Ana Sayfa YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005 E-Mail

Batı Ülkelerine Hicret Etmek (Göç)

4. Bölüm.

(Hizb-ut Tahrir Avrupa)’nın kaynaklarından

İDEAL SİYASET

Bizim, sunmak istediğimiz en ideal siyaset İslam’ın siyasetidir. İdealliği; sadece bizim nazarımıza göre İslamî olmasından kaynaklanmıyor. Bilakis, problemin üzerinde bulunduğu vakıaya mutabık olan, insan kıymetlerini gözeten, adaletin gereğini muhafaza eden ve zorlamayan yegane odur. Batı ülkelerindeki Müslümanlar öncelikle entegrasyon politikasını kabul etme yerine bu doğru siyasete davet etmeye, Batı devletlerine baskı yapmaya ve onları bu doğru siyaseti üzerlerine tenfiz etmeye iknaya çalışmaları gerekir. Bu siyaset, genelde şu ana merkezlerde temsil edilir. Onlar;

Birincisi; Tebâalık (Raiyet) mefhumu:

Tebaalık; dinine, akidesine, cinsine, rengine, milliyetine ve azlığına bakılmaksızın Darul İslam içerisinde oturan ve İslam’ın yönetimine boyun eğen insanlara denir. Başka bir ifadeyle İslamî tebâa; Darul İslam içerisinde ikame eden Müslümanlar ve İslam dini üzere olmayan diğer kimselerden -kendilerine ehli zimmet denilir- müteşekkildir.

Darul İslam’da daimi ikame etme, İslam'ın yönetimine ve otoritesine boyun eğme ancak tebaalığa itibar etmedeki esastır. Binaenaleyh, ihtiyaç ve buna herhangi bir zorlama olmaksızın, sadece İslam otoritesine boyun eğmeme rağbetinden dolayı darul küfürde daimî ikame eden Müslüman, her ne kadar Müslüman ise de İslamî Devletin tebaasından değildir. Halbuki orada ikame eden tebaalarından bir kafirin, küfrüne rağmen Müslümanların lehine olan onun da lehine, onların aleyhine olan onun da aleyhinedir.

Bu, Süleyman İbn-i Büreyde hadisinden alınmıştır. Öyle ki, onda şöyle varit olmuştur:

“... Onları İslam’a davet et. Eğer bu davetini kabul ederlerse onların bu cevaplarını kabul et ve onların üzerinden elini kaldır. Sonra onlara bulundukları beldeyi darul Muhacirine dönüştürmelerini söyle. Bunu yaptıklarında muhacirlerin lehine olan onlarında lehinedir. Muhacirlerin aleyhine olan onlarında aleyhinedir diye onlara haber ver. Şayet onlar bunu reddeder ve Dar’larını tercih ederlerse, o zaman onlara Müslüman bedeviler gibi olacaklarını, müminler üzerine uygulanan Allah’ın hükmünün onlar üzerine de uygulanacağını, Müslümanlarla cihad etmeleri hariç kendilerinin ganimetten ve feyden bir payları olmadığını onlara bildir...” (Müslim)

Ve Medine vesikasından alınmıştır. Öyle ki onda şöyle varit olmuştur:

“Beni Avf Yahudileri Müslümanlarla bir ümmettirler. Yahudilerin dinleri kendilerine Müslümanların dinleri de kendilerine aittir. Onlar köleleri ile baş başa bırakılırlar, fakat onlardan zulmeden ve günah işleyen hariç... Ve bu antlaşmayı yapan kişilere savaş açılırsa, o zaman o kimseler birbirine yardım edeceklerdir...” (Sireti ibni Hişam)

İkincisi; Ahde Vefa göstermek:

Zimmî kelimesi; zimmetten alınmıştır ki, o da ahidtir. Arapça’da şöyle geçmiştir: "Zimmet ve zimam ki, bu ikisi ahid, emân, garanti, hürmet ve hak anlamındadırlar.

Ehli zimmetin zimmet olarak isimlendirilmesi; Müslümanların ahdine ve emanına girdiklerinden dolayıdır." Yani onlarla muamelemiz, üzerinde antlaştıklarımıza göre olacağı ve onlara muamelede ve işlerini gütmede İslam’ın hükümlerine göre seyredeceğimize dair zimmetimizde ahitleri vardır.

Zımmilerin zimmiliğe ve muahedeye (antlaşmaya) kabul edilmeleri, onları devletin tebaalarından tebaalar kılar ve devlete ve Müslümanlara ahitlerini korumayı vacip kılar. Bu bağlamda; malları, kanları, namusları masum olur ve kerametleri (şerefleri) korunur, hakları garantilidir. Onlara yardım etmek vacip ve onlardan muhtaç olana infakta bulunmak lazımdır. Zulme uğrama ve şikayet hakları heder edilmez. Allah (cc) şöyle buyurmaktadır:

“Bir de verdiğiniz sözü yerine getirin. Çünkü verilen sözde sorumluluk vardır.” (İsra 34)

Abdullah bin Amr (ra)’dan Nebi (sav)'in şöyle dediği rivayet edildi:

“Kim bir muahedesi olan kimseyi öldürürse cennetin kokusunu koklamayacaktır. Halbuki onun kokusu kırk senelik bir mesafeden bulunacaktır.” (Buhari)

Ebu Hureyre (ra)’den Nebi (sav)'in şöyle dediği nakledildi:

“Dikkat! Kim Allah’ın ve Resul’ünün zimmeti olan bir antlaşmalıyı öldürürse, şüphesiz Allah’ın zimmetine ihanet etmiş olur. O cennetin kokusunu koklamayacaktır. Halbuki onun kokusu yetmiş senelik mesafeden algılanır.” (Tirmizi)

Ve Resulullah (sav)'in ashabının çocuklarından bir çoğu babalarından Resulullah (sav)'in şöyle dediğini nakletmişlerdir:

“Dikkat! Kim antlaşmalıya zulmeder veya hakkını vermezse yahut gücü üstünde bir şey ile yükümlü tutarsa veya rızası olmaksızın ondan bir şey alırsa, şüphesiz ben kıyamet günü ona delili ile galip geleceğim.” (Ebu Davud)

Üçüncüsü; Dinde Zorlama Yoktur:

Bunda asıl Allah-u Teala'nın şu sözüdür:

“Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.” (Bakara 256)

İster zımmi olsun, isterse müste'min (kendisine eman verilmiş) olsun, isterse de muahedeli (antlaşma yapılan) kimselerden olsun, kafirlerden Darul İslam içerisinde ikame eden kimseler dinlerinde fitneye düşürülmez ve ondan dönmeye zorlanmaz. O, Allah (cc)’nın ve Resul (sav)'in himayesindedir.

İşte bu konudaki hikmet; insan vakıasından, akidelerin ve aklî kanaate dayalı olan ideolojilerin tâbiatından kaynaklanır. Dolayısıyla İslam, her ne kadar bütün insanların kendisine iman etmesini/girmesini temenni edip, bunun için çalışsa da, o aklın baskıdan ve zorbalıktan uzak kalan serbestiyeti sevdiğinin idraki içerisindedir. Bundan dolayıdır ki; Müslümanlar arasında ikamet edip, onların Dar'ında canına, kanına ve dinine karşı emin olan kimse için tanıma ve müşahede etme fırsatı vardır. Böylece o, İslam’ın hükümlerindeki adilliğini, nizamından kaynaklanan huzurun topluma hakim olduğunu ve fikirlerinde ki derinliği ve aydınlığı görür. Böylelikle de, İslam’a ve onun akidesine iman etmeye zorlanmaksızın kendi kanaatinden fışkıran atılganlığı kendiliğinden olmuş olur.

İşte İslam’ın, kendi Dar'ı içerisinde oluşturduğu bu atmosfer, eğer kafirin İslam’a olan kanaatini değiştiremiyorsa, o zaman onun için saygınlık ve dostluk icat eder. Onun içindir ki, tarih bize Selahaddin ile beraber savaşan Hıristiyanlar hakkında bahsetmekte ve onların, İslam’ın yönetimi altında kalma rağbetlerine şahitlik etmektedir.

Dördüncüsü; Ehli Zimmet Haklarından bazıları:

İslam’ın hükümlerinin İslam Devlet içerisinde tatbiki esnasında ehli zimmet hususiyetleri aşağıda ki şekilde gözetilir:

1) İtikat ve ibadetleri ile baş başa bırakılırlar,

2) Giyecek ve yiyecekler hususunda Şer’i Hükümlerin müsaade ettiği kadarıyla dinlerine göre muamele görürler,

3) Aralarındaki evlilik ve boşanma işleri, dinlerine göre çözülür.

 

Devamı gelecek sayıda…

YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005

Yukarı