Ana Sayfa YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005 E-Mail

BATI’DA ÇALIŞAN MÜSLÜMAN İŞÇİLERİN KONUMUNA BİR BAKIŞ

Muhammed A.

Dünyanın bir çok yerinde çalışan veya ikamet eden yabancı işçilere bakış farklılıklar arz eder. Bazı ülkelerde işçilerin renkleri, milliyetleri, ülkeleri ön plana çıkarken bazıları içinse, inançları ön plana çıkar. Örneğin; Lübnan’a sığınmış, mülteci konumundaki Filistin asıllı kişilerin orada uzun yıllar bulunmalarına rağmen hala ikinci sınıf görünmeleri ve iş imkanı verilmemesi gibi. Başka bir örnek; Suudi Arabistan’da çalışan Arap olmayanlara bakışın milliyetçilik konumunda değerlendirilmesi gibi.

Şunu da burada eklemek gerekir; bazı ülkelerin (ABD, AB, İngiltere ve bu tip sadece ekonomik olarak kalkınmış ülkelerden başka ülkelerde bulunan) vatandaşlarının durumu daha farklıdır. Onlar her ne kadar başka ülkelere gidiş amaçları farklı olsa da (ajanlık, misyonerlik, işgalin ön hazırlıklarını yapmak veya turist gibi) herhangi bir iş için bulundukları ülkelerde daha farklı bir muamele görürler. Bu, ya bağlı bulunduğu memleketin gücünden kaynaklanır veyahut ta teknolojik yapısından kaynaklanır. Örneğin; ABD vatandaşları dışarıda genelde “ABD gücüne dayalı yargı” ile değerlendirilirler. Her nerede bulunurlarsa bulunsunlar veya başka memleketlerde kurdukları şirketlerle faaliyetlerini devletlerinin siyaseti doğrultusunda yürütürler. Bundan dolayı da Suudi Arabistan’da veya başka ülkelerde bulunan Amerikan şirketlerinin müdürleri Amerikan istihbaratıyla doğrudan çalışırlar. Yani Amerika iş dünyasını da kendi siyasi amaçları doğrultusunda kullanmaktadır.

Japonya vatandaşları genelde teknolojik bakışla değerlendirilirler. Çünkü bu ülke siyasetten çok teknoloji ile ün yapmıştır. Bu gibi devletler ellerindeki teknoloji silah gibi kullanmaktadırlar. Yeri geldiğinde teknolojisi ile ülkeleri dize getirmektedirler. Yabancı ülkeye teknoloji transferini sınırlı tuttukları gibi verdikleri teknolojiyi de şartlı vermektedirler. Ki böylece sömürgecilik yerini bulsun. Bundan dolayı bu ülkelerden iş için çıkanlar (teknisyen veya iş patronları) muhtaç olan ülkelerde üst düzeyde karşılanır ve ağırlamakta kusur gösterilmez.

Müslüman ülkelere geldiğimizde durum tamamen farklıdır. Müslüman ülkelerden en zengin kişinin (teknisyen veya patron) iş amaçlı başka bir ülkede bulunması, o kişiye bakışı bir ABD veya AB vatandaşına bakış seviyesine yükseltmez.

Bu çerçeveden baktığımızda AB’ye üyeliği (!) mevzubahis olan Türkiye’nin Avrupa’ya alındığı (ki bunun hiçbir zaman gerçekleşeceğine inanmıyoruz) takdirde işçiler için bakışlar yine farklı olacaktır. Avrupa’nın yaklaşımının bugünkünden daha farklı olacağını zannedenler yanılmaktadırlar. Yaklaşım özverili bakışa dönüşmeyecek aksine, menfaatler çerçevesinde değerlendirilecektir. Çünkü Müslüman beldelerden gelenler hakkında batıda örfleşmiş bir kanaat oluşmuştur. Müslümanlar; fakir, sefil, Batının sentlerine muhtaç, geri kalmış insanlar olarak görülmektedir.

Yer altı ve yer üstü kaynakların bol olmasına karşılık fakirliğin yaygın olduğu ve en fazla göçünde Müslümanların bulunduğu beldelerden olduğu hususu başlı başına ayrı bir konudur. Bu ülkelerin neden yoksul durumda oldukları veya bu hale düşürüldükleri farklı açılardan incelenebilir ayrı bir konu olabilir. Fakat biz konun dışına taşmak istemiyoruz. Konumuz gereği; daha fazla günümüz de Müslüman işçilere bulundukları ülkelerdeki bakıştır. Çünkü dünyada değişen siyasi konjonktür ekonominin her noktasına nüfus etmeye başladı. Bu sözümüzle siyasetin daha önceleri ekonomiye etki etmediğini kastetmiyoruz. Etki mutlaka her dönemde var olagelmiştir. Fakat bu, dönemine göre farklılıklar arz etmektedir. Rönesans’a etkisi olduğu gibi komünizme karşı kapitalistlerin verdiği sosyal hakların batı ülkelerinde teker teker geri alınması etkinin sürekliliğine örneklerdir.

İşçi alan ülkelerdeki bakış önceye nazaran değişik bir aşamaya gelmiştir. Bu yeni işçi alma noktasında da kendini hissettirmektedir. İşçi talebinde bulunan ülkeler her ne kadar gerek duydukları alanda kalifiye işçi arayışına yönelseler de şu hususlar bu noktada belirleyici olmaya başlamıştır.

a) İşçinin sahip olduğu inanç,

b) İşçilerin tarihleriyle yargılanması,

c) İşçilerin memleketlerinin dünya siyasetindeki yeri,

d) İşçilerin fiziki yapıları, beyinsel göç, sahip oldukları teknolojik kabiliyetleri, ilmi üstünlükleri, bilim adamları gibi esaslar temel alınır.

Şöyle veya böyle, ekonomik sıkıntıların getirdiği ortam Müslümanların ilgisini bir dönem işçi alan ülkelere yöneltti. II. Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ülkelerinde başlayan ekonomik kalkınma süreci beraberinde işgücü ihtiyacını getirdi. İşgücü ihtiyacını ilk etapta Avrupa ülkelerinden karşılamaya çalışan İşveren Avrupa ülkeleri, daha sonra bu ihtiyaçlarını halkı Müslüman olan beldelerden karşılama yoluna gittiler. 1960'da ilk resmi işgücü ihracı başladı. Bu tarihten önce İtalyanların, Yunanlıların, Polonyalıların işçi olarak bazı Avrupa ülkelerinde çalıştıkları bilinmektedir. Fakat iş açığını bu ülkelerin kapatamamış veya ağır iş şartlarında bu ülkeden gelen insanlar çalışmak istememiştir. Ayrıca o dönemin fiziki insan gücene dayalı işlerinde çalışmak her insanın kaldıracağı boyutta değildi. Fiziki kuvvet, güç, dayanıklılık, verilen işin itirazsız yerini getirilmesi gibi etkenler söz konusu idi. Kömür madenlerinde, demir-çelik fabrikalarında ağır şartlar altında çalışmak kolay olmasa gerek.

Bu ve buna benzer nedenler gözleri İslam alemindeki yoksul kesime yöneltti. Fas’tan, Cezayir’den, Afrika’dan, Türkiye’den işçi talebi başladı. Osmanlının son dönemlerinde Kanada ve Arjantin’e giden insanların varlığından bahsedilir. O ülkelere gidenlerin sayısı o kadar kabarık değildi ve de gidiş amaçları da işçi olmak için değildi. Daha çok gezi amaçlı gidişlerdi ki; daha sonra o gidenlerin de gittikleri yerlerde işçi olarak çalışmaya başladıkları ve bazılarının oralara yerleşerek hayatlarını orada sürdürdükleri araştırmalarda yer almaktadır. Amerikanın Afrika’nın bazı kesimlerinden gemilerle köle olarak getirdikleri kişileri de unutmamak gerekir. Onlarda zor şartlar altında Amerika’da köleleştirilmiş ve en zor şartlarda çalıştırılmışlardır.

Müslüman beldelerden yurtdışına çıkan işçilerden çok azı geri memleketlerine dönmüştür. Emeklilik veya ölüm hali dışında geri dönüş durma noktasına gelmiştir. İşçilerin büyük bir bölümü uzun süren işçilik hayatı sonucu işçi olarak bulundukları ülkelerde yaşamlarını sürdürmeye ve buralarda ikama etmeye başlamışlardır.

1963’den 1985lere kadar geçen süreçte işçi-işveren alakaları mevcuttu. Yani her iki tarafın bakışı işçilik üzerine idi. Fakat gelinen süreç gösterdi ki; bir toplumda yaşamak bazı alakaların vakıasını ortaya çıkarttı.

Alakalar hususunda, her memleketin göçmen işçilerinin kendi aralarında odaklaşmaya başladığını 70’li yıllarda görmek mümkün. İbadet yerlerinin açılması, kendilerine ait alış-veriş yerlerinin kurulması, ailelerini getirmeleri, sinemaların, kahvehanelerin, okulların vb. yerlerin açılması birbirini takip etti. Ev alımlarını da bu diziye eklemek mümkün. Bu şunu göstermiştir ki; bu ülkeler de çalışan işçilerin pek de geri dönmeye niyetlerinin olmadığı ve bulundukları memleketlere yerleşme kararlılığında olduklarıdır.

İşte, bu dönemden sonra batı ülkeleri işçi-işveren yerine alakalarla ilgili düzenleme yoluna gitme gereğini duydular. Tabi ki bu da her iki taraf için iki ana noktayı gündeme getirdi:

1. Göçmen işçilerin bulundukları ülkelerdeki konumu ne olacak?

· İşçi olarak mı kalacaklar?

· Çalıştıkları ülkenin vatandaşı mı olacaklar?

2. İşveren ülkelerin işçilere bakışı nasıl olacak?

· Ne kadar kalırlarsa kalsınlar işçi olarak mı kalacaklar?

· Bu uzayan süre içerisinde onlara karşı muamele nasıl olacak?

Evet, işçiler kendi konumlarını belirlemek zorundaydılar. Ya kalıcılık ki; bu karşılarına yığınlarca sorunu beraberinde getirecek, yada geri dönüş ki; bunu uzun vadeli değil kısa dönem içerisinde yerine getirmeleri gerekecek.

Kalıcı oldukları takdirde önlerine çıkacak zorlukların başında Müslümanlar için ilk aşamada inançları gündeme gelecektir. Ya Müslümanlıklarını koruyacaklar veyahut ta taviz üstüne taviz vereceklerdir. Ki günümüzde bunlar yaşanmaya başlanmıştır.

Uyum yasaları çıkarılsa da, diyalog yaklaşımı ile tavizler verilse de işçilere karşı farklı bir bakış açısı gelişmektedir. Ne yazık ki; bunun adına dostluk diyemeyeceğiz. İşçilere karşı düşmanlığın hortladığı ortadadır. Milliyetçilikle başlayan düşmanlık 11 Eylül’le inançlar doğrultusunda yön değiştirdi.

11 Eylül sorası değişikliği Müslüman göçmen işçiler görmek ve anlamak zorundadır. Şöyle ki; 11 Eylül inançlar konusunu birinci noktaya taşımıştır. Önceleri, milliyetçilik işçiler için en büyük sorun olarak karşılarına çıkıyordu. Fakat bu şu an ikinci, üçüncü sıralara gerilemiştir. Günümüzde Batı ülkelerinde çalışan işçilere karşı bakış inançları çerçevesinde cereyan etmektedir. Batıdaki siyasi partiler, hükümetler, kurumlar Müslümanlar ve İslam üzerinden prim yapmaya çalışmaktadırlar. Bu tartışmalar onların işçilikleri üzerine değil Müslümanlıkları üzerinde düğümlenmektedir. Bir nevi işçilik vasfı yerine inanç vasfı daha kuvvetli ortaya çıkmıştır. Bu durumda Müslümanlar ya kimliklerini koruyacaklar veya batı toplumlarının içerisinde yok olup gideceklerdir.

Batı devletleri de kendileri açısından bu konuya çare aramaktadırlar. Onların buldukları yöntem ise bellidir. Ya yabancı işçiler asimile edilecekler (asıl inançlarından uzaklaştırılıp batı inançlarına kazandırılacak) veya bir şekilde geldikleri ülkelere geri dönüşe itileceklerdir.

Bu doğrultuda kapitalizmin temsilciliğini yapan Amerika’nın Müslümanlara karşı takındığı tavır diğer batı ülkeleri için de birer örnek teşkil etmektedir. Bundan dolayı da Müslüman işçilere bakış sertleşti ve değişti. Onların inançlarından uzaklaştırılması için çalışmalar yoğunlaştırıldı.

Devamı gelecek sayıda…

YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005

Yukarı