Ana Sayfa YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005 E-Mail

MÜSLÜMANLARIN VAKIASI VE YAPILMASI GEREKEN ÇALIŞMA

1. Bölüm

C. SELÇUK

Bugün içerisinde yaşadığımız vakıa; ümmetin uzun tarihi boyunca başına gelenlerin en kötüsüdür. Öyle ki bu vakıa, Müminleri değişim için çalışmaya iter, muhlisleri kalkınmaya teşvik eder ve Şebâb’ı (gençleri) da bu uğurda kurban olmaya sevk eder. Bu nasıl olmasın ki, zira bu ümmetin varlığı parçalanmış, kuvveti kırılmış, bölgelere ayrılmış, iradesi selbedilmiş ve yöneticileri arasındaki ayrılık iyice şiddetlenmiştir. Sen onları bir sanırsın, halbuki onların kalpleri farklıdır. Eğer bir husus üzerinde ittifak ederlerse, ancak ihânet üzerinde ittifak ederler, ayrıldıkları zaman ise azgınlık, sapıklık yolunu tutarlar. Nerede olurlarsa olsunlar lanetlenmişler ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah korkusu yoktur onlarda. Bir gün dahi onların yönetimde durmaları helal değildir. Bu nedenle değişim için çalışmak her bir Müslüman üzerine farzdır. Aynı şekilde vakıadan etkilenmek için değil, vakıayı etkilemek için, yani edilgen olmak için değil etken olmak için nefsini hazırlaması da vaciptir. Vakıayı değiştirmek için çalışır ki, vakıa, doğru bir vakıa olsun. Bunu yaparken vakıaya alışan ve ona rağbet eden kimselerden, büyük bir direnişle karşılaşacağını belliğine koyması gerekir. Keza bu bozuk vakıayı icat eden kimselerden sadır olan zorluklara karşı, göğüs germeye de hazır olması gerekir. Çünkü bu kimseler, değişimi istemeyen kişilerdir. Bunlar, değişim için çalışan herkse ellerinde bulunan bütün vesilelerle karşı koymaya çalışırlar. Tıpkı genel de Arapların özel de Kureyş’in Resulullah (sav) ve ashabına karşı koydukları gibi.

Vakıaya etkilemeyen, bilakis ondan etkilenen kimselere gelince; bozuk vakıayı muhafaza etmeye çalışanlar, onlar fiilen vakıayı değiştirmek isteseler de onlara fazla tenezzül etmezler. Zira bozuk konumlarını muhafaza etmeye çalışanlar, içerisinde yaşadıkları vakıanın değişiminin hangi amellerle mümkün olduğunu onlardan daha iyi bilirler. Resulullah (sav) bugün içerisinde yaşadığımız bu vakıayı haber vererek şöyle buyurmuştur:

“Muhakkak ki, dininiz ilk önce nübüvvet ve rahmet olacaktır. Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra Allah azze ve celle onu kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Meliklik olacaktır. Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra Allah azze ve celle onu kaldıracaktır. Sonra zorlayıcı Meliklik olacaktır. Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra Allah azze ve celle onu kaldıracaktır. Sonra Nübevvet metodu üzerine Hilâfet olacak, Nebî’nin sünnetine göre insanlara hükmedecek ve İslam yeryüzüne ağırlığını koyacaktır. Semânın ve yeryüzünün sâkinleri ondan razı olacaklar. Semâ indirmedik hiç bir damlasını, yeryüzü de çıkarmadık hiç bir hayrât ve nebâtını bırakmayacaktır.”

Hadis, Müslümanların belli dönemler geçireceğini ve her bir dönemdeki yöneticilerin diğer dönemdeki yöneticilerden farklı olacağını haber vermektedir. Yine bize, yeniden Hilâfetin geri dönerek insanlar içerisinde Nebî’nin sünnetine göre hükmedeceğine ilişkin sevindirici bir müjde vermektedir. Buda, Hilâfeti ikâme etmeye çalışan Müslümanların, çalışırlarken zamanı uzasın veya kısalsın bir gün onun mutlaka kurulacağına olan güvenlerini artırır.

1. Resulullah (sav) bize, ilk zamanlarımızın Nübüvvet olacağını haber verdi. Nebî (sav) insanlara hidâyetiyle siyâset ediyor, onları ferâsetiyle, rüştüyle güdüyor ve kendisine vahyedilene göre onların işlerini düzenliyordu.

“Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf olma. ” (Nisâ 105)

Resulullah (sav) hayatı boyunca insanlara, Rabbisinin risaletini tebliğ ediyor, onlara nasihât ediyor, din ve dünya işlerinin maslahatına olan şeyi onlara öğretiyor, Allah’ın dinini yaymak için komşu ülkelerin kapılarını Müslümanlara açıyordu. Nihâyet Allah Teâla onu Refiki Âla’ya yükselttiğinde, o, Risâleti tebliğ etmiş, emâneti edâ etmiş ve ümmete nasihât görevini yerine getirmişti.

Yine Resulullah (sav) bu hadiste bize, Hulefâ-i Raşid zamanının rahmet olduğunu haber veriyor. Onlar öyle kimselerdir ki, haklarında Resulullah (sav) şöyle buyurdular:

“Ashâbım yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, hidâyeti bulursunuz.” (El-Beyhâkî, Abd Ibn-u Humeyd, İbn-u Abdilbirr, Ed-Dârûkutnî)

Onlar, kendilerinden sonra gelen kimseler için bir örnek ve onların yolu üzere yürüyen kimseler için de bir hidâyettir. Çünkü onlar Nebî (sav)’in sünnetine sımsıkı bağlıdırlar. Allah onları methetmiş ve onlardan razı olmuştur. Kuran-ı Kerim’de şöyle buyurdu:

“Muhakkak ki, sana biât edenler, Allah’a biât etmişlerdir. Allah’ın eli, onların ellerinin üstündedir.” (Feth 10)

Hudeybiye günü Rıdvân biâtını yapan kimseler sahâbelerdir. Allah Teâla onlar hakkında şöyle buyurdu:

“Allah inananlardan, ağaç altında sana biât ederlerken, and olsun ki razı olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş, onlara yakın bir zafer bahsetmiştir.” (Feth 18)

Onların zamanının, Müslümanlar için rahmet olması garip değildir. Hakkı gerçekleştirerek batılı iptal ediyorlar, adâleti yayarak hayra davet ediyorlardı.

§ Ebu Bekr’in dışında herhangi bir yönetici bir gün bile raiyyesine şöyle söylemiş midir? “Ey insanlar! Ben sizin hayırlınız olmadığım halde sizin üzerinize yönetici oldum. Eğer iyilik edersem, bana yardım ediniz. Eğer kötülük edersem, beni düzeltiniz”

§ Ömer’ül Fârûk’ün dışında herhangi bir yönetici bir gün dahi olsa şöyle söylemiş midir? “Vallahi, eğer Irak topraklarında bir hayvan ayağı tökezleyerek aşağı yuvarlansa, Kıyâmet günü Allah “ Niçin onun yolunu düzlemedin?” diye hakkında beni sorguya çekeceğini zannederim”.

§ Osmân Zinnûreyn dışında herhangi bir yönetici bir gün bile zâlimce kendisine baş kaldıran kimselere şöyle söylemiş midir? “ Allah’ın maktûl kulu ol! Allah’ın kâtil kulu olma”.

§ Ali (sav) dışında bir devlet reisi çevresine şöyle demiş midir? “Ölüm nedenimi kesin araştırmadıkça, kâtilimi sakın öldürmeyin”

Ya Rabbi! bu kimselerin Müslümanlara karşı taşıdığı merhamettir nasıldır. Yeryüzünde fitneyi körüklememek amacıyla tereddütsüz ölümü kabule yanaşan hangi anlayıştır bu. Onlardan sonra bu yöneticiler modeli, içerisinde yaşadığımız bu günümüze kadar bulunmuş değildir. Şüphesiz Allah gaybı bilir ve sâlihleri dost edinir.

2. Resulullah (sav) bize, o kimselerden sonra otoritenin ısırıcı bir meliklik olacağını bildiriyor. İslam’ın insanlar üzerine kötü tatbik edilmesinin neticesi olarak, onlara zulüm ve zorba isâbet edecek, bazı raiyye bağışlardan men edilecekler, bazıları bencillik bulacaklardır. Nitekim Aleyhissalâtü vesselâm’ında bildirdiği gibi dindeki bağış rüşvet olacaktır. Zîra o, bir gün Ensâr’a şöyle demiştir:

“Muhakkak ki siz bencillik bulacaksınız. Sahâbe: “Ya Resulullah! Bize ne emredersin?” diye sordu. O da:“ Sabrediniz” cevabını verdi. (Ahmed, Et-Tabâranî, El-Beyhâkî)

Zikredilen husus, Hulefâ-i Râşid’ten sonra Ensâr’ın başına gelmiştir. Öyle ki diğerleri onlar üzerine takdim edilmiş, başkalarına bağış verildiği halde onlara verilmemiştir. Onlar Resulullah (sav)’in kendilerine emrettiği gibi sabretmişlerdir. Muâz İbn-u Cebel’den Resulullah (sav)’i şöyle buyururlarken işittiği rivâyet edilmiştir:

“Bağış, bağış olduğu müddetince alınız. Eğer o, dinde rüşvet olursa onu almayınız. Siz onu bırakacak değilsiniz. Sizin onu almamanıza fakirlik ve ihtiyaç engel olacaktır.” (Et-Tabarânî, Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Nuaym)

Yine Resulullah (sav) Müslümanlara ileride gruplara, partilere ayrılacaklarını haber vermiştir. Onlara, cemâate sarılmayı, zulüm ve zorbaya maruz kalsalar da itâatten dışarı çıkmamayı tavsiye etmiştir. Fitnelere girmekten onları nehyetmiş ve akıbetinden onları sakındırmıştır. İnsanlar uzun müddet İslam’ın gölgesinde barınmışlar, değişik bölgelere ve gruplara ayrılıp bir kaç devlete bölününceye kadar dünyada birinci devlet olarak itibar edilen kuvvetli devletin gölgesinde emniyet ve huzuru hissetmişlerdir. Böylece o kuvvetli devlet gücünü kaybetmiş, koru sönmüş ve nitekim Resulullah’ın da bildirdiği gibi, diğer ümmetler onun üzerine köpekler gibi üşüşmüşlerdir.

“Aç kurtların sofraya üşüştüğü gibi diğer ümmetler İslamî ümmetin üzerine üşüşecektir. Ashâb:O gün biz azınlıkta mıyız Ya Resulullah? diye sordu. Âleyhissalâtü vesselâm: “Bilakis çoksunuz, fakat sanki siz, selin getirdiği çör-çöp gibisiniz” cevabını verdi.” (Ebû Davûd)

İslâmî devletin ortadan kaldırılmasıyla birlikte İslâm nizâmı da zâil oldu.

3. Küfür ümmetleri Müslümanlar üzerine musallat olur olmaz onlara darbelerini indirmeye başlamışlar ve onlara ilk indirdikleri darbe de Hilâfet’i yıkmak sonra da İslamî yönetim nizâmını izâle etmek olmuştur. Daha sonra Müslümanları, akîdelerinin hükümlerinden nefret eder hale getirmek için cihadın ahmaklık, el kesmenin ve zinakârı celdetmenin insanlığın onurunu ayaklar altına almak olduğunu belirtmişlerdir. Ardından onlar arasında İslâmî mefhumların yerine kavmiyetçiliği ve vatancılığı yerleştirmeye çalışmışlar ve onlara küfür nizâmlarıyla hükmetmeye başlamışlardır. Son olarak da Müslümanlar üzerine, küfür nizâmlarını ve icat ettikleri konumlarını korumaları için -İslâmî bölgeleri birbirinden ayıran, Müslümanların, İslâm beldelerinde serbestçe dolaşmalarını engelleyen ve kartondan varlıklarını muhâfaza eden hudutlar gibi- kendilerinden olan yöneticiler tayin etmişlerdir. Ki böylece ümmetin vahdete dönmesinin önüne geçilsin ve zayıf olarak devam etsin.

İşte Resulullah (sav) bu dönemi haber vererek Ka’b İbn-u Acure’ye şöyle buyurmuştur:

“Allah seni sefihlerin imâretinden korusun. Ka’b: “Sefihlerin imâreti nedir?” dedi. Buyurdu ki: “Benden sonra benim hidâyetimi ve benim sünnetimi takip etmeyen emirler olacaktır. Kim onların yalanlarını tasdik eder, zulümlerine yardım ederse, onlar benden değildir, ben de onlardan değilim ve onlar benim havzıma gelecek değillerdir. Kim de onların yalanlarını tasdik etmez, zulümlerine yardımcı olmazsa, onlar bendendir, ben de onlardanım ve onlar benim havzıma geleceklerdir. Ey Ka’b İbn-u Acure! Oruç bir kalkandır, sadaka günahları söndürür ve namaz da yaklaştırıcıdır veya burhandır. Ey Ka’b İbn-u Acure! İnsanlar gelen gidenler gibidir. Nefsini satın alan kimse onu azat etmiştir veya nefsini satan kimse onu hapsetmiştir.” (Ahmed, En-Nesâî, İbn-u Hibbân, El-Hâkim, El-Beyhâkî, Abd İbn-u Humeyd)

Devamı gelecek sayıda…

YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005

Yukarı