Ana Sayfa YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005 E-Mail

ŞER-İ ÖLÇÜLER

Ahmed MAHMUD

Şeri naslar; İslam’da Şer-i ölçülerin varlığına delalet eder. Fiiller ve eşyalar bu ölçülere göre ölçülür. Onlar; hayır, şer, güzel, çirkin, helal ve haram ölçüleridir.

HAYIR VE ŞER

Hayır kelimesi, türenim ve mana yönünden müşterek bir lafızdır. O, ismi-tafdilden türetilmiştir. Aslı, kıyâsidir, şöyle gelir (ehyer) ef’al vezni gibi. Hayır kelimesinin önünde bulunan hemze, hazf edilmiştir. Buna şaz hazıf denir. Ayrıca fe’lun vezninde mastardır. Mana açısından hayır kelimesi, bir kaç anlama gelir. Allah-u Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:

“İçinizden hayra çağıran bir ümmet bulunsun.” (Âli İmrân 104)

Hayır ile; mal ve Allah’ın razı olduğu fiil de kastedilir. Şer; türenim bakımından hayır kelimesine benzemektedir. Mana yönünden ise, onun zıttıdır. Araplar kendilerine menfaât sağlayan her şeyi, hayır olarak kabullenirler. Onlara zarar veren her şeyi de, şer olarak benimserler. Maddî veya manevî menfaât sağlayan bir fiil, onlara isâbet ederse onu hayır olarak kabullenirler. Fakat maddî veya manevî zarar sağlayan bir fiil, onlara isabet ederse onu da şer olarak benimserler.

“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk eder. Eğer kendisine bir hayır dokunursa gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin geri (küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)

Ve

“Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.” (Me’âric 21)

Allah-u Teâla, insana ölçülerin yanlışlığını beyan ederek, eşini kerih gören insana şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal değildir. Açık bir hayasızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız, olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok hayır yaratmış olur.” (Nisâ 19)

İslâm’a göre hayır ve şer; menfaât ve zarara göre ölçülmez. İnsan üzerinde ister cebren bir fiil vuku bulsun, isterse kendi ihtiyârî ile bir fiil işlesin, zarar ve menfaâte göre ölçülmez. Çünkü insan, gerek üzerinde vuku bulan, gerekse işlediği fiilin kendisine veya bir başkasına menfaat veya zarar vereceğini idrak edemez. Aynı şekilde işlediği fiil üzerine dünya ve ahirette ne terettüp (icap) edeceğini de bilmez. Zîra insan, fiilin hakiki neticesinden yoksundur. Konunun daha iyi anlaşılması açısından bir misal verelim:

Bir şahıs ticaret yapmak için yolculuğa çıkmak istediğinde, evinde uyur kalır da uçağını kaçırırsa, bunu kendisi için zarar olarak görür. Çünkü kâr yapacağı ticareti yapamadı. Ama uçağın kalkışından sonra düştüğünü, içerisindekilerin hepsinin öldüğünü duyduğu zaman, uçağı kaçırdığı için Allah’a şükreder ve bu olayın kendisi için hayırlı olduğunu anlar. İnsanın bir fiili, kendisine göre şer veya hayır olarak vasıflanması, sahih ve sabit bir niteleme değildir. Çünkü bu niteleme insandan sadır olmaktadır. İnsanlar ise, bulunduğu çevreden etkilenmelerinden dolayı, tenakuza ve ihtilafa düşerler. İnsan bir fiilin işlenmesinden önce, bu fiilin neticesini bilmekten acizdir. Hakiki anlamda bir fiilin hayır ve şer olarak vasıflanması insana bırakılmadığı gibi, fiilin kendisinden de alınmaz. Mesela öldürme bir fiildir. Eğer öldürme fiili savaşta Müslüman tarafından düşmana karşı yapılmışsa, Müslüman’a göre bu hayırlı bir fiildir. Velakin raiyeye (hükme) karşı olmuşsa şerdir. Dolayısıyla bir fiili hayır veya şer olarak vasıflandırmak ne insana ne de fiilin zatına bırakılır. Bir fiili hayır veya şer olarak vasıflandırmak fiil dışındaki bir faktörden gelmesi gerekir. Bu faktör, hayata bakış açısına dayalı olmalıdır. İnsanın hayata bakış açısı da inandığı akidedir. Bütün fikirler, nizâmlar ondan fışkırır. İslam, nizâmın kendisinden fışkırdığı aklî bir akidedir. İslam neyin hayır, neyin şer olduğuna dâir dakik bir ölçü koymuştur. Bir fiilde Allah’ın rızası varsa, yani Allah’ın emrettiklerine ittiba (bir müçtehidin içtihadını, delillerini inceleyerek benimseme) etmek, nehyettiklerinden kaçınmak, o fiilin hayır veya şer olduğunu gösterir. Allah’ın emirlerine muhalefet etmek, nehylerine tabi olmak, o fiilin şer olduğuna işarettir. Müslüman’a göre hayır, Allah’ın razı olduğu fiil, şer de Allah’ın öfkelendiği fiildir. Namaz kılmak, cihad etmek ve davayı taşımak hayırdır, çünkü bu fiillerle Allah’ın rızası talep edilir. Faiz almak ve vermek, zina yapmak, casusluk yapmak şerdir. Çünkü bu fiillerle Allah’ın öfkesi kazanılır. İnsan kendisine dokunan zarar veya menfaate göre dünya hayatında bir fiil işlememesi gerekir. Zîra bu dünya hayatı kısadır, öldükten sonra ahirete intikal edecektir. İnsan âhirette, bu dünya hayatında işlediği şer veya hayra göre cezalandırılacaktır.

Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl 7-8)

Müslüman hayır fiilini, insana dünyevî menfaât sağladığı için değil, Allah-u Teâla’nın rızasına nail olmak için işler. Şer fiillerinden Allah-u Teâla razı olmadığı için kaçınır, yoksa insana dünyevî zarar verdiğinden dolayı değil. Müslüman olmak, iman etmek ve hadleri tatbik etmek hayırdır. Küfretmek, hıyânet etmek ve Şer’î hükümlere aykırı davranmak şerdir. Kaza ve kader; hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. İnsan kendisine menfaât veren şeyi sevip, zarar veren şeyi sevmese de sevmenin ve kerih görmenin kıymeti yoktur ve ondan hesaba çekilmez. Sevmek ve kerih görmek ihtiyârî fiillerden değildir. Ebu Hureyre’den rivâyet olunduğuna göre:

"Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: "İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve diledigini bağışlar, dilediğine azab eder..." (Bakara, 284) bu ihbar Sahabe (radiyallahu anhuma)'ye çok ağır geldi. Rasûlullah (aleyhissalatu vesselam)'a geldiler, diz çöküp oturdular ve dediler ki: "Ey Allah'ın Rasûl’ü! bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihad ve sadaka, bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu âyeti inzâl buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil." Rasûlullah (aleyhissalatu vesselam) onlara: "Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi "dinledik ama itaat etmiyoruz" mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil, şöyle deyin: "İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz! affını dileriz, dönüş Sana'dır." Cemaât bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzâl buyurdu: "Peygamber ve inananlar O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri arasında hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır" dediler" (Bakara 285). Ashab bunu yapınca Allah, önceki âyeti neshetti ve şu âyeti inzâl buyurdu: "Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettigi kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.” (Bakara 286)" (Müslim)

GÜZEL VE ÇİRKİN

Fiillere ve eşyalara güzel ve çirkin hükmünü vermek şu şekilde olur:

Fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermek; fiiller ve eşyaların vakıası, onların fıtrata uygunluğu ve onlardan yüz çevirme bakımından olur veya Allah-u Teâla’nın sevap ve ikâb (ceza) vermesi yönünden olur. Fiillerin ve eşyaların vakası bakımından, fiillerin ve eşyaların insan fıtratına uygunluğu ve onlardan yüz çevrilmesine gelince; muhakkak ki insan, aklı ve hissi ile eşyalara ve fiillere hüküm verir. Meselâ bal gibi tatlı olan eşyalara güzel hükmünü, acı olan bir nesneye de çirkin hükmünü verir. Yine bilgi sahibi ve zengin olmaya güzel, fakirlik ve cehâlete çirkin hükmünü verir. Çünkü ilkinde mükemmellik, diğerinde ise noksanlık vardır. Allah-u Teâla’nın, insanlara verdiği özellikler sayesinde insanlar, noksanlıkları ve mükemmellikleri idrak ederler. Bu özellikler; tefekkür, içgüdü ve uzvî ihtiyaçlardır. Sevâp ve ikâb yönünden fiiller ve eşyalar üzerine güzel ve çirkin hükmünü vermeye gelince:

Bu hükmü vermek insana ait değildir. Çünkü insan Allah-u Teâla bildirmedikçe bir işe, ceza veya sevâp verileceğini bilemez. İnsan aklı da onu bilemez. Bu yüzden bildirme işi, şerîata aittir. Şeriat bazı eşyalar ve fiilleri methedip, sevap ve cezaya bağlamıştır. Bundan dolayı fiiller ve eşyaların zemmedilip, methedilmesi, sevâp ve ikâb verilmesi Allah-u Teâla’ya hastır. İnsan aklına bırakılmamıştır. Zira akıl; his, vakıa, öncül bilgiler ve beyinden oluşmaktadır. İhsas, aklın vazgeçilmez bir parçasıdır. Eğer insan bir şeyi hissedemezse, o şey üzerine hüküm veremez. Aklın bir şey üzerine hüküm verebilmesi için, bizzat o şeyi hissetmesi veya o şeyin eserini hissetmesi kaçınılmazdır. Allah-u Teâla’nın fiiller ve eşyaları methedip zemmetmesini ve sevâp ve ikâb vermesini insan ihsas edemediği için fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermesi muhaldir. Fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermesi ancak Allah’ın ona haber vermesiyle mümkündür. Eşyalar ve fiillerin vakıası, onların fıtrata uygunluğu veya onlardan yüz çevirmenin şeran hiç bir kıymeti yoktur ve bir fiili yapıp yapmamasına da müdahil değildirler. Müslüman, amellerin vakıasının güzelliğini idrak etmese, hatta fıtratına uygun düşmese bile Allah yolunda cihad eder, O’nun için davayı taşır ve amelleri Allah’ın emrettiği veçhi üzere yapar. Aynı şekilde Müslüman, fiillerin vakıasının çirkinliğini kavramayarak fıtratına uygun düştüğünü görse bile faiz alıp vermekten, zina yapmaktan ve casusluktan Allah’ın emrettiği şekilde kaçınır. İslam’da güzel, şeriatın güzel gördüğü, çirkin de şeriatın çirkin gördüğü şeydir.

“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz sana varan doğru yola yöneldik.” Allah şöyle dedi: “Azabım var ya, dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır. Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı verenlere ve âyetlerimize inananlara yazacağım.” (Araf 156)

Temiz veya güzel Allah’ın helal kıldığı şey, pis ve çirkin, Allah’ın haram kıldığı şeydir. Yoksa insanın aklına ve fıtratına uygun düşmesi veya düşmemesi değildir. Üzüm, temiz ve güzeldir. Şarap ondan yapılmıştır, fakat çirkin ve pistir. Alış-veriş, helal ve güzeldir, faiz, haram ve çirkindir.

HELAL VE HARAM

Hayır ve şer, güzel ve çirkin Arapça lafızlardır. Araplar bu lafızları muayyen bir manaya delâlet etmeleri için kullanmışlardır. Şâri, Kurân-ı Kerim’de bu lafızları kullanmıştır. Bu lafızlar hem lügat manaya hem de Şer-î manaya delâlet ederler. Bu lafızlar, karinesiz kullanılırlarsa, Şer-î manaya delâlet ederler. Bunlardan lügat mana kastedilip kastedilmediğine dair karineye ihtiyaç vardır. Haram ve helal ise; lügâtî manalarından Şer-î manaya nakledilerek lügâtî manaları iptal olunmuştur. Bunlar her nerede varit olurlarsa olsunlar Şer-î manalarında hakikattir, yani diğer manada kullanılmazlar. Allah-u Teâla şöyle buyurdu:

“Allah alış-verişi helal faizi haram kılmıştır.” (Bakara 275)

Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur:

“Helal, Allah'ın Kitabında helal kıldığı şeyler; haram da Allah'ın Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah'ın, Kitabında bildirmediği şeyler affettiklerindendir " (Et-Tirmizî)

Yine Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

"Muhakkak helal belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım şüpheli şeyler vardır ki, çok kimse bunları bilemez. Şüpheli şeylerden sakınan, dinini ve namusunu korumuş olur. Şüpheli şeylere dalan kişi ise, harama düşer. Nitekim (içine girmek yasak olan) koru etrafında (davarlarını) otlatan çobanın hayvanları da her an bu yasak sahaya girebilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın (kendisine mahsus) bir korusu olur. Dikkat edin, Allah'ın korusu da haram kıldığı şeylerdir. Uyanık olunuz! Bedenin içinde bir lokmacık et vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk olursa da bütün vücut bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir." (Muttefikün aleyh)

Helâl; Allah’ın müsamaha gösterdiği şeydir. İşlenmesi durumunda cezası yoktur. Haram; Allah’ın sakındırdığı şeydir, işlenmesi durumda cezası vardır. Helâl şunlara şamildir: Vacib, mendub, mubah ve mekruh. Haram ise, yalnızca harama şamildir. Teklifî hükümler, yukarıda zikrettiklerimizinden birinin dışına çıkmaz. Teklifî hükümlere bağlı vaz’î hükümler de beştir: Sebep, şart, mani, ruhsat ve azimet, sıhhat, batıl ve fesattır. Helâl ve haram ölçüleri her şeyi kapsadıkları gibi aynı zamanda da birer Şer-î ölçüdürler. İnsanın dünya hayatında fiillerine ve eşyalara lazım olan ölçüdürler. İstikra yoluyla Şer-î delillerden bütün eşyaları müteallik bir hüküm istinbat edilmiştir: Tahrim (haram kılma) delili varit olmadığı müddetince eşyada asıl olan ibahâttır. Fiillerde asıl olan, şer’î hükümlere bağlanmaktır. Dünyada Allah-u Teâla’nın haklarında hükümlerini beyan etmediği hiç bir şey yoktur. Allah onlar için ya helal ya da haram hükmünü beyan etmiştir. Eğer Müslümanlar bir fiil ya da eşyanın hükmünü bulamazlarsa, bu Şer-î delillerin eksikliğinden değil, aksine içtihad ve naslardan istinbat etme kusurlarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah-u Teâla, açıkça kıyamet gününe kadar şeriâtın her şeyi içerdiğini bildirmiştir.

“....Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim…” (Maide 3)

Ve

“Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl 89)

Herhangi bir Müslüman’ın, Şer-î delil olmaksızın bir fiili veya bir eşyayı helal veya haramla nitelemesi haramdır.

“Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler.” (Nahl 116)

ÖLÇÜLER ARASINDAKİ BAZI FARKLILIKLAR

Fiilleri, hayır ve şer olarak vasıflandırmakla güzel ve çirkin olarak vasıflandırmak arasında fark vardır. Fiilleri hayır ve şer olarak vasıflandırmak, fiillerin eserinden ve onlara yönelme veya onlardan kaçınmadan gelmektedir. Müslüman’da asıl olan, hayır olarak vasıflandırıldığı bir fiil, eğer Allah’ın razı olduğu bir fiil ise yönelmesi, şer olarak vasıflandırıldığı bir fiil eğer Allah’ın öfkesini gerektiren bir fiil ise kaçınması gerekir. Çünkü Allah-u Teâla, emrettiği hayır fiilini işleyenlerden razı olup onlara cenneti vadetti. Nehyettiği fiillerden kaçınmayanlara gazab edip onlara cehennemi vadetti. Bir Müslüman’ın bir fiili güzel olarak vasıflandırması ancak Şâri’nin o fiili methetmesi ve ona sevab vermesi ile mümkündür. Bir fiili de çirkin olarak vasıflandırması ancak Şâri’nin o fiili zemmetmesi ve ona ceza vermesi ile mümkündür. Dolayısıyla bir fiili yapıp yapmaması ona güzel ve çirkin olarak bakışıyla ilgilidir.

Helal ve haram ölçülerine gelince:

Bunlar biraz daha detay içerir. Zira beş çeşit Şer-î hükmü, ve bu Şer-î hükümlere bağlı vaz-i hükümleri içermektedirler. Fakihler, Şer-î ölçüleri şöyle tarif ettiler: Şer’î hüküm; Şâri’nin, iktiza, tahyir ve vaz-i yoluyla kulların fiillerine müteallik hitabıdır. İktiza; taleptir. Eğer fiilin talebi kesin ise, vaciptir, eğer kesin değilse mendubtur. Eğer fiilinin talebi, kesin terkine ilişkin ise haramdır, eğer talebinin terki kesin değilse mekruhtur. Fiili işleyip işlememede serbestiyet ise mubahtır. Vaz-í hüküm; bir şeyi sebep, şart, mani, ruhsat ve azimet, sıhhat, butlan ve fasit kılmaktır. Müslüman’ın, her hangi bir ameli işlemeden önce o amelin Şer-î hükmünü bilmesi vaciptir. Çünkü fiillerde asıl olan Şer-i hükümlere bağlanmaktır. Bu nedenle fiilleri sevap ve ceza yönünden hayır ve şer, güzel ve çirkin, helal ve haram olarak vasıflandırmak aklın veya insanların kendi kafalarından uydurdukları kanunların değil, Şâr-i’nin işidir. Bir fiili, helal ve haram, güzel ve çirkin olarak vasıflandırmak hayır ve şer olarak vasıflandırmaktan daha geneldir. Zîra hayır ve şer sadece fiillere hastır. Fakat güzel ve çirkin, helal ve haram ölçüleri fiiller ve eşyalara şamildir.

YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005

Yukarı