Dünyanın bir çok yerinde çalışan veya ikamet eden yabancı işçilere
bakış farklılıklar arz eder. Bazı ülkelerde işçilerin renkleri,
milliyetleri, ülkeleri ön plana çıkarken bazıları içinse, inançları
ön plana çıkar. Örneğin; Lübnan’a sığınmış, mülteci konumundaki
Filistin asıllı kişilerin orada uzun yıllar bulunmalarına rağmen
hala ikinci sınıf görünmeleri ve iş imkanı verilmemesi gibi. Başka
bir örnek; Suudi Arabistan’da çalışan Arap olmayanlara bakışın
milliyetçilik konumunda değerlendirilmesi gibi.
Şunu da burada eklemek gerekir; bazı ülkelerin (ABD, AB, İngiltere
ve bu tip sadece ekonomik olarak kalkınmış ülkelerden başka
ülkelerde bulunan) vatandaşlarının durumu daha farklıdır. Onlar her
ne kadar başka ülkelere gidiş amaçları farklı olsa da (ajanlık,
misyonerlik, işgalin ön hazırlıklarını yapmak veya turist gibi)
herhangi bir iş için bulundukları ülkelerde daha farklı bir muamele
görürler. Bu, ya bağlı bulunduğu memleketin gücünden kaynaklanır
veyahut ta teknolojik yapısından kaynaklanır. Örneğin; ABD
vatandaşları dışarıda genelde “ABD gücüne dayalı yargı” ile
değerlendirilirler. Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar veya başka
memleketlerde kurdukları şirketlerle faaliyetlerini devletlerinin
siyaseti doğrultusunda yürütürler. Bundan dolayı da Suudi
Arabistan’da veya başka ülkelerde bulunan Amerikan şirketlerinin
müdürleri Amerikan istihbaratıyla doğrudan çalışırlar. Yani Amerika
iş dünyasını da kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.
Japonya vatandaşları genelde teknolojik bakışla değerlendirilirler.
Çünkü bu ülke siyasetten çok teknoloji ile ün yapmıştır. Bu gibi
devletler ellerindeki teknoloji silah gibi kullanmaktadırlar. Yeri
geldiğinde teknolojisi ile ülkeleri dize getirmektedirler. Yabancı
ülkeye teknoloji transferini sınırlı tuttukları gibi verdikleri
teknolojiyi de şartlı vermektedirler. Ki böylece sömürgecilik yerini
bulsun. Bundan dolayı bu ülkelerden iş için çıkanlar (teknisyen veya
iş patronları) muhtaç olan ülkelerde üst düzeyde karşılanır ve
ağırlamakta kusur gösterilmez.
Müslüman ülkelere geldiğimizde durum tamamen farklıdır. Müslüman
ülkelerden en zengin kişinin (teknisyen veya patron) iş amaçlı başka
bir ülkede bulunması, o kişiye bakışı bir ABD veya AB vatandaşına
bakış seviyesine yükseltmez.
Bu çerçeveden baktığımızda AB’ye üyeliği (!) mevzubahis olan
Türkiye’nin Avrupa’ya alındığı (ki bunun
hiçbir zaman gerçekleşeceğine inanmıyoruz) takdirde işçiler için
bakışlar yine farklı olacaktır. Avrupa’nın yaklaşımının bugünkünden
daha farklı olacağını zannedenler yanılmaktadırlar. Yaklaşım
özverili bakışa dönüşmeyecek aksine, menfaatler çerçevesinde
değerlendirilecektir. Çünkü Müslüman beldelerden gelenler hakkında
batıda örfleşmiş bir kanaat oluşmuştur. Müslümanlar; fakir, sefil,
Batının sentlerine muhtaç, geri kalmış insanlar olarak
görülmektedir.
Yer altı ve yer üstü kaynakların bol olmasına karşılık fakirliğin
yaygın olduğu ve en fazla göçünde Müslümanların bulunduğu
beldelerden olduğu hususu başlı başına ayrı bir konudur. Bu
ülkelerin neden yoksul durumda oldukları veya bu hale düşürüldükleri
farklı açılardan incelenebilir ayrı bir konu olabilir. Fakat biz
konun dışına taşmak istemiyoruz. Konumuz gereği; daha fazla günümüz
de Müslüman işçilere bulundukları ülkelerdeki bakıştır. Çünkü
dünyada değişen siyasi konjonktür ekonominin her noktasına nüfus
etmeye başladı. Bu sözümüzle siyasetin daha önceleri ekonomiye etki
etmediğini kastetmiyoruz. Etki mutlaka her dönemde var olagelmiştir.
Fakat bu, dönemine göre farklılıklar arz etmektedir. Rönesans’a
etkisi olduğu gibi komünizme karşı kapitalistlerin verdiği sosyal
hakların batı ülkelerinde teker teker geri alınması etkinin
sürekliliğine örneklerdir.
İşçi alan ülkelerdeki bakış önceye nazaran değişik bir aşamaya
gelmiştir. Bu yeni işçi alma noktasında da kendini
hissettirmektedir. İşçi talebinde bulunan ülkeler her ne kadar gerek
duydukları alanda kalifiye işçi arayışına yönelseler de şu hususlar
bu noktada belirleyici olmaya başlamıştır.
a) İşçinin sahip olduğu inanç,
b) İşçilerin tarihleriyle yargılanması,
c) İşçilerin memleketlerinin dünya siyasetindeki yeri,
d) İşçilerin fiziki yapıları, beyinsel göç, sahip oldukları
teknolojik kabiliyetleri, ilmi üstünlükleri, bilim adamları gibi
esaslar temel alınır.
Şöyle veya böyle, ekonomik sıkıntıların getirdiği ortam
Müslümanların ilgisini bir dönem işçi alan ülkelere yöneltti. II.
Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ülkelerinde başlayan ekonomik
kalkınma süreci beraberinde işgücü ihtiyacını getirdi. İşgücü
ihtiyacını ilk etapta Avrupa ülkelerinden karşılamaya çalışan
İşveren Avrupa ülkeleri, daha sonra bu ihtiyaçlarını halkı Müslüman
olan beldelerden karşılama yoluna gittiler. 1960'da ilk resmi işgücü
ihracı başladı. Bu tarihten önce İtalyanların, Yunanlıların,
Polonyalıların işçi olarak bazı Avrupa ülkelerinde çalıştıkları
bilinmektedir. Fakat iş açığını bu ülkelerin kapatamamış veya ağır
iş şartlarında bu ülkeden gelen insanlar çalışmak istememiştir.
Ayrıca o dönemin fiziki insan gücene dayalı işlerinde çalışmak her
insanın kaldıracağı boyutta değildi. Fiziki kuvvet, güç,
dayanıklılık, verilen işin itirazsız yerini getirilmesi gibi
etkenler söz konusu idi. Kömür madenlerinde, demir-çelik
fabrikalarında ağır şartlar altında çalışmak kolay olmasa gerek.
Bu ve buna benzer nedenler gözleri İslam alemindeki yoksul kesime
yöneltti. Fas’tan, Cezayir’den, Afrika’dan, Türkiye’den işçi talebi
başladı. Osmanlının son dönemlerinde Kanada ve Arjantin’e giden
insanların varlığından bahsedilir. O ülkelere gidenlerin sayısı o
kadar kabarık değildi ve de gidiş amaçları da işçi olmak için
değildi. Daha çok gezi amaçlı gidişlerdi ki; daha sonra o gidenlerin
de gittikleri yerlerde işçi olarak çalışmaya başladıkları ve
bazılarının oralara yerleşerek hayatlarını orada sürdürdükleri
araştırmalarda yer almaktadır. Amerikanın Afrika’nın bazı
kesimlerinden gemilerle köle olarak getirdikleri kişileri de
unutmamak gerekir. Onlarda zor şartlar altında Amerika’da
köleleştirilmiş ve en zor şartlarda çalıştırılmışlardır.
Müslüman beldelerden yurtdışına çıkan işçilerden çok azı geri
memleketlerine dönmüştür. Emeklilik veya ölüm hali dışında geri
dönüş durma noktasına gelmiştir. İşçilerin büyük bir bölümü uzun
süren işçilik hayatı sonucu işçi olarak bulundukları ülkelerde
yaşamlarını sürdürmeye ve buralarda ikama etmeye başlamışlardır.
1963’den 1985lere kadar geçen süreçte işçi-işveren alakaları
mevcuttu. Yani her iki tarafın bakışı işçilik üzerine idi. Fakat
gelinen süreç gösterdi ki; bir toplumda yaşamak bazı alakaların
vakıasını ortaya çıkarttı.
Alakalar hususunda, her memleketin göçmen işçilerinin kendi
aralarında odaklaşmaya başladığını 70’li yıllarda görmek mümkün.
İbadet yerlerinin açılması, kendilerine ait alış-veriş yerlerinin
kurulması, ailelerini getirmeleri, sinemaların, kahvehanelerin,
okulların vb. yerlerin açılması birbirini takip etti. Ev alımlarını
da bu diziye eklemek mümkün. Bu şunu göstermiştir ki; bu ülkeler de
çalışan işçilerin pek de geri dönmeye niyetlerinin olmadığı ve
bulundukları memleketlere yerleşme kararlılığında olduklarıdır.
İşte, bu dönemden sonra batı ülkeleri işçi-işveren yerine alakalarla
ilgili düzenleme yoluna gitme gereğini duydular. Tabi ki bu da her
iki taraf için iki ana noktayı gündeme getirdi:
1. Göçmen işçilerin bulundukları ülkelerdeki konumu ne olacak?
· İşçi olarak mı kalacaklar?
· Çalıştıkları ülkenin vatandaşı mı olacaklar?
2. İşveren ülkelerin işçilere bakışı nasıl olacak?
· Ne kadar kalırlarsa kalsınlar işçi olarak mı kalacaklar?
· Bu uzayan süre içerisinde onlara karşı muamele nasıl olacak?
Evet, işçiler kendi konumlarını belirlemek zorundaydılar. Ya
kalıcılık ki; bu karşılarına yığınlarca sorunu beraberinde
getirecek, yada geri dönüş ki; bunu uzun vadeli değil kısa dönem
içerisinde yerine getirmeleri gerekecek.
Kalıcı oldukları takdirde önlerine çıkacak zorlukların başında
Müslümanlar için ilk aşamada inançları gündeme gelecektir. Ya
Müslümanlıklarını koruyacaklar veyahut ta taviz üstüne taviz
vereceklerdir. Ki günümüzde bunlar yaşanmaya başlanmıştır.
Uyum yasaları çıkarılsa da, diyalog yaklaşımı ile tavizler verilse
de işçilere karşı farklı bir bakış açısı gelişmektedir. Ne yazık ki;
bunun adına dostluk diyemeyeceğiz. İşçilere karşı düşmanlığın
hortladığı ortadadır. Milliyetçilikle başlayan düşmanlık 11 Eylül’le
inançlar doğrultusunda yön değiştirdi.
11 Eylül sorası değişikliği Müslüman göçmen işçiler görmek ve
anlamak zorundadır. Şöyle ki; 11 Eylül inançlar konusunu birinci
noktaya taşımıştır. Önceleri, milliyetçilik işçiler için en büyük
sorun olarak karşılarına çıkıyordu. Fakat bu şu an ikinci, üçüncü
sıralara gerilemiştir. Günümüzde Batı ülkelerinde çalışan işçilere
karşı bakış inançları çerçevesinde cereyan etmektedir. Batıdaki
siyasi partiler, hükümetler, kurumlar Müslümanlar ve İslam üzerinden
prim yapmaya çalışmaktadırlar. Bu tartışmalar onların işçilikleri
üzerine değil Müslümanlıkları üzerinde düğümlenmektedir. Bir nevi
işçilik vasfı yerine inanç vasfı daha kuvvetli ortaya çıkmıştır. Bu
durumda Müslümanlar ya kimliklerini koruyacaklar veya batı
toplumlarının içerisinde yok olup gideceklerdir.
Batı devletleri de kendileri açısından bu konuya çare
aramaktadırlar. Onların buldukları yöntem ise bellidir. Ya yabancı
işçiler asimile edilecekler (asıl inançlarından uzaklaştırılıp batı
inançlarına kazandırılacak) veya bir şekilde geldikleri ülkelere
geri dönüşe itileceklerdir.
Bu doğrultuda kapitalizmin temsilciliğini yapan Amerika’nın
Müslümanlara karşı takındığı tavır diğer batı ülkeleri için de birer
örnek teşkil etmektedir. Bundan dolayı da Müslüman işçilere bakış
sertleşti ve değişti. Onların inançlarından uzaklaştırılması için çalışmalar
yoğunlaştırıldı.
Devamı gelecek sayıda… |