Ana Sayfa YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003 E-Mail

BEDELSİZ CENNET OLMAZ

Muhammed EKBEL

Nimetiyle salih amelleri tamamlayan Allah'a hamd olsun. Allah'ın alemlere bir rehber olarak gönderdiği Hazreti Peygamber'e, O'nun Ehli Beyti'ne, Allah'ın dinine sahip çıkan ve Allah yolunda hakkıyla cihad eden sahabe ve tabiine hayır hususunda kıyamete kadar onlara ve getirdiklerine teslim ve tabi olanlara salat ve selam olsun. Allah'ın yardımı ve nusreti en kısa zamanda bizlerle olsun inşallah. Konumuza Cennetin tarifini yaparak girmek istiyorum.

Cennet; halen var olan ve ebediyen de kalacak olan; akla hayale gelmeyen ve dünya nimetleriyle kıyaslanması dahi mümkün olmayan maddi ve manevi zevkleri ihtiva eden bir sevap ve mükafat yeridir. İmanlı kullar, ebedi saadeti burada bulacaklardır.

Kuran’ı Kerim’de Cennetteki hayatın güzelliğinden, verdiği saadetten, bu mutluluğun sonsuzluğundan, Cennetin nimetlerinden bahseden pek çok ayetler vardır; Örneğin;

“İman edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedi kalacakları ve zemininden ırmaklar akan Cennetlere sokulacaklardır. Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri "selam" dır.” (İbrahim: 23)

“Takvâ sahiplerine vaad olunan Cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden) sakınanların (mutlu) sonudur. Kafirlerin sonu ise ateştir.” (Rad: 35)

Ebu Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (sav) buyurdular ki; "Allah Teâla hazretleri ferman etti ki: "Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım.” Buhari, Bed'ü'l-Halk Müslim, Tirmizi,

“Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” (Secde: 17)

Allah-u Teala iman edip salih amelde bulunanları ebedi kalacakları Cennetle müjdelemektedir.

Bütün kainatın yaratıcısı, sahibi ve hakimi olan Allah-u Teala, insanı yarattı. Yaratmış olduğu insana düşünme, bilme, anlama gücü ve iyi-kötüyü ayırma ile birlikte iradesini kullanma yeteneği verdi. Tasarruf yetkileri bağışladı. Yani insana doğruyu ve yanlışı gösterdi. Tercih noktasında insanı kendi iradesinde serbest bıraktı. Allah (cc) ayeti kerimelerinde şöyle buyurmaktadır.

“Kim hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur…” (İsra: 15)

“Eğer ben dalalete gitmiş isem, bu kendi nefsimi dalalete götürmemdir." (Sebe: 50)

"Kim hidayeti bulmuş ise, kendi nefsi için hidayeti bulmuştur." (Neml: 92)

Yani Allah, önce eşyayı tanıtıyor, hayatın başlangıcı, sonu ve yaşam hakkında bilgilendiriyor ve kendi emirlerine uymamızı istiyor. Uyduğumuz takdirde dünya ve ahirette saadete kavuşacağımızı müjdeliyor:

"Ey iman edenler; Allah'tan korkun, hükümlerine bağlanın ve dosdoğru söz söyleyin. Böylece Allah işlerinizi, amellerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse, büyük kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab: 70-71)

Ayette belirtilen kurtuluştan kastedilen, Allah'ın emrine uyup, mükafatını kazanmaktır. Yani dünya ve ahiret hayatında saadete erişmektir. Kurtuluş, Allah'ın emirlerine uymanın bir mükafatı ise, bir Müslüman’ın yaratıcının emirlerini, ve nasıl uyulacağını bilmesi gerekir. Bu cümleden anlaşılıyor ki Müslüman’ın bu mükafatı haketmesi için bir bedel ödemesi gerekmektedir. Yine Allah-u Teala başka ayeti kerimelerinde, şöyle buyurmaktadır:

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (Tevbe: 111)

“(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler size de gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır.” (Bakara: 214)

Günümüzde Müslümanlar olarak bizden öncekilerin katlanmak zorunda kaldıkları bedele katlanmak istemediğimiz içindir ki tüm Müslümanlar, Allah'ın emirlerinden yoksun bir hayat içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Günümüzde çile ve sefillik içinde yaşamak Müslümanlar olarak ortak özelliğimiz haline geldi. Kimimiz Filistin'de, çığlık çığlığa babamı istiyorum diye feryad eder, en değerli varlığı olan babasını bir kerecik öpmeden kaybetmenin acısıyla; kimimiz Afganistan ve Irak'ta oyuncak yerine bombalarla oynamak durumundadır. Evet, ağlamak bize en yakın gelen sözcükler arasında baş sırayı alır.

Ardından şahadet özlemi... Öylesine ki, 15 yaşında hayata yeni başlarken bile üzerinize birkaç bomba sarıp kendinizi öldürmek pahasına, kendi canınızı hiçe sayabilecek kadar canınız yanmıştır. Müslüman iseniz ağlamaya bile hakkınız yoktur. Ağlarsanız irticai gerici olur ve onları destekliyor diye küfrün saldırılarına maruz kalırsınız. Yani dünyada rezillik, ahirette ise Allah korusun kaybedenlerden olabilirsiniz. Çünkü biz Müslümanız ama yaşantımızda İslam dışı nizamlar hakim. Nerede olursak olalım, İslamı hayata hakim kılma sorumluluğunu yerine getirmedikçe kurtulmuş olmayacağız. Nitekim, Yüce Allah şöyle buyuruyor:

"Aranızda hayra (İslam'a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Ali İmran: 104)

Ayetin de belirttiği gibi, İslam Ümmetini, düşmüş olduğu şiddetli çöküntüden kurtarmanın yolu, İslami bir kitle ile, Allah'ın indirdiği ile yeniden hükmetmek üzere, İslam Hilafet Devleti'ni tekrar vücuda getirmek gerekmektedir. Çünkü İslam'ın hayata bakışının, devlet anayasasının ve diğer yasaların kısaca İslam akidesinden kaynaklanan herşeyin ve bu akide üzerine kurulan islami-fikir, hüküm ve mefhumların yaşanmasının tek yolu İslam Hilafet Devletidir.

Müslim, Ebu Hazim'den rivayet etmiştir. Ebu Hureyre (ra) ile beş yıl kaldım.

Nebi (sav) in şöyle buyurduğunu anlatırken işittim: ”İsrailoğullarını Peygamberler yönetmekteydiler. Ne zaman biri ölürse, ardından diğer Peygamber gelirdi. Benden sonra artık Peygamber yoktur. Halifeler olacaktır. Hem de pek çok”. Bu Hadis-i Şerif Resulullah'tan sonra İslam’da hükmetme nizamının Hilafet olduğunun açık bir delilidir. Ayrıca İslam Hilafet'in dışındaki nizamların da İslam dışı olduğunu bize göstermektedir.

Allah'ın dinini yaşayamama en büyük acımızdır. Ahiret ve dünyadaki kazanç Allah'ın emrine uygun yaşantıyla gerçekleşir. Oysa günümüz Müslümanları olarak, sanki tersi bize emredilmiş gibi böylesi çarpık bir hayat sürmekteyiz. Bu yaşantı ise bizi bedelsiz kurtuluş ve bedelsiz Cennet anlayışına götürmüştür. Resul (sav) ve Sahabe (ra) hayatına baktığımızda durum tam tersinedir. Orada önce hedef sonra ilgi, ilgiye layık doğru bilgi ve halis niyetle amel vardı. Allah-u Teala'nın istemiş olduğu şekilde, mallarını, canlarını, eş ve evlatlarını feda ediyorlar, böylece Allah'ın övgüsüne mazhar oluyorlardı. Akıllarda silinmeyen bir örneği tekrar hatırlatmak istiyorum. Mekke Dönemi; muhacirler hicret ediyor. Medine'ye geldiklerinde yanlarında hiçbir şey getirememişlerdi. Ensar, kardeşlerine vermek için evlerini ve tarlalarını ikiye böldüler ve bunu sadece Allah rızası için yaptılar, mükafatını da yalnızca O'ndan beklediler. Yaptıkları bu işten dolayı Allah-u Teala'nın övgüsüne mazhar oldular. Allah (cc) Ayeti kerimesinde söyle buyurmakta;

“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr: 9)

Yoksa aynı Allah'a ve Peygamber'e inanmıyor muyuz? Allah onlardan razı olsun. Bedelsiz Cennet olmayacağını ne de güzel anlamışlardı. Oysa günümüz Müslümanlarına bakıldığında, aynı dine mensup olmalarına rağmen, onlar gibi davranmak bir yana günümüz Müslümanları olarak menfaatçilik, ferdiyetçilik ve bedelsiz Cennet anlayışı içerisinde bir yaşantı sürdürmektedirler. Öyleyse, Allah'a itaat etme hususunda gayretlerimizi artıralım. Allah'ın bizden razı olması ve bize merhamet etmesi için farzlarına uyup, haramlarından kaçarak, O'nun bizden istediklerini de feda etmeliyiz. Hayatımızı İslam’a göre şekillendirmeliyiz. Yani Kelime-i Tevhidi ile hayata bakmalıyız. Allah'ın dışındaki ilahları, onun kanununun dışındaki kanunları reddetmeliyiz. Resulullah (sav), bu şekilde insanları yetiştirip onlarla beraber mücadele etti. Öyleyse La İlahe İllallah Muhammeden Resulllah sözü sadece; Allah'ın hükmüne teslim olmaktır. Buna inanan kimse, Allah'ın otoritesi dışında bir küfür otoritesinin yönetimine razı olmaz. Bu nedenle iman, yalnız Allah'a muhakeme olunmayı gerekli görür. Bu ise İslam Devleti'nin var olmasını gerektirir.

Nitekim şeri kaide şöyle geçer: “Bir farzı yerine getirebilmek için gerekli hususlar da farzdır.”

Yani İslam’ı uygulayabilmek için devlet kurmak şarttır. Yoksa günümüzde olduğu gibi küfür, tağut ahkâmına veya devletlerine mahkum oluruz. İslam devletinin mevcudiyeti, ölüm kalım meselesi olmaktadır.

“Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet” (Maide: 49)

“Yoksa onlar cahiliyye (İslam dışı) hükmünü mü (yönetimini mi) istiyorlar. İyi anlayan bir topluma göre hükmü Allah’tan daha güzel kim vardır” (Maide: 50)

“Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.” (Maide: 44)

Görüldüğü üzere asılda insan yaşamının tanziminde Allah’ın hükümranlığının dışındaki hükümranlıklar, Allah tarafından reddedilmektedir. Yani tevhid, Allahın tek hoşnut olduğu yoldur. Bunda hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Allah, bu yolda mükafatını kendisinden bekleyerek halis niyet ile amel eden müminlerden olmamızı bizlerden istemektedir.

“Allah’ım bize hakkı hak olarak göster ve ona uymamızı sağla, bâtılı da bâtıl olarak göster ve ondan uzak kalmamızı sağla, adımlarımızı sağlamlaştır. Bütün Müslümanları, Tevhid sancağı altında birleştir.” Amin

YIL 14  SAYI 159-160  MUHARREM/SAFER 1424  MART/NİSAN 2003

Yukarı