeci kafir
ordularının bomba yağmuru altında ölüyorlar. Neden?!. O
kafir sömürgeci batının süfli menfaatlerine ulaşabilmesi için.
Böylesi misaller çoktur. Bu misaller gösteriyor ki, Batı, menfaati
için her şeyi yapar. Zira menfaat onun hayatında tek değer ve
din konumundadır. İşte bu din (menfaatçilik), çağdaş vahşi
insan tipini oluşturmuştur.
Menfaatçilik
sadece devletleri vahşileştirmedi. Fertleri de vahşi kıldı.
Zira menfaatçiliğin en çok yaygın ve egemen olduğu Avrupa
ve Amerika’da insanlar kendi çocuklarına kardeşlerine,
yeğenlerine daha küçük yaşta iken dahi tecavüz
edebiliyorlar. Bugün milyonlarca çocuk, yakınlarının tecavüzüne
maruz kalıyor. Sırf kendi şehevi menfaatlerine ulaşma için o
kendisini korumaktan aciz zavallı çocuklara pazu kuvvetlerine
dayanarak tecavüz ediyorlar, hem de kendi çocukları olduğu
halde!. Bu, hayvanlar da bile olmayan merhametsizlik, şefkatsizlik
örneğidir!. Avrupa toplumlarının birisinde yaptığımız bir
araştırma ve gözlemde, fertler arasında şu tür düşüncelerin
yaygın olduğuna şahit olduk: “Elinle yetiştirdiğin ağacın
meyvesinin tadına önce kendin bakman akıl işi değil mi?!.”,
“Lezzetli olursa insan eti de yemek neden abes olsun?!. İşte
bu tür düşüncelerin hakim olduğu bir toplum, hiç insani bir
toplum olur mu? Akıllarını işkembe ve uçkurlarına
bağlayan ve hayata işkembe ve uçkurlarının açısından gördükleri
menfaatler doğrultusunda bakan mahluklar topluluğu olur ancak.
Nitekim bu toplumlarda o tür düşüncelerin yaygın oluşu
dışa tezahür eden olaylarda da açıkça görülmektedir.
Münferiden olan olaylarda Amerika ve Avrupa’da insanların
kesilip parçalanıp yenildiği açığa çıkmıştır. Mesela;
geçmiş senelerde Alman Gençlik Bakanının yaptığı açıklamada
Almanya’da her yıl 50 bin ile 300 bin arasında çocuğun
yakınları tarafında tecavüze uğradığını bildirdi. Hollanda,
Belçika, İngiltere, Fransa, İsviçre, İtalya gibi daha bir
çok Batı Avrupa ülkesinde bu olay, birinci sırada sosyal olay
kategorisindedir. İşte bu Avrupa ve Amerika halklarının akıllarını
mide ve uçkurlarına bağlayan menfaatçiliğin hayatta amellerin
tek ölçüsü konumuna çıkartılmış olmasının
faturasıdır. Bu ise, kapitalist ideolojinin bir semeresidir.
Çünkü ideolojide menfaat, amellerin tek ölçüsüdür, mutluluğun
yegane yoludur. Mutluluk ise, gönülden geçtiği gibi yaşamak
ve maddi lezzetlerden azami derecede tatmaktır. Öyle olunca,
ferdi bu noktaya yani mutluluğa ulaştıran menfaate götürecek
her şeyi yapmak normal ve doğal görülmektedir. Kandırmak,
dolandırmak, vurmak, öldürmek, çalmak, rüşvet, fuhşiyat,
vb. her şey mübah görülmektedir. Avrupa ve Amerika’da alacağı
uyuşturucu için beş on dolara çocuğunu satmaya kalkışan
anneler görülmektedir!. Anne şefkati bile kalmamıştır.
Rızk endişesi ile çocuklarını toprağa gömen cahiliyye Arap’larının
yaptığı, onların zamanına mahsus değildir. Zira bugün de
anne karnındaki canlı çocuklar aynı mantıkla kürtaj yoluyla
öldürülmektedir. Hindistan’da, çocuk dünyaya gelince, aynı
mantıkla hemen boğazlanmaktadır. Neden?! Menfaat öyle
gerektiriyor da ondan!..
İşte
menfaatçiliğin egemen olduğu Avrupa ve Amerika toplumlarında,
insanları gerçekten en aşağı bir seviyeye düşürmüştür.
Allah’u Teala’nın şu hitabında tasvir ettiği duruma düşürmüştür:
“Ayetlerimizi
yalanlayan ve kendilerine zulmetmekte olan toplumun durumu ne
kötüdür” ( A’raf: 177)
“Andolsun,
biz cin ve insanlardan bir çoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır.
Zira onların kalpleri vardır ama onlarla gerçeği
kavramazlar. Gözleri vardır lakin onlarla görmezler. Kulakları
vardır fakat onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar
gibidir, hatta daha da sapıktırlar. Onlar gaflete düşenlerin
ta kendileridir.” (A’raf: 179)
“Heva
ve heveslerini kendisine ilah edinen kimseyi gördün mü? Şimdi
ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten
(söz) dinleyeceğini, akle-deceğini mi sanıyorsun? Gerçekten
onlar hayvanlar gibidir. Hatta daha da sapıktır-lar.” (Furkan:
43-44)
“Küfredenler
(inkar edenler) ise, (dünyada) zevklenirler, hayvanların yemesi
gibi yerler. Onların yeri ateştir.” (Muhammed: 12)
Evet
menfaatçiliğin, hayatta tek ölçü olmasının getirdiği netice
sadece midesini ve uçkurunu (şehvetini) düşünen, ona göre yaşayan
hayvanlar hatta onlardan da sapık mahluklar sürüsü ortaya çıkartmak
olmuştur.
Bu,
menfaatçiliğin Avrupa ve Amerika’daki semerelerinden bir
kesiti idi. Ancak halkı Müslüman ülkelere baktığımızda bu
pisliğin, Müslümanlara da bulaştığını hatta
yaygınlaştığını görmekteyiz. Zira Müslümanlar arasındaki
alakalar, hemen hemen tamamen menfaatçilik esası üzerine yapılmakta,
zihinlerde hep menfaatçilik esası üzerine şekillenmektedir. Evet
halkı Müslüman ülkelerde de Avrupa ve Amerika’daki
görünümlere rastlamak alışılır oldu. Neden? Çünkü,
oralarda da menfaati hayatta amellerin tek ölçüsü kılan
kapitalist ideoloji hakimdir. Bu ideoloji ve onun ölçüsü
menfaatçilik, gerçekten toplum ve fertleri de ifsat etmiş,
hayatlarını kokuşturmuştur. O toplumlarda da İslami ve insani
değerler yok olmaya yüz tutmuş, insanlar o çağdaş vahşi
canavar Avrupalı-Amerikalı insan tipine dönüşmüştür.
Mesela; Türkiye’de bir şahıs, acil konumda dahi olsa
hastahaneye getirildiğinde o şahsa gerekli tıbbi müdahale
yapılmadan önce cebine, cüzdanına bakılmakta; eğer cebi
boş yada yetersiz ise hastahaneden atılmaktadır. Yani insani
değer yok olmaya yüz tutmuştur. Nitekim insanların en zayıf
anları ve hallerinde onların sömürülmeleri ön plana çıkmıştır.
Mesela; bir insanın en zayıf olduğu an def-i hacet halidir.
Kamu yerlerinde tuvaletlere parası olmayan giremez durumdadır.
İnsanın en zayıf olduğu hallerden biride yolculuk halidir. Yol güzergahları
adeta yasal soyguncularla dolup taşmakta, bir bardak suyu
dahi fahiş fiyatlara satmaktadırlar.
Devlet,
“vergisi verilmiş kazanç kutsaldır” demekte, hatta
fuhuşhane işletmecilerine vergi verdiklerinden dolayı madalya
takmakta ve onları ödüllendirmektedir. Devlet televizyonlarındaki
yalancılığa teşvik eden, 900’lü numaralarla da her türlü
dolandırıcılık, kumar ve fuhşiyatı körüklemekte olan
programlara ağırlık verilmektedir. Ahlaki değer yok olmaya yüz
tutmuştur. Yöneticiler başta olmak üzere tebadan fertler hep
birbirlerini kandırma, dolandırma, sırtından geçinme,
yolsuzluk ve vurgunculuk peşindeler. Üç kuruşluk menfaat
uğruna başkalarına milyonlarca zarar yapabilmektedirler.
Amellerde Allah ahiret, cennet, cehennem hiç akıllara
gelmemekte; hep maslahat menfaat göz önünde bulundurulmaktadır.
Ruhi değer yok olmaya yüz tutmuştur. Müslümanların
aralarında oluşturdukları cemaatler, hatta İslami faaliyet
diye isimlendirilen faaliyetler, hemen hemen hepsi menfaat
ölçüsü ile hareket eder duruma gelmişlerdir. Müslümanlar
arasında gerçek anlamda İsla-mi sevgi, saygı, muhabbet, kardeşlik,
Müslüman kardeşini kendisine tercih etmek gibi hasletler adeta
yok olmaya yüz tutmuştur.
Öyle
ki; Müslümanların zihinlerin-de menfaati gerçekleştiren her
şey adeta şeriattan addedilmiştir. Halbuki menfaati belirleyen
şeriattır. Şeriatı belirleyen menfaat değil, çünkü
in-sanlar kendilerine hakiki menfaati neyin sağladığını,
neyin sağlamadığını kestiremezler. Zira insan, mücerret olarak
kendisi menfaati belirlemeye kalkıştığında duygularının ve
çevresinin tesirinden kutru-lamaz. Bundan dolayı insan için
dünya ve ahirette asıl menfaat, şeriatın emir ve nehiy-lerine
uymaktır. Müslüman için, şeriatın vize vermediği bir
hususta menfaat yoktur. Çünkü Müslüman için menfaat anlayışı
dünya ve ahireti kapsar. Sadece dünyayı değil. Zira onun için
hayat; bu hayat değildir. Bu hayat asıl ve ebedi hayatın
yanında çok kısa bir metaıdır (geçinme yeridir). Dolayısıyla
insanın hayatı derinlemesine tüm boyutları ile kavraması mümkün
olmadığına göre, insan kendisi için hakiki menfaatin ne olduğunu
bilemez. Onu ancak insanın ve hayatın Rabbi olan Allah bilir ve
bildirir. İnsanın kendisine menfaat olarak gördüğü şeyler
ise hayatta ölçü olmaya hiç elverişli olmazlar, olsa olsa
ölçüsüzlük olurlar. Zira ölçüde asıl olan istikrardır.
Halbuki insanın kendisinin menfaat anlayışı olmaz. Onun için
İslam; insanlara bu işin hakikatini izah etmiş, gerçek
menfaatin ancak Allah’ın rızasına nail olmak olduğunu
bildirmiştir. Zira insan için gerçek mutlulukta ancak Allah’ın
rızasına nail olmakla elde edilir. Aksi halde ise hüsran vardır.
Allah’ın rızasından uzak kalmakta insan için dünyada sıkıntı,
musibet, felaket, fitne var, ahirette ise hüsran ve elim azab
vardır. O halde insanın hakiki menfaati ancak Allah’ın
rızasına uygun davranışta bulunmakta, yani Allah’ın şeriatına
uymakla olmaktadır.
İşte
bu bakış açısı, Müslümanlarda var oldukça onlar arasındaki
ilişkilerin esasını ve ölçüsünü Allah’ın emir ve
nehiyleri teşkil eder olur. Toplumsal yaşamı tanzim eden
devlette, insanlar arasındaki ilişkileri bu ölçü ile tanzim
edince; o toplum, artık İslami ve insani değerlerin yaygın
olduğu, Allah’ın boyası ile boyanmış mümtaz bir toplum olur.
İşte böyle bir toplumda sevgi, saygı, kardeşini kendisine
tercih etmek hasletleri tezahür eder.
Nitekim
İslam’ın tesis ettiği o güzide toplumun en güzel örneği
Asrı Saadette sahabeler arasındaki o mümtaz alakalar yumağıdır.
Onda menfaatçiliğin adeta izi bile yok. Bir misal; Resul (sav) Medine’ye vardığında Muhacir ve Ensar arasında bir kardeşlik
tesis etti. Ne ile tesis, menfaatle mi? Kesinlikle hayır, menfaatçilik
kesinlikle söz konusu olmadı. Ya ne ile oldu? Sadece İslam’ın
getirmiş olduğu Allah’ın hoşnutluğunu kazanma ölçüsü
ile dolu. Muhacirler, Ensarlar için kan ve akrabalık bağları
bakımından tamamen yabancı insanlardı. Fakat İslam, o
insanları birbirlerine kardeş yaptı. Birbirlerini bağırlarına
bastılar, kardeşlerini kendilerine tercih ettiler. Hiçbir
menfaat beklemeden evlerini, tarlalarını, bağ ve bahçelerini
kardeşlerinin hizmetlerine sundular. İşte o güzide insanlardan
bir misal daha; Tebük gazvesinde yaralılardan birisi “su” diye
imdat isteyip bir kişi ona su götürdüğünde bir başka
yaralıdan yine “su” imdat sesi gelince, o yaralı suyu içmekten
vazgeçip “kardeşime götür. Ben zaten gidiciyim”. İkinci
şahıs da aynı şekilde üçüncü şahsın “su” imdadı karşısında
onu, kendisine tercih etti. Üçüncü şahıs ise kendisine su
yetişmeden ruhunu teslim etti. Diğerleri de aynı şekilde
ruhlarını teslim ettiler. Yani kardeşlerini kendilerine tercih
ederek çok yüce bir şerefle şehit oldular. Allah'’ Teala
onların bu halini şöyle tasvir etti.
“Daha
önceden (Medine’yi) yurt edinmiş ve gönüllerine imanı
yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edenleri severler
ve onlara verilenler karşısında içlerinde bir kaygı
duymazlar. Kendileri zaruret içinde bulunanlar ile kendilerine
tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar
kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr: 9)
|