Nimetiyle
salih amelleri tamamlayan Allah'a hamd olsun. Allah'ın alemlere bir
rehber olarak gönderdiği Hazreti Peygamber'e, O'nun Ehli
Beyti'ne, Allah'ın dinine sahip çıkan ve Allah yolunda hakkıyla
cihad eden sahabe ve tabiine hayır hususunda kıyamete kadar
onlara ve getirdiklerine teslim ve tabi olanlara salat ve selam
olsun. Allah'ın yardımı ve nusreti en kısa zamanda bizlerle
olsun inşallah. Konumuza Cennetin tarifini yaparak girmek
istiyorum.
Cennet;
halen var olan ve ebediyen de kalacak olan; akla hayale gelmeyen ve
dünya nimetleriyle kıyaslanması dahi mümkün olmayan maddi ve
manevi zevkleri ihtiva eden bir sevap ve mükafat yeridir. İmanlı
kullar, ebedi saadeti burada bulacaklardır.
Kuran’ı
Kerim’de Cennetteki hayatın güzelliğinden, verdiği
saadetten, bu mutluluğun sonsuzluğundan, Cennetin nimetlerinden
bahseden pek çok ayetler vardır; Örneğin;
“İman
edip de iyi işler yapanlar, Rablerinin izniyle içinde ebedi
kalacakları ve zemininden ırmaklar akan Cennetlere sokulacaklardır.
Orada (birbirleriyle) karşılaştıkça söyledikleri
"selam" dır.” (İbrahim: 23)
“Takvâ
sahiplerine vaad olunan Cennetin özelliği (şudur): Onun zemininden
ırmaklar akar. Yemişleri ve gölgesi süreklidir. İşte bu, (kötülüklerden)
sakınanların (mutlu) sonudur. Kafirlerin sonu ise ateştir.”
(Rad: 35)
Ebu
Hureyre radıyallahu anh anlatıyor: "Resûlullah (sav)
buyurdular ki; "Allah Teâla hazretleri ferman etti ki:
"Ben Azimu'ş-Şân, salih kullarım için gözlerin görmediği,
kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç
geçmeyen nimetler hazırladım.” Buhari, Bed'ü'l-Halk
Müslim, Tirmizi,
“Yaptıklarına
karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç
kimse bilemez.” (Secde: 17)
Allah-u
Teala iman edip salih amelde bulunanları ebedi kalacakları
Cennetle müjdelemektedir.
Bütün
kainatın yaratıcısı, sahibi ve hakimi olan Allah-u Teala,
insanı yarattı. Yaratmış olduğu insana düşünme, bilme,
anlama gücü ve iyi-kötüyü ayırma ile birlikte iradesini
kullanma yeteneği verdi. Tasarruf yetkileri bağışladı. Yani
insana doğruyu ve yanlışı gösterdi. Tercih noktasında
insanı kendi iradesinde serbest bıraktı. Allah (cc) ayeti
kerimelerinde şöyle buyurmaktadır.
“Kim
hidayet yolunu seçerse, bunu ancak kendi iyiliği için seçmiş
olur; kim de doğruluktan saparsa, kendi zararına sapmış olur…”
(İsra: 15)
“Eğer
ben dalalete gitmiş isem, bu kendi nefsimi dalalete götürmemdir."
(Sebe: 50)
"Kim
hidayeti bulmuş ise, kendi nefsi için hidayeti bulmuştur."
(Neml: 92)
Yani
Allah, önce eşyayı tanıtıyor, hayatın başlangıcı, sonu ve
yaşam hakkında bilgilendiriyor ve kendi emirlerine uymamızı
istiyor. Uyduğumuz takdirde dünya ve ahirette saadete kavuşacağımızı
müjdeliyor:
"Ey
iman edenler; Allah'tan korkun, hükümlerine bağlanın ve
dosdoğru söz söyleyin. Böylece Allah işlerinizi, amellerinizi
düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne
itaat ederse, büyük kurtuluşa ermiş olur." (Ahzab:
70-71)
Ayette
belirtilen kurtuluştan kastedilen, Allah'ın emrine uyup, mükafatını
kazanmaktır. Yani dünya ve ahiret hayatında saadete erişmektir.
Kurtuluş, Allah'ın emirlerine uymanın bir mükafatı ise, bir Müslüman’ın
yaratıcının emirlerini, ve nasıl uyulacağını bilmesi gerekir.
Bu cümleden anlaşılıyor ki Müslüman’ın bu mükafatı
haketmesi için bir bedel ödemesi gerekmektedir. Yine Allah-u Teala
başka ayeti kerimelerinde, şöyle buyurmaktadır:
“Allah
müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek)
Cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah
yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta,
İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaattir. Allah'tan
daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla
yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte
bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (Tevbe: 111)
“(Ey
müminler!) Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına
gelenler size de gelmeden Cennete gireceğinizi mi sandınız?
Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı
ki, nihayet peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın
yardımı ne zaman! dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı
yakındır.” (Bakara: 214)
Günümüzde
Müslümanlar olarak bizden öncekilerin katlanmak zorunda kaldıkları
bedele katlanmak istemediğimiz içindir ki tüm Müslümanlar,
Allah'ın emirlerinden yoksun bir hayat içerisinde yaşamlarını sürdürmektedirler.
Günümüzde çile ve sefillik içinde yaşamak Müslümanlar olarak
ortak özelliğimiz haline geldi. Kimimiz Filistin'de, çığlık çığlığa
babamı istiyorum diye feryad eder, en değerli varlığı
olan babasını bir kerecik öpmeden kaybetmenin acısıyla; kimimiz
Afganistan ve Irak'ta oyuncak yerine bombalarla oynamak durumundadır.
Evet, ağlamak bize en yakın gelen sözcükler arasında baş
sırayı alır.
Ardından
şahadet özlemi... Öylesine ki, 15 yaşında hayata yeni
başlarken bile üzerinize birkaç bomba sarıp kendinizi
öldürmek pahasına, kendi canınızı hiçe sayabilecek kadar
canınız yanmıştır. Müslüman iseniz ağlamaya bile hakkınız
yoktur. Ağlarsanız irticai gerici olur ve onları destekliyor diye
küfrün saldırılarına maruz kalırsınız. Yani dünyada
rezillik, ahirette ise Allah korusun kaybedenlerden olabilirsiniz.
Çünkü biz Müslümanız ama yaşantımızda İslam dışı
nizamlar hakim. Nerede olursak olalım, İslamı hayata hakim kılma
sorumluluğunu yerine getirmedikçe kurtulmuş olmayacağız.
Nitekim, Yüce Allah şöyle buyuruyor:
"Aranızda
hayra (İslam'a) davet eden, marufu emreden ve münkerden nehyeden
bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte onlar kurtuluşa
erenlerdir.” (Ali İmran: 104)
Ayetin
de belirttiği gibi, İslam Ümmetini, düşmüş olduğu şiddetli
çöküntüden kurtarmanın yolu, İslami bir kitle ile, Allah'ın
indirdiği ile yeniden hükmetmek üzere, İslam Hilafet
Devleti'ni tekrar vücuda getirmek gerekmektedir. Çünkü
İslam'ın hayata bakışının, devlet anayasasının ve diğer
yasaların kısaca İslam akidesinden kaynaklanan herşeyin ve bu
akide üzerine kurulan islami-fikir, hüküm ve mefhumların
yaşanmasının tek yolu İslam Hilafet Devletidir.
Müslim,
Ebu Hazim'den rivayet etmiştir. Ebu Hureyre (ra) ile beş yıl
kaldım.
Nebi
(sav) in şöyle buyurduğunu anlatırken işittim: ”İsrailoğullarını
Peygamberler yönetmekteydiler. Ne zaman biri ölürse, ardından
diğer Peygamber gelirdi. Benden sonra artık Peygamber yoktur.
Halifeler olacaktır. Hem de pek çok”. Bu Hadis-i Şerif
Resulullah'tan sonra İslam’da hükmetme nizamının Hilafet
olduğunun açık bir delilidir. Ayrıca İslam Hilafet'in dışındaki
nizamların da İslam dışı olduğunu bize göstermektedir.
Allah'ın
dinini yaşayamama en büyük acımızdır. Ahiret ve dünyadaki
kazanç Allah'ın emrine uygun yaşantıyla gerçekleşir. Oysa günümüz
Müslümanları olarak, sanki tersi bize emredilmiş gibi böylesi
çarpık bir hayat sürmekteyiz. Bu yaşantı ise bizi bedelsiz
kurtuluş ve bedelsiz Cennet anlayışına götürmüştür. Resul (sav)
ve Sahabe (ra) hayatına baktığımızda durum tam
tersinedir. Orada önce hedef sonra ilgi, ilgiye layık doğru bilgi
ve halis niyetle amel vardı. Allah-u Teala'nın istemiş olduğu
şekilde, mallarını, canlarını, eş ve evlatlarını feda
ediyorlar, böylece Allah'ın övgüsüne mazhar oluyorlardı.
Akıllarda silinmeyen bir örneği tekrar hatırlatmak istiyorum.
Mekke Dönemi; muhacirler hicret ediyor. Medine'ye geldiklerinde
yanlarında hiçbir şey getirememişlerdi. Ensar, kardeşlerine
vermek için evlerini ve tarlalarını ikiye böldüler ve bunu
sadece Allah rızası için yaptılar, mükafatını da yalnızca
O'ndan beklediler. Yaptıkları bu işten dolayı Allah-u Teala'nın
övgüsüne mazhar oldular. Allah (cc) Ayeti kerimesinde söyle
buyurmakta;
“Daha
önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı
yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri
severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık
hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları
kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa,
işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Haşr: 9)
Yoksa
aynı Allah'a ve Peygamber'e inanmıyor muyuz? Allah onlardan razı
olsun. Bedelsiz Cennet olmayacağını ne de güzel anlamışlardı.
Oysa günümüz Müslümanlarına bakıldığında, aynı dine
mensup olmalarına rağmen, onlar gibi davranmak bir yana
günümüz Müslümanları olarak menfaatçilik, ferdiyetçilik
ve bedelsiz Cennet anlayışı içerisinde bir yaşantı sürdürmektedirler.
Öyleyse, Allah'a itaat etme hususunda gayretlerimizi artıralım.
Allah'ın bizden razı olması ve bize merhamet etmesi için farzlarına
uyup, haramlarından kaçarak, O'nun bizden istediklerini de feda
etmeliyiz. Hayatımızı İslam’a göre şekillendirmeliyiz.
Yani Kelime-i Tevhidi ile hayata bakmalıyız. Allah'ın
dışındaki ilahları, onun kanununun dışındaki kanunları reddetmeliyiz. Resulullah (sav), bu şekilde insanları yetiştirip
onlarla beraber mücadele etti. Öyleyse La İlahe İllallah
Muhammeden Resulllah sözü sadece; Allah'ın hükmüne
teslim olmaktır. Buna inanan kimse, Allah'ın otoritesi dışında
bir küfür otoritesinin yönetimine razı olmaz. Bu nedenle iman,
yalnız Allah'a muhakeme olunmayı gerekli görür. Bu ise İslam
Devleti'nin var olmasını gerektirir.
Nitekim
şeri kaide şöyle geçer: “Bir farzı yerine getirebilmek için gerekli hususlar da farzdır.”
Yani
İslam’ı uygulayabilmek için devlet kurmak şarttır. Yoksa günümüzde
olduğu gibi küfür, tağut ahkâmına veya devletlerine mahkum
oluruz. İslam devletinin mevcudiyeti, ölüm kalım meselesi
olmaktadır.
“Aralarında
Allah'ın indirdikleri ile hükmet” (Maide: 49)
“Yoksa
onlar cahiliyye (İslam dışı) hükmünü mü (yönetimini mi)
istiyorlar. İyi anlayan bir topluma göre hükmü Allah’tan daha
güzel kim vardır” (Maide: 50)
“Allah'ın
indirdikleri ile hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir.”
(Maide: 44)
Görüldüğü
üzere asılda insan yaşamının tanziminde Allah’ın hükümranlığının
dışındaki hükümranlıklar, Allah tarafından reddedilmektedir.
Yani tevhid, Allahın tek hoşnut olduğu yoldur. Bunda hiçbir
şüphe bulunmamaktadır. Allah, bu yolda mükafatını kendisinden
bekleyerek halis niyet ile amel eden müminlerden olmamızı
bizlerden istemektedir.
“Allah’ım
bize hakkı hak olarak göster ve ona uymamızı sağla, bâtılı
da bâtıl olarak göster ve ondan uzak kalmamızı sağla, adımlarımızı
sağlamlaştır. Bütün Müslümanları, Tevhid sancağı altında
birleştir.”
Amin
|