Bugün içerisinde yaşadığımız vakıa; ümmetin uzun tarihi
boyunca başına gelenlerin en kötüsüdür. Öyle ki bu vakıa, Müminleri
değişim için çalışmaya iter, muhlisleri kalkınmaya teşvik eder ve
Şebâb’ı (gençleri) da bu uğurda kurban olmaya sevk eder. Bu nasıl
olmasın ki, zira bu ümmetin varlığı parçalanmış, kuvveti kırılmış,
bölgelere ayrılmış, iradesi selbedilmiş ve yöneticileri arasındaki
ayrılık iyice şiddetlenmiştir. Sen onları bir sanırsın, halbuki
onların kalpleri farklıdır. Eğer bir husus üzerinde ittifak
ederlerse, ancak ihânet üzerinde ittifak ederler, ayrıldıkları zaman
ise azgınlık, sapıklık yolunu tutarlar. Nerede olurlarsa olsunlar
lanetlenmişler ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar Allah korkusu
yoktur onlarda. Bir gün dahi onların yönetimde durmaları helal
değildir. Bu nedenle değişim için çalışmak her bir Müslüman üzerine
farzdır. Aynı şekilde vakıadan etkilenmek için değil, vakıayı
etkilemek için, yani edilgen olmak için değil etken olmak için
nefsini hazırlaması da vaciptir. Vakıayı değiştirmek için çalışır
ki, vakıa, doğru bir vakıa olsun. Bunu yaparken vakıaya alışan ve
ona rağbet eden kimselerden, büyük bir direnişle karşılaşacağını
belliğine koyması gerekir. Keza bu bozuk vakıayı icat eden
kimselerden sadır olan zorluklara karşı, göğüs germeye de hazır
olması gerekir. Çünkü bu kimseler, değişimi istemeyen kişilerdir.
Bunlar, değişim için çalışan herkse ellerinde bulunan bütün
vesilelerle karşı koymaya çalışırlar. Tıpkı genel de Arapların özel
de Kureyş’in Resulullah (sav) ve ashabına karşı koydukları gibi.
Vakıaya etkilemeyen, bilakis ondan etkilenen kimselere gelince;
bozuk vakıayı muhafaza etmeye çalışanlar, onlar fiilen vakıayı
değiştirmek isteseler de onlara fazla tenezzül etmezler. Zira bozuk
konumlarını muhafaza etmeye çalışanlar, içerisinde yaşadıkları
vakıanın değişiminin hangi amellerle mümkün olduğunu onlardan daha
iyi bilirler. Resulullah (sav) bugün içerisinde yaşadığımız bu vakıayı
haber vererek şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki, dininiz ilk önce nübüvvet ve rahmet olacaktır.
Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra Allah azze ve celle onu
kaldıracaktır. Sonra ısırıcı Meliklik olacaktır. Allah’ın dilediği
kadar olacak, sonra Allah azze ve celle onu kaldıracaktır. Sonra
zorlayıcı Meliklik olacaktır. Allah’ın dilediği kadar olacak, sonra
Allah azze ve celle onu kaldıracaktır. Sonra Nübevvet metodu üzerine
Hilâfet olacak, Nebî’nin sünnetine göre insanlara hükmedecek ve
İslam yeryüzüne ağırlığını koyacaktır. Semânın ve yeryüzünün
sâkinleri ondan razı olacaklar. Semâ indirmedik hiç bir damlasını,
yeryüzü de çıkarmadık hiç bir hayrât ve nebâtını bırakmayacaktır.”
Hadis, Müslümanların belli dönemler geçireceğini ve her bir
dönemdeki yöneticilerin diğer dönemdeki yöneticilerden farklı
olacağını haber vermektedir. Yine bize, yeniden Hilâfetin geri
dönerek insanlar içerisinde Nebî’nin sünnetine göre hükmedeceğine
ilişkin sevindirici bir müjde vermektedir. Buda, Hilâfeti ikâme
etmeye çalışan Müslümanların, çalışırlarken zamanı uzasın veya
kısalsın bir gün onun mutlaka kurulacağına olan güvenlerini artırır.
1. Resulullah (sav) bize, ilk zamanlarımızın Nübüvvet olacağını
haber verdi. Nebî (sav) insanlara hidâyetiyle siyâset ediyor, onları
ferâsetiyle, rüştüyle güdüyor ve kendisine vahyedilene göre onların
işlerini düzenliyordu.
“Doğrusu, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği gibi hükmedesin
diye Kitap'ı sana hak olarak indirdik; hakkı gözet, hainlerden taraf
olma. ” (Nisâ 105)
Resulullah (
Hudeybiye günü Rıdvân biâtını yapan kimseler sahâbelerdir. Allah
Teâla onlar hakkında şöyle buyurdu:
“Allah inananlardan, ağaç altında sana biât ederlerken, and olsun ki
razı olmuştur. Gönüllerinde olanı da bilmiş, onlara güvenlik vermiş,
onlara yakın bir zafer bahsetmiştir.” (Feth 18)
Onların zamanının, Müslümanlar için rahmet olması garip değildir.
Hakkı gerçekleştirerek batılı iptal ediyorlar, adâleti yayarak hayra
davet ediyorlardı.
§ Ebu Bekr’in dışında herhangi bir yönetici bir gün bile raiyyesine
şöyle söylemiş midir? “Ey insanlar! Ben sizin hayırlınız
olmadığım halde sizin üzerinize yönetici oldum. Eğer iyilik edersem,
bana yardım ediniz. Eğer kötülük edersem, beni düzeltiniz”
§ Ömer’ül Fârûk’ün dışında herhangi bir yönetici bir gün dahi olsa
şöyle söylemiş midir? “Vallahi, eğer Irak topraklarında bir
hayvan ayağı tökezleyerek aşağı yuvarlansa, Kıyâmet günü Allah “
Niçin onun yolunu düzlemedin?” diye hakkında beni sorguya
çekeceğini zannederim”.
§ Osmân Zinnûreyn dışında herhangi bir yönetici bir gün bile zâlimce
kendisine baş kaldıran kimselere şöyle söylemiş midir? “ Allah’ın
maktûl kulu ol! Allah’ın kâtil kulu olma”.
§ Ali (sav) dışında bir devlet reisi çevresine şöyle demiş midir?
“Ölüm nedenimi kesin araştırmadıkça, kâtilimi sakın öldürmeyin”
Ya Rabbi! bu kimselerin Müslümanlara karşı taşıdığı merhamettir
nasıldır. Yeryüzünde fitneyi körüklememek amacıyla tereddütsüz ölümü
kabule yanaşan hangi anlayıştır bu. Onlardan sonra bu yöneticiler
modeli, içerisinde yaşadığımız bu günümüze kadar bulunmuş değildir.
Şüphesiz Allah gaybı bilir ve sâlihleri dost edinir.
2. Resulullah (sav) bize, o kimselerden sonra otoritenin ısırıcı
bir meliklik olacağını bildiriyor. İslam’ın insanlar üzerine kötü
tatbik edilmesinin neticesi olarak, onlara zulüm ve zorba isâbet
edecek, bazı raiyye bağışlardan men edilecekler, bazıları bencillik
bulacaklardır. Nitekim Aleyhissalâtü vesselâm’ında bildirdiği gibi
dindeki bağış rüşvet olacaktır. Zîra o, bir gün Ensâr’a şöyle
demiştir:
“Muhakkak ki siz bencillik bulacaksınız.
Sahâbe: “Ya Resulullah!
Bize ne emredersin?” diye sordu. O da:“ Sabrediniz”
cevabını verdi.”
(Ahmed, Et-Tabâranî, El-Beyhâkî)
Zikredilen husus, Hulefâ-i Râşid’ten sonra Ensâr’ın başına
gelmiştir. Öyle ki diğerleri onlar üzerine takdim edilmiş,
başkalarına bağış verildiği halde onlara verilmemiştir. Onlar
Resulullah (sav)’in kendilerine emrettiği gibi sabretmişlerdir. Muâz
İbn-u Cebel’den Resulullah (sav)’i şöyle buyururlarken işittiği
rivâyet edilmiştir:
“Bağış, bağış olduğu müddetince alınız. Eğer o, dinde rüşvet
olursa onu almayınız. Siz onu bırakacak değilsiniz. Sizin onu
almamanıza fakirlik ve ihtiyaç engel olacaktır.”
(Et-Tabarânî, Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Nuaym)
Yine Resulullah (sav) Müslümanlara ileride gruplara, partilere
ayrılacaklarını haber vermiştir. Onlara, cemâate sarılmayı, zulüm ve
zorbaya maruz kalsalar da itâatten dışarı çıkmamayı tavsiye
etmiştir. Fitnelere girmekten onları nehyetmiş ve akıbetinden onları
sakındırmıştır. İnsanlar uzun müddet İslam’ın gölgesinde
barınmışlar, değişik bölgelere ve gruplara ayrılıp bir kaç devlete
bölününceye kadar dünyada birinci devlet olarak itibar edilen
kuvvetli devletin gölgesinde emniyet ve huzuru hissetmişlerdir.
Böylece o kuvvetli devlet gücünü kaybetmiş, koru sönmüş ve nitekim
Resulullah’ın da bildirdiği gibi, diğer ümmetler onun üzerine
köpekler gibi üşüşmüşlerdir.
“Aç kurtların sofraya üşüştüğü gibi diğer ümmetler İslamî ümmetin
üzerine üşüşecektir. Ashâb:
“O gün biz azınlıkta mıyız Ya Resulullah? diye sordu. Âleyhissalâtü vesselâm:
“Bilakis
çoksunuz, fakat sanki siz, selin getirdiği çör-çöp gibisiniz” cevabını verdi.”
(Ebû Davûd)
İslâmî devletin ortadan kaldırılmasıyla birlikte İslâm nizâmı da
zâil oldu.
3. Küfür ümmetleri Müslümanlar üzerine musallat olur olmaz
onlara darbelerini indirmeye başlamışlar ve onlara ilk indirdikleri
darbe de Hilâfet’i yıkmak sonra da İslamî yönetim nizâmını izâle
etmek olmuştur. Daha sonra Müslümanları, akîdelerinin hükümlerinden
nefret eder hale getirmek için cihadın ahmaklık, el kesmenin ve
zinakârı celdetmenin insanlığın onurunu ayaklar altına almak
olduğunu belirtmişlerdir. Ardından onlar arasında İslâmî mefhumların
yerine kavmiyetçiliği ve vatancılığı yerleştirmeye çalışmışlar ve
onlara küfür nizâmlarıyla hükmetmeye başlamışlardır. Son olarak da
Müslümanlar üzerine, küfür nizâmlarını ve icat ettikleri konumlarını
korumaları için -İslâmî bölgeleri birbirinden ayıran, Müslümanların,
İslâm beldelerinde serbestçe dolaşmalarını engelleyen ve kartondan
varlıklarını muhâfaza eden hudutlar gibi- kendilerinden olan
yöneticiler tayin etmişlerdir. Ki böylece ümmetin vahdete dönmesinin
önüne geçilsin ve zayıf olarak devam etsin.
İşte Resulullah (sav) bu dönemi haber vererek Ka’b İbn-u Acure’ye
şöyle buyurmuştur:
“Allah seni sefihlerin imâretinden korusun. Ka’b: “Sefihlerin
imâreti nedir?” dedi. Buyurdu ki: “Benden sonra benim
hidâyetimi ve benim sünnetimi takip etmeyen emirler olacaktır. Kim
onların yalanlarını tasdik eder, zulümlerine yardım ederse, onlar
benden değildir, ben de onlardan değilim ve onlar benim havzıma
gelecek değillerdir. Kim de onların yalanlarını tasdik etmez,
zulümlerine yardımcı olmazsa, onlar bendendir, ben de onlardanım ve
onlar benim havzıma geleceklerdir. Ey Ka’b İbn-u Acure! Oruç bir
kalkandır, sadaka günahları söndürür ve namaz da yaklaştırıcıdır
veya burhandır. Ey Ka’b İbn-u Acure! İnsanlar gelen gidenler
gibidir. Nefsini satın alan kimse onu azat etmiştir veya nefsini
satan kimse onu hapsetmiştir.” (Ahmed, En-Nesâî, İbn-u
Hibbân, El-Hâkim, El-Beyhâkî, Abd İbn-u Humeyd)