|
|
|
ŞER-İ ÖLÇÜLER |
|
|
Ahmed MAHMUD |
|
| |
Şeri naslar; İslam’da Şer-i ölçülerin varlığına delalet eder.
Fiiller ve eşyalar bu ölçülere göre ölçülür. Onlar; hayır, şer,
güzel, çirkin, helal ve haram ölçüleridir.
HAYIR VE ŞER
Hayır kelimesi, türenim ve mana yönünden müşterek bir lafızdır. O,
ismi-tafdilden türetilmiştir. Aslı, kıyâsidir, şöyle gelir (ehyer)
ef’al vezni gibi. Hayır kelimesinin önünde bulunan hemze, hazf
edilmiştir. Buna şaz hazıf denir. Ayrıca fe’lun vezninde mastardır.
Mana açısından hayır kelimesi, bir kaç anlama gelir. Allah-u
Teâla’nın şu sözünde olduğu gibi:
“İçinizden hayra çağıran bir ümmet bulunsun.” (Âli İmrân 104)
Hayır ile; mal ve Allah’ın razı
olduğu fiil de kastedilir. Şer; türenim bakımından hayır kelimesine
benzemektedir. Mana yönünden ise, onun zıttıdır. Araplar kendilerine
menfaât sağlayan her şeyi, hayır olarak kabullenirler. Onlara zarar
veren her şeyi de, şer olarak benimserler. Maddî veya manevî menfaât
sağlayan bir fiil, onlara isâbet ederse onu hayır olarak
kabullenirler. Fakat maddî veya manevî zarar sağlayan bir fiil,
onlara isabet ederse onu da şer olarak benimserler.
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a kıyıdan kenardan kulluk
eder. Eğer kendisine bir hayır do kunursa
gönlü onunla hoş olur. Şâyet başına bir kötülük gelirse gerisin geri
(küfre) dönüverir. O dünyayı da kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu
apaçık ziyanın ta kendisidir.” (Hac 11)
Ve
“Ona bir hayır dokunduğunda da eli sıkıdır.” (Me’âric 21)
Allah-u Teâla, insana ölçülerin yanlışlığını beyan ederek, eşini
kerih gören insana şöyle buyuruyor:
“Ey iman edenler! Kadınlara zorla mirasçı olmanız size helal
değildir. Açık bir hayasızlık yapmış olmaları dışında, kendilerine
verdiklerinizin bir kısmını onlardan geri almak için onları
sıkıştırmayın. Onlarla iyi geçinin. Eğer onlardan hoşlanmadıysanız,
olabilir ki, siz bir şeyden hoşlanmazsınız da Allah onda pek çok
hayır yaratmış olur.” (Nisâ 19)
İslâm’a göre hayır ve şer; menfaât ve zarara göre ölçülmez. İnsan
üzerinde ister cebren bir fiil vuku bulsun, isterse kendi ihtiyârî
ile bir fiil işlesin, zarar ve menfaâte göre ölçülmez. Çünkü insan,
gerek üzerinde vuku bulan, gerekse işlediği fiilin kendisine veya
bir başkasına menfaat veya zarar vereceğini idrak edemez. Aynı
şekilde işlediği fiil üzerine dünya ve ahirette ne terettüp (icap)
edeceğini de bilmez. Zîra insan, fiilin hakiki neticesinden
yoksundur. Konunun daha iyi anlaşılması açısından bir misal verelim:
Bir şahıs ticaret yapmak için yolculuğa çıkmak istediğinde, evinde
uyur kalır da uçağını kaçırırsa, bunu kendisi için zarar olarak
görür. Çünkü kâr yapacağı ticareti yapamadı. Ama uçağın kalkışından
sonra düştüğünü, içerisindekilerin hepsinin öldüğünü duyduğu zaman,
uçağı kaçırdığı için Allah’a şükreder ve bu olayın kendisi için
hayırlı olduğunu anlar. İnsanın bir fiili, kendisine göre şer veya
hayır olarak vasıflanması, sahih ve sabit bir niteleme değildir.
Çünkü bu niteleme insandan sadır olmaktadır. İnsanlar ise, bulunduğu
çevreden etkilenmelerinden dolayı, tenakuza ve ihtilafa düşerler.
İnsan bir fiilin işlenmesinden önce, bu fiilin neticesini bilmekten
acizdir. Hakiki anlamda bir fiilin hayır ve şer olarak vasıflanması
insana bırakılmadığı gibi, fiilin kendisinden de alınmaz. Mesela
öldürme bir fiildir. Eğer öldürme fiili savaşta Müslüman tarafından
düşmana karşı yapılmışsa, Müslüman’a göre bu hayırlı bir fiildir.
Velakin raiyeye (hükme) karşı olmuşsa şerdir. Dolayısıyla bir fiili
hayır veya şer olarak vasıflandırmak ne insana ne de fiilin zatına
bırakılır. Bir fiili hayır veya şer olarak vasıflandırmak fiil
dışındaki bir faktörden gelmesi gerekir. Bu faktör, hayata bakış
açısına dayalı olmalıdır. İnsanın hayata bakış açısı da inandığı
akidedir. Bütün fikirler, nizâmlar ondan fışkırır. İslam, nizâmın
kendisinden fışkırdığı aklî bir akidedir. İslam neyin hayır, neyin
şer olduğuna dâir dakik bir ölçü koymuştur. Bir fiilde Allah’ın
rızası varsa, yani Allah’ın emrettiklerine ittiba (bir müçtehidin
içtihadını, delillerini inceleyerek benimseme) etmek,
nehyettiklerinden kaçınmak, o fiilin hayır veya şer olduğunu
gösterir. Allah’ın emirlerine muhalefet etmek, nehylerine tabi
olmak, o fiilin şer olduğuna işarettir. Müslüman’a göre hayır,
Allah’ın razı olduğu fiil, şer de Allah’ın öfkelendiği fiildir.
Namaz kılmak, cihad etmek ve davayı taşımak hayırdır, çünkü bu
fiillerle Allah’ın rızası talep edilir. Faiz almak ve vermek, zina
yapmak, casusluk yapmak şerdir. Çünkü bu fiillerle Allah’ın öfkesi
kazanılır. İnsan kendisine dokunan zarar veya menfaate göre dünya
hayatında bir fiil işlememesi gerekir. Zîra bu dünya hayatı kısadır,
öldükten sonra ahirete intikal edecektir. İnsan âhirette, bu dünya
hayatında işlediği şer veya hayra göre cezalandırılacaktır.
“ Artık kim zerre ağırlığınca bir hayır
işlerse onun mükafatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir
kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl 7-8)
Müslüman hayır fiilini, insana dünyevî menfaât sağladığı için değil,
Allah-u Teâla’nın rızasına nail olmak için işler. Şer fiillerinden
Allah-u Teâla razı olmadığı için kaçınır, yoksa insana dünyevî zarar
verdiğinden dolayı değil. Müslüman olmak, iman etmek ve hadleri
tatbik etmek hayırdır. Küfretmek, hıyânet etmek ve Şer’î hükümlere
aykırı davranmak şerdir. Kaza ve kader; hayrın ve şerrin Allah’tan
olduğuna inanmaktır. İnsan kendisine menfaât veren şeyi sevip, zarar
veren şeyi sevmese de sevmenin ve kerih görmenin kıymeti yoktur ve
ondan hesaba çekilmez. Sevmek ve kerih görmek ihtiyârî fiillerden
değildir. Ebu Hureyre’den rivâyet olunduğuna göre:
"Cenab-ı Hakk'ın şu mealdeki sözü nazil olunca: "İçinizdekini
açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve
diledigini bağışlar, dilediğine azab eder..." (Bakara, 284) bu ihbar
Sahabe (radiyallahu anhuma)'ye çok ağır geldi. Rasûlullah
(aleyhissalatu vesselam)'a geldiler,
diz çöküp oturdular ve dediler ki: "Ey Allah'ın Rasûl’ü! bize
yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihad ve sadaka,
bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu âyeti inzâl buyurdu. Onu
yerine getirmemiz mümkün değil." Rasûlullah (aleyhissalatu vesselam)
onlara: "Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi
"dinledik ama itaat etmiyoruz" mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle
değil, şöyle deyin: "İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz! affını
dileriz, dönüş Sana'dır." Cemaât bunu okuyup, dilleri ona alışınca,
bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzâl buyurdu: "Peygamber ve
inananlar O'na Rabbi'nden indirilene inandı. Hepsi Allah'a,
meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. "Peygamberleri
arasında hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz!
Affını dileriz, dönüş sanadır" dediler" (Bakara 285). Ashab bunu
yapınca Allah, önceki âyeti neshetti ve şu âyeti inzâl buyurdu:
"Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik
lehine, ettigi kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya
yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere
yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme!. Rabbimiz! Bize gücümüzün
yetmeyeceği şeyi taşıtma. Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen
Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et.” (Bakara 286)" (Müslim)
GÜZEL VE
ÇİRKİN
Fiillere ve eşyalara güzel ve çirkin hükmünü vermek şu şekilde olur:
Fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermek; fiiller ve eşyaların
vakıası, onların fıtrata uygunluğu ve onlardan yüz çevirme
bakımından olur veya Allah-u Teâla’nın sevap ve ikâb (ceza) vermesi
yönünden olur. Fiillerin ve eşyaların vakası bakımından, fiillerin
ve eşyaların insan fıtratına uygunluğu ve onlardan yüz çevrilmesine
gelince; muhakkak ki insan, aklı ve hissi ile eşyalara ve fiillere
hüküm verir. Meselâ bal gibi tatlı olan eşyalara güzel hükmünü, acı
olan bir nesneye de çirkin hükmünü verir. Yine bilgi sahibi ve
zengin olmaya güzel, fakirlik ve cehâlete çirkin hükmünü verir.
Çünkü ilkinde mükemmellik, diğerinde ise noksanlık vardır. Allah-u
Teâla’nın, insanlara verdiği özellikler sayesinde insanlar,
noksanlıkları ve mükemmellikleri idrak ederler. Bu özellikler;
tefekkür, içgüdü ve uzvî ihtiyaçlardır. Sevâp ve ikâb yönünden
fiiller ve eşyalar üzerine güzel ve çirkin hükmünü vermeye gelince:
Bu hükmü vermek insana ait değildir. Çünkü insan Allah-u Teâla
bildirmedikçe bir işe, ceza veya sevâp verileceğini bilemez. İnsan
aklı da onu bilemez. Bu yüzden bildirme işi, şerîata aittir. Şeriat
bazı eşyalar ve fiilleri methedip, sevap ve cezaya bağlamıştır.
Bundan dolayı fiiller ve eşyaların zemmedilip, methedilmesi, sevâp
ve ikâb verilmesi Allah-u Teâla’ya hastır. İnsan aklına
bırakılmamıştır. Zira akıl; his, vakıa, öncül bilgiler ve
beyinden oluşmaktadır. İhsas, aklın vazgeçilmez bir parçasıdır. Eğer
insan bir şeyi hissedemezse, o şey üzerine hüküm veremez. Aklın bir
şey üzerine hüküm verebilmesi için, bizzat o şeyi hissetmesi veya o
şeyin eserini hissetmesi kaçınılmazdır. Allah-u Teâla’nın fiiller ve
eşyaları methedip zemmetmesini ve sevâp ve ikâb vermesini insan
ihsas edemediği için fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermesi
muhaldir. Fiiller ve eşyalar üzerine hüküm vermesi ancak Allah’ın
ona haber vermesiyle mümkündür. Eşyalar ve fiillerin vakıası,
onların fıtrata uygunluğu veya onlardan yüz çevirmenin şeran hiç bir
kıymeti yoktur ve bir fiili yapıp yapmamasına da müdahil
değildirler. Müslüman, amellerin vakıasının güzelliğini idrak
etmese, hatta fıtratına uygun düşmese bile Allah yolunda cihad eder,
O’nun için davayı taşır ve amelleri Allah’ın emrettiği veçhi üzere
yapar. Aynı şekilde Müslüman, fiillerin vakıasının çirkinliğini
kavramayarak fıtratına uygun düştüğünü görse bile faiz alıp
vermekten, zina yapmaktan ve casusluktan Allah’ın emrettiği şekilde
kaçınır. İslam’da güzel, şeriatın güzel gördüğü, çirkin de şeriatın
çirkin gördüğü şeydir.
“Bizim için bu dünyada da bir iyilik yaz, ahirette de. Çünkü biz
sana varan doğru yola yöneldik.” Allah şöyle dedi: “Azabım var ya,
dilediğim kimseyi ona uğratırım. Rahmetim ise her şeyi kapsamıştır.
Onu, bana karşı gelmekten sakınanlara, zekatı verenlere ve
âyetlerimize inananlara yazacağım.”
(Araf 156)
Temiz veya güzel Allah’ın helal kıldığı şey, pis ve çirkin, Allah’ın
haram kıldığı şeydir. Yoksa insanın aklına ve fıtratına uygun
düşmesi veya düşmemesi değildir. Üzüm, temiz ve güzeldir. Şarap
ondan yapılmıştır, fakat çirkin ve pistir. Alış-veriş, helal ve
güzeldir, faiz, haram ve çirkindir.
HELAL VE HARAM
Hayır ve şer, güzel ve çirkin Arapça lafızlardır. Araplar bu
lafızları muayyen bir manaya delâlet etmeleri için kullanmışlardır.
Şâri, Kurân-ı Kerim’de bu lafızları kullanmıştır. Bu lafızlar hem
lügat manaya hem de Şer-î manaya delâlet ederler. Bu lafızlar,
karinesiz kullanılırlarsa, Şer-î manaya delâlet ederler. Bunlardan
lügat mana kastedilip kastedilmediğine dair karineye ihtiyaç vardır.
Haram ve helal ise; lügâtî manalarından Şer-î manaya nakledilerek
lügâtî manaları iptal olunmuştur. Bunlar her nerede varit olurlarsa
olsunlar Şer-î manalarında hakikattir, yani diğer manada
kullanılmazlar. Allah-u Teâla şöyle buyurdu:
“Allah alış-verişi helal faizi ha ram
kılmıştır.” (Bakara 275)
Resulullah (sav) de şöyle buyurmuştur:
“Helal, Allah'ın Kitabında helal kıldığı şeyler; haram da Allah'ın
Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah'ın, Kitabında bildirmediği
şeyler affettiklerindendir "
(Et-Tirmizî)
Yine Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak helal belli, haram da bellidir. İkisi arasında bir takım
şüpheli şeyler vardır ki, çok kimse bunları bilemez. Şüpheli
şeylerden sakınan, dinini ve namusunu ko rumuş
olur. Şüpheli şeylere dalan kişi ise, harama düşer. Nitekim (içine
girmek yasak olan) koru etrafında (davarlarını) otlatan çobanın
hayvanları da her an bu yasak sahaya girebilir. Haberiniz olsun, her
hükümdarın (kendisine mahsus) bir korusu olur. Dikkat edin, Allah'ın
korusu da haram kıldığı şeylerdir. Uyanık olunuz! Bedenin içinde bir
lokmacık et vardır ki, o iyi olursa bütün beden iyi olur, bozuk
olursa da bütün vücut bozulur. Dikkat edin! İşte o kalptir."
(Muttefikün aleyh)
Helâl; Allah’ın müsamaha gösterdiği şeydir. İşlenmesi durumunda
cezası yoktur. Haram; Allah’ın sakındırdığı şeydir, işlenmesi
durumda cezası vardır. Helâl şunlara şamildir: Vacib, mendub, mubah
ve mekruh. Haram ise, yalnızca harama şamildir. Teklifî hükümler,
yukarıda zikrettiklerimizinden birinin dışına çıkmaz. Teklifî
hükümlere bağlı vaz’î hükümler de beştir: Sebep, şart, mani, ruhsat
ve azimet, sıhhat, batıl ve fesattır. Helâl ve haram ölçüleri her
şeyi kapsadıkları gibi aynı zamanda da birer Şer-î ölçüdürler.
İnsanın dünya hayatında fiillerine ve eşyalara lazım olan
ölçüdürler. İstikra yoluyla Şer-î delillerden bütün eşyaları
müteallik bir hüküm istinbat edilmiştir: Tahrim (haram kılma) delili
varit olmadığı müddetince eşyada asıl olan ibahâttır. Fiillerde asıl
olan, şer’î hükümlere bağlanmaktır. Dünyada Allah-u Teâla’nın
haklarında hükümlerini beyan etmediği hiç bir şey yoktur. Allah
onlar için ya helal ya da haram hükmünü beyan etmiştir. Eğer
Müslümanlar bir fiil ya da eşyanın hükmünü bulamazlarsa, bu Şer-î
delillerin eksikliğinden değil, aksine içtihad ve naslardan istinbat
etme kusurlarından kaynaklanmaktadır. Çünkü Allah-u Teâla, açıkça
kıyamet gününe kadar şeriâtın her şeyi içerdiğini bildirmiştir.
“....Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi
tamamladım ve sizin için din ola rak
İslâm’ı seçtim…” (Maide 3)
Ve
“Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir
rehber, bir rahmet ve müslümanlar için bir müjde olarak indirdik.”
(Nahl 89)
Herhangi bir Müslüman’ın, Şer-î delil olmaksızın bir fiili veya bir
eşyayı helal veya haramla nitelemesi haramdır.
“Dilleriniz yalana alışageldi ğinden
dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu
haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar,
kurtuluşa eremezler.” (Nahl 116)
ÖLÇÜLER
ARASINDAKİ BAZI FARKLILIKLAR
Fiilleri, hayır ve şer olarak vasıflandırmakla güzel ve çirkin
olarak vasıflandırmak arasında fark vardır. Fiilleri hayır ve şer
olarak vasıflandırmak, fiillerin eserinden ve onlara yönelme veya
onlardan kaçınmadan gelmektedir. Müslüman’da asıl olan, hayır olarak
vasıflandırıldığı bir fiil, eğer Allah’ın razı olduğu bir fiil ise
yönelmesi, şer olarak vasıflandırıldığı bir fiil eğer Allah’ın
öfkesini gerektiren bir fiil ise kaçınması gerekir. Çünkü Allah-u
Teâla, emrettiği hayır fiilini işleyenlerden razı olup onlara
cenneti vadetti. Nehyettiği fiillerden kaçınmayanlara gazab edip
onlara cehennemi vadetti. Bir Müslüman’ın bir fiili güzel olarak
vasıflandırması ancak Şâri’nin o fiili methetmesi ve ona sevab
vermesi ile mümkündür. Bir fiili de çirkin olarak vasıflandırması
ancak Şâri’nin o fiili zemmetmesi ve ona ceza vermesi ile mümkündür.
Dolayısıyla bir fiili yapıp yapmaması ona güzel ve çirkin olarak
bakışıyla ilgilidir.
Helal ve haram ölçülerine gelince:
Bunlar biraz daha detay içerir. Zira beş çeşit Şer-î hükmü, ve bu
Şer-î hükümlere bağlı vaz-i hükümleri içermektedirler. Fakihler,
Şer-î ölçüleri şöyle tarif ettiler: Şer’î
hüküm; Şâri’nin, iktiza, tahyir ve vaz-i yoluyla kulların fiillerine
müteallik hitabıdır. İktiza; taleptir.
Eğer fiilin talebi kesin ise, vaciptir, eğer kesin değilse
mendubtur. Eğer fiilinin talebi, kesin terkine ilişkin ise haramdır,
eğer talebinin terki kesin değilse mekruhtur. Fiili işleyip
işlememede serbestiyet ise mubahtır. Vaz-í hüküm; bir şeyi sebep,
şart, mani, ruhsat ve azimet, sıhhat, butlan ve fasit kılmaktır.
Müslüman’ın, her hangi bir ameli işlemeden önce o amelin Şer-î
hükmünü bilmesi vaciptir. Çünkü fiillerde asıl olan Şer-i hükümlere
bağlanmaktır. Bu nedenle fiilleri sevap ve ceza yönünden hayır ve
şer, güzel ve çirkin, helal ve haram olarak vasıflandırmak aklın
veya insanların kendi kafalarından uydurdukları kanunların değil,
Şâr-i’nin işidir. Bir fiili, helal ve haram, güzel ve çirkin olarak
vasıflandırmak hayır ve şer olarak vasıflandırmaktan daha geneldir.
Zîra hayır ve şer sadece fiillere hastır.
Fakat güzel ve çirkin, helal ve haram ölçüleri fiiller ve eşyalara
şamildir. |
|
YIL
16 SAYI 183 SAFER 1426 / MART 2005
|
|
|
|
|