|
|
|
TEFSİR: BAKARA
SURESİ
AYET: 183-187
|
|
|
Esad MANSUR |
|
| |
|
“Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz
kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.
Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim
hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde
kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi
devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir
fakir doyumu kadar fidye gerekir. Bununla beraber kim gönüllü olarak
hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz
(güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
(Bakara 183-184)
|
Bu ayetlerde, Allah-u Teala müminlere orucu farz kıldığını
bildirirken İslam’dan önce gelip geçmiş milletlere de orucu farz
kıldığını bildiriyor. İslam Ümmeti’ne bu oruç yeni bir ibadet
olmayıp tarih boyunca bütün müminlere farz kılındı. Fakat eski
milletlere kaç gün farz idi? Bu ihtilaflı bir konudur.
Muaz, İbn-i Mesut, İbn-i Abbas, Ata Katade ve Ed-dahak Hz. Nuh’a
kadar oruç üç gündü. Ondan sonra Ramazan ayı farz kılındı. İslam’ın
başlangıcında da üç gündü diye söylediler.
İbn-i Abi Hatem İbn-i Ömer (ra) yoluyla Resulullah (sav)’in şöyle dediğini
rivayet etmiştir:
“Ramazan ayını tutmak sizden ö ncekilere
Allah farz kılmıştır.”
Orucun hikmeti takvalı olmaktır. Burada illetten değil hikmetten
bahsedilmektedir. Çünkü; hikmetin manası amelden doğabilecek
neticedir. Sadece ayette veya hadiste belirlenmelidir. Bu ayette;
“umulur ki takvalı olursunuz”.
Bu oruçtan takva doğsun. Müslüman oruç tutunca günahtan
uzaklaşabilir ve Allah’ın emirlerini yerine getirmek için daha fazla
eğilimlidir. Bu nedenle Resulullah (sav) evlenemeyenlere oruç tutmayı
tavsiye etmiştir. Şöyle buyurmuştur:
“Ey gençler! Kim sizden evlenmeye muktedir olursa evlensin. Kim
evlenemezse oruç tutsun. Çünkü oruç onun için bir korunma
vesilesidir.” (Buhari, Müslüm)
Hikmet amelden doğabilecek neticedir.
Doğması şart değildir. Allah-u Teala, insanda bu neticenin doğmasını
istiyor. İnsanın iradesine aittir; eğer Müslüman orucu kimin için
tuttuğunu ve gereğince Allah’a bağlanırsa bu netice doğar. Ama böyle
değilse sırf yemekten ve içmekten kesilirse, sanki bir gelenek
olarak tutarsa takvalı olamaz.
İllet ise, bir hükmün teşri sebebidir. Yani; bir hüküm farz
ise niçin farzdır veya haram ise niçin haramdır diye Allah ve Resulü
açıklarsa bu açıklama hüküm illetidir denilir. Misal olarak, Haşr
Süresinde 7. Ayette mal ve para yalnız zenginler arasında
dolaşmaması için savaşsız ganimetler, zengin olmaya yetimlere,
miskinlere, yolda parasız kalanlara dağıtılmasını Allah emir verdi.
Ayette Allah ve Resulüne de verilecektir açıklandı. Allah ve
Resulünün manası İslam Devleti’dir. Bunun manası, savaşsız
ganimetlerden İslam Devleti’ne bir pay verilecektir. Bu ayette niçin
bunlara verileceğine dair sebep gösterildi. Bu ise; mallar ve
paraların her ele geçmesi ve toplumda iktisadi denge sağlanmasıdır.
Buradaki hüküm illetidir.
Kuran ve Sünnet’in nasları incelendikten sonra ibadetlerin illeti
olmadığı ortaya çıktı. Bunlardan tefsir ettiğimiz oruçla ilgili
ayettir. Taharat, abdest, namaz, oruç, hac ve zekatla ilgili ayetler
ve hadislerin illeti değildir. Yine de giyim , yiyecek, içecek ve
ahlakla ilgili hükümler hiç illeti değildir. Ancak, bunların bir
kısmında hikmetler vardır. Hikmet akli değildir, Şeri’dir. Ayette
veya hadiste gösterilirse hikmet vardır deriz. Gösterilmezse akla
veya çıkara veyahut fayda ve zarara göre bir hikmet vardır denilmez.
Şu var ki, Şeri Hikmet’in bulunmadığı halde ahkamın uygulanması
neticesinde bir fayda gerçekleşirse veya bir zarar vuku engellenirse
hikmet budur ve şudur demek yanlıştır. Ancak, hükmün uygulanmasının
neticesi budur demek gerek. Misal olarak; ikişer veya üçer ve dörder
kadınla evlenme mubahlığından doğan faydalara hikmetler denilmez. Bu
faydalardan biri bir erkek birkaç kadını barındırıyor. Bu şekilde,
bir ekonomik problem çözülmüş olur. Ama buna hikmet denilmez, zaten
illet değildir.
İllet, muamelat ahkamının bir kısmında bulunulur. Ukubat veya
cezayla ilgili ahkamlarda bulunmaktadır.
Oruca dönelim; bunun hikmeti takvanın meydana gelmesidir. Müslüman
bunu göz önünde tutsun, oruç tutarken Allah’a bağlılığı düşünsün ve
pekiştirsin. Nitekim farz olmayan Sünnet veya nafile olan oruçlar
haftada iki gün; Pazartesi ve Perşembe, beyaz günler; hicri veya
kameri aylarının onüçüncü, ondördüncü ve onbeşinci günlerdir. Bu
günlerde ay pek aydın beyaz olur. Aşure, Şevval’den 6 gün, arife
günü vs…
Allah-u Teala, pek rahmetli olduğu için hasta olanlar ve yolcuların
tutmamalarına müsaade etti. Buna ruhsat denilir.
Ramazan dışında bu nedenle tutamadığı günleri diğer aylarda kaza
eder. Hiç tutamıyorsa her güne bedel olarak bir miskin veya bir
fakir yedirir. Hiç kaza etmez. Çünkü oruç tutamıyor. Yaşlı insanlar
ve bir kronik hastalığından dolayı tutamayanlar fidye verirler.
Buhari’nin Seleme bin El-akva’dan rivayet ettiğine göre; İslam’ın
ilk döneminde isteyen tutuyordu, istemeyen yerine fidye veriyordu.
Bu nedenle, oruç tutarsanız daha hayırlıdır veya sizin için daha
hayırlı olur ifadesi ayette geçti. Ondan sonra bu hüküm nesh edildi,
kalktı, yerine Ramazan ayında oruç tutulmasının farziyetini içeren
şu ayet nazil oldu:
|
“Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden
ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır. Öyle
ise sizden ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda
hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde
kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün
bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine
karşılık, Allah'ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara 185)
|
Allah-u Teala, Ramazan ayını övdü. Çünkü; içinde Kuran’ı indirdi.
Böylece onu oruç ayı olarak kıldı. İbn-i Hanbel, İbrahim (as)’ın
sayfaları, Tevrat ve İncil de Ramazan ayında indirildiğine dair
Resulullah (sav)’in bir hadisini rivayet etti. Kuran Ramazan ayında
Resulullah’a indirilmeye başlandı. İbn-i Abbas, Kuran dünya göğüne
tüm olarak indirildi. Ondan sonra parça parça Resulullah’a yirmi
sene içerisinde indirildi.
Ramazan ayının değerini Kuran değerine bağlandı. Kuran değerinin ne
kadar yüksek olduğu tecelli olunur. Bilindiği gibi İslam Kuran’la
tanınır, dinin bütün ahkamı içindedir. Ramazan ayının değeri ve
farzı Kuran’da geçti. Kuran insanlara bir hidayettir. Kuran bütün
insanlar için indirildi. Belli bir halk için indirilmedi. Dili
Arapça’dır. Ama bütün insanlara doğru yolu gösteren bir kitaptır.
Arapça olarak indirilmeseydi, başka dille indirilecekti. Bu nedenle,
hangi dille indirilirse indirilsin önemli olan bütün insanlara bir
hidayet olmasıdır. Aynı anda beyineler içerir; beyineler
ise deliller ve açıklamalardır. Buna göre, Kuran hidayetin delilleri
ve açıklamaları içerir. Aynı anda, furkandır; hak ile
batılı birbirinden ayırır. Artık Ramazan ayının tutulmasında
muhayyelilik yoktur. Kim hilali görürse onu tutmalıdır. Herkesin
görmesi şart değildir. Bir Müslüman görürse bütün Müslümanlar
tutmalıdır. Resulullah (sav) bir Müslüman hilali görürse bütün
Müslümanların tutmasına emir verdi. Başka bir hadiste:
“ Ayı gördüğünüz zaman tutun, ayı
gördüğünüz zaman bozun, ayı göremediğiniz zaman ayı otuza
tamamlayın.” (Müslim)
Müslümanlar tek bir ümmettir. Onun tekliği, birliği ve vahdeti aynı
günde hepsinin tutması ve aynı günde hepsinin bayram etmesidir.
Yahudiler ve hıristiyanlar gibi dinlerini tefrik etmemelidir.
Hıristiyan ve yahudi gruplar hem inançlarda ihtilafa düştüler, hem
de ibadetlerde ve bayramlarda ihtilafa düştüler. Allah-u Teala Ali
İmran süresinde 105. ayette ve başka sürelerde yahudiler ve
hıristiyanların dinlerini tefrike ettirdikleri gibi onlar gibi
olmamamıza dikkat çekiyor. Resullullah (sav) bir çok hadisinde bunu
uyardı. Hilafet Devleti döneminde bütün Müslümanlar aynı günde
tutuyorlardı ve aynı günde bayram ediyorlardı. Hilafet Devleti
yıkıldıktan sonra İslam Ümmeti elliden fazla devletçiklere bölündü.
Bu parçalanmayı pekiştirmek için İslamî olmayan bu devletler beraber
Ramazanı tutmamaya ve bayram etmemeye çalışıyorlar.
Ayette, -kim ayı görürse- deyince herkes ayrı ayrı tutsun demek
değildir. Daha doğrusu, bir Müslüman görünce bütün Müslümanlar
tutmalı veya bayram etmelidir. Hilafet Devleti kurulmadıkça
Müslümanlar daha da parçalanacaklardır. Bu gerçeği herkes
hissediyor, bu nedenle bu devletin kurulması en büyük farzdır, en
önemli ve en acil iştir. Hayatta dinin mevcudiyeti, ümmetin vahdeti
ve korunması ona dayalıdır. Daha önceki ayette kim hasta ve yolcu
olursa başka günlerde kaza edecek fidye verecekler, kim tutarsa
kendisi için daha hayır olur ifadeleri geçti. Çünkü İslam’ın ilk
günlerinde Müslüman oruç tutmak ile fidye vermek arasında serbest
idi. Ramazan ayı tutma farzı Medine’de geldi. Bakara Suresi
Medine’de İslam Devleti kurulduktan sonra inmeye başladı.
İlk zamanlarda hastalar ve yolcular orucu tutmamaya müsaade verdi,
tekrar Allah-u Teala bu müsaadeyi bildiriyor. Buna ruhsat denilir.
Hükmün aslı azimettir. Oruç tutmak azimettir, hastalık
ve yolculuk esnasında oruç tutmamak ruhsattır. Allah-u Teala,
rahimdir; kendi kurallarını sıkıntıya sokmak hiç istemez. Bir kul
Allah’ın bir emrini yerine getiremezse ondan kabul ediyor. Her nefis
gücü kadar mükellef kılındı. Bu sürenin Bakara Suresi’nin son
ayetinde bunu duyurdu. Her Müslüman gücü yettiği kadar takvalı
olmaya çalışsın.
|
“O halde gücünüz yettiğince Allah'a isyandan kaçının. Dinleyin,
itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin
cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Teğabun
16)
|
Fakat, gücü varsa ve gücüm yok derse veya hiç teşebbüs etmeden ve
gayret sarf etmeden gücüm yok derse Allah ondan kabul etmez.
Müslüman Allah’tan korksun, Allah’ın niyetlerini, her gizli şeyi ve
insanın ne gizlediğini bildiğini sürekli hatırlasın. Takvalı
Müslüman gerçek mazereti varsa bile azimete baş vursun daha fazla
takvalı mümin olur. Bir kısım Müminler güçsüz ve başka bir kısım
hasta ve başka bir kısım cihada gitmek için aracı yoktu, buna rağmen
bunlar cihada gitmek istiyorlardı, oysa mazeretleri vardı,
Resulullah (sav) -sizi cihada götüremem- deyince ağlamaya
başlıyorlardı. Ama kalpleri hasta veya bozuk olanlar ve münafıkların
gerçek mazeretleri yoktu ve bir mazeret uydurmaya çalışıyorlardı.
Allah onları kötüledi ve onlar için acılı azap hazırladı. Tevbe
Suresi’nde bu tür insanlarla ilgili birkaç ayet geçti. Bir insan bir
farzı yerine getirmek istiyorsa gücünü toplar, niyetini temizler ve
her imkanı aramaya başlar. Tevbe Suresi 46. ayete bakın.
İşte, Allah’ın rahmeti gerçek mazerete sahip olanlara aittir. Yalnız
oruç değil, her hükümde böyledir. Ama kolaylık ve sıkıntı getirmemek
hükümlerin illeti değildir. Sadece bir mazeret olunca bir ruhsattır.
Bu asırda bir takım insanlar ortaya çıkıp azimeti yerine getirmemek
için -önemli olan kolaylıktır sıkıntı getirmemek- diyorlar ve
farzları terk etmeye başlıyorlar. Bu en tehlikeli husustur, dini
ortadan kaldırtır.
Ramazan günlerinin tamamını tutmak Allah’a bir teşekkürdür. Çünkü,
bize hidayet etti, doğru yolu gösterdi. Bize hidayet etmeseydi
şaşkın olurduk, hayvanlardan farksız olmazdık. Bu pek büyük
nimettir. Bu nedenle de Allah’ı yüceltmeliyiz, sürekli tekbir
getirmeliyiz. Ayette sayılı günleri tutarak tamamlarsınız, dendikten
sonra Allah’ı yüceltmeye çağırdı. Arapça’sında tekbir getiresiniz
ifadesi geçti. Bu ifade, oruç günlerini tamamladıktan sonra tekbir
getiririz, Ramazan bayramına işarettir; çünkü Ramazan’ı tuttuğumuz
için sevinerek tekbir getiririz. -Allah sizi Hidayete erdirdiği
için- ifadesi bu orucu tutabildiğimiz için tekbirle kutlarız
manasında gelir. Müslüman bir ibadet yapınca ve tamamlayınca
sevinmeli ve Allah’a çok teşekkür etmelidir. Büyük başarı
gerçekleşti, imtihanı geçti, cennete yolunu tuttu. İbadetleri ve
Allah’ın her emrini yerine getirmek cennet giden yolu katetmekte
birer adımdır. İşte, cennete girmek hedefimizdir, en büyük başarıyı
elde etmek olur.
|
“Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım.
Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde
(kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru
yolu bulalar.” (Bakara 186)
|
Bu ayetin münasebatı vardır: Bir Bedevi Resulullah’ a
gelip şöyle sordu: Rabbimiz yakın mı ona yalvarayım, yoksa uzak mı
onu çağırayım? Resulullah (sav) bu soruya karşı sustu.
Allah-u Teala bu ayeti indirdi. Allah cevap vermek
isteyince çok zaman Resullullah’a -de ki- ifadesi kullanıyordu. Ama,
burada hiç kullanmadı, sanki Allah-u Teala direk sorana cevap
veriyor. Allah-u Teala bu hareketle insana yakınlığı gösteriyor, ve
cevap veriyor. Aynı zamanda sözle cevap veriyor. Kullarına uzak
değil, pek yakındır. Yeter ki, kullar Allah’a icabet etsinler ve
inansınlar. Hem de bunların lehlerine. Çünkü; Allah’a icabet
ederlerse doğru yolu bulurlar. Allah’a icabet etmek; onun emirlerine
uymak ve nehiylerinden kaçınmaktır.
Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Allah- u Teala şöyle buyuruyor;
Kulum benim hakkımda nasıl zannediyorsa ona karşı öyle olurum, bana
dua ederse onunla beraber olurum.” (İbni Hanbel)
Bu hadis kutsidir.
Bu icabet ya hemen dünyada gerçekleşir veya ahirette onun sevabını
verir, veyahut bir kötüyü ondan uzaklaştırır. Çünkü, insanın iradesi
dışında hasıl olacak şey Allah’ın elindedir, Levh-i Mahfuz’da insana
bir musibet olacağına dair yazı varsa bütün dualara rağmen
gerçekleşir. Ancak, insan bunun sevabını alır veya başka bir
musibeti ondan def eder.
Buna göre Müslüman demesin niye dua edeyim? Dua etmek bir ibadettir,
hem de büyük bir ibadettir. Duası dünyada gerçekleşmezse ahirette
gerçekleşir. Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Bir Müslüman günahla ve Silet-i Ra him’le
alakayı kesmekle ilgili dualar haricinde Allah’a dua ederse, Allah
ona şu husustan birini verir: Ya duasını hemen gerçekleştirir, ya da
ahirette onun sevabını verir, veyahut o dua kadar ondan bir kötülük
uzaklaştırır.” (İbn-i Hanbel)
|
“Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar
sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz. Allah
sizin kendinize kötülük ettiğinizi bildi ve tevbenizi kabul edip
sizi bağışladı. Artık (ramazan gecelerinde) onlara yaklaşın ve
Allah'ın sizin için takdir ettiklerini isteyin. Sabahın beyaz ipliği
(aydınlığı), siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar
yeyin, için, sonra akşama kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde
ibadete çekilmiş olduğunuz zamanlarda kadınlarla birleşmeyin. Bunlar
Allah'ın koyduğu sınırlardır. Sakın bu sınırlara yaklaşmayın. İşte
böylece Allah âyetlerini insanlara açıklar. Umulur ki korunurlar.”
(Bakara 187)
|
Orucun ilk gecesinde yattıktan sonra artık yemek, içmek ve kadınlara
yaklaşmak Müslümanlara haramdı. Ancak, bazı Müslümanlar oruç
gecesinde kadınlarına yaklaştılar, cima yaptılar. Ayet’te kadınlara
yaklaşmanın manası cima yapmaktır. Allah-u Teala bu hükmü nesh etti.
Oysa oruç gecesinde yatsı namazından sonra veya akşam dan sonra
yatılırsa yemek, içmek ve kadınlarla cima yapmanın yasaklığı bir
ayette geçmedi. Ancak, Sünnette mevcuttur. Allah-u Teala, sünnette
Resulüne mana olarak vahiy ettiği o yasaklığı bir ayette nesh
etmiştir. Burada şuna dikkat ediyoruz;
Sünnet bir vahiydir, Allah’ın hükmüdür, Müslümanlar Kuran’a
uydukları gibi ona uyarlar. Allah-u Teala, artık size kadınlara
yaklaşmak helal olduğunu bildirdi. Oysa, daha önce bir Ayet’te
kadınlara yaklaşmanın haramlığı hiç duyurmadı, ancak Sünnet’te
vardı. Sünnet hakkında şüpheleri olanlar biraz düşünsünler!
Allah-u Teala, evliliğin yüksekliğini, kadınların erkeklere ve
erkeklerin de kadınlara olan değerini, erkek ile kadın arasında
farkın bulunmamasını şu ifadede bildiriyor; “ Onlar
(kadınlarınız) sizin elbisenizdir, sizde onların elbisesisiniz.”
Buna göre hiçbir erkek karısını horlamasın, hiçbir erkek evliliğin
değerini düşürmesin. Kuran’da geçen bu ifadenin belagatı ve manası
pek yüksektir. Allah-u Teala, erkek ve kadının birliği tek bir
elbise olarak gösterdi. Erkek kadın için bir elbise ve kadın da
erkek için bir elbisedir, her biri diğerini örter ve himaye eder.
Müslümanlar kendilerine yazık ediyorlardı, Allah bunu bilmiştir.
Kullarına rahmetli olduğu için bu hükmü hafifletti. Günahı işleyeni
affetti ve tövbelerini kabul etti. Çünkü pişmanlıklarını
gösterdiler. Oruç tutacak Müslümanlar artık fecr vaktine kadar
hanımıyla cima yapabilir, yiyebilir ve içebilir. Fecr:
Sabah vaktinde beyazlık belirlemesidir. Ayette hem fecr sözcüğü hem
de -beyaz ipliği siyah iplikten ayırınca- ifadesi kullanıldı. Sahur
vakti o anda bitiyor ve oruç başlıyor, oruç da gece başlayıncaya
kadar devam eder. Güneş batınca gece başlar. Beyaz ipliğin siyah
iplikten ayırma ifadesi mecazi bir anlam içeriyor; sabah
beyazlığının belirlenmesidir, veyahut fecr manasıdır. Sabahın ilk
vaktine fecr denilir. Kuran’da bu iki ifade kullanılınca bir
pekiştirme olur. Oruç tutacak Müslüman o ana kadar yiyebilir ve
içebilir. Bundan on dakika veya yirmi dakika imsak göstermek doğru
değildir. Yine de akşam güneş battıktan sonra bir kaç dakika iftarı
geciktirmek de doğru değildir. Çünkü, ayet müsaade ediyor, niye
insanlar kendilerini sıkıntıya sokuyorlar. Hatta, Resulullah (sav)
Müslüman’ın facr’e kadar yemesi ve içmesi ve güneş batar batmaz
iftar etmesini övdü. Şöyle buyurdu:
“Gündüz hemen giderse ve gece gelirse artık Müslüman’ın orucu
bozulmuş oldu” (Buhari ve Müslim)
Artık, güneş battıktan sonra orucu bozmasa bile orucu bozulmuş
sayılır. Çünkü, oruç vakti bitti, o yalnız gündüzdedir. Başka bir
hadiste Resulullah (sav) şöyle buyuruyor:
“İnsanlar iftara acele ettikçe hayır içinde kalırlar”.
(Buhari, Müslim)
Ve başka hadiste Resulullah (sav) şöyle buyurdu:
“Allah-u Teala şöyle buyuruyor; bana en sevgili kullarım iftara
acele edenlerdir”. (İbni Hanbel, Tirmizi)
Kusi hadistir.
Bu bir ibadettir; Kuran’da ve Sünnet’te geçtiği gibi yapılmalıdır,
fazlalığı ve azlığı kabul edilmez. Çünkü, Allah (cc) böyle istiyor ve
böyle seviyor. Öyleyse niye heva ve hevesimize veya aklına veya
zevkine ihtiyaten böyle veya şöyle olsun denilir?
Müslümanlar itikaf yaparken veya camilerde ibadete çekilmiş iken
hanımlarına yaklaşamazlar. Gece de olsa bile itikafa çekilen kimse
cima yapamaz. Bu itikafa çekilen kimselere özel bir hükümdür.
İşte, Allah-u Teala oruçla ilgili sınırları gösterdi, hiçbir
Müslüman bunlara yaklaşamazlar. Bu şekilde takvalı olurlar. Eğer
Müslüman Allah’ın açıkladığı ayetlere ve hükümlere uyarsa takvalı
olur. Allah’ın açıklamasından doğacak netice takvalı olmaktır.
Müslüman takvalı olunca Allah’ı memnun eder, onun sevgilisi olur, ve
buna ödül olarak onu cennete sokar, bundan daha güzel ödül var mı? |
|
YIL
16 SAYI 183 SAFER 1426 / MART 2005
|
|
|
|
|