Ana Sayfa YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005 E-Mail

Bir düşünce Bir Analiz

(3. ve Son Bölüm)

Mehmet Y.

İslam gelip Resulullah (sav) Mekke’de çalışmaya başlamasıyla yani, İslam’ın Allah (cc) tarafından yeryüzüne gelmesiyle Resul (sav)’in çalışmasıyla Mekke’de başlayıp da Medine’ye ulaşan Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması neticesinde, kendilerine dünyanın dar geldiğini gören (Diyalogcu) müşrikler kendilerini gizlemeye başladılar. Ve de uzun zaman da gizlediler. Çünkü Hilafet Devleti vardı yönetimde. Bu müşriklere (Diyalogculara) yani kendilerine İslam’ın serbest bıraktıkları hariç hiçbir şey yapmıyorlardı ve nihayet işte İslam Devleti Hilafet’i zayıflatınca tekrar canlanmaya başladılar. Hilafet’in kalkmasıyla beraber Müslümanlar da zaten zayıflamış olan İslamî Akide’yi tamamen yok etmek için hem içten hem de dıştan saldırmaya başladılar. Türkçe’de bir deyim vardır ya hani, -Kurt dumanlı havayı sever derler- işte o günlerdeyiz işte bu kurtlar bu günlerde daha çok açığa çıkıyorlar ve çıktılar. Kendileri kuzu postuna girdiler. Hoca oldular, müderris oldular, ağlayan hoca oldular. Arkasına birçok Müslüman’ı alarak Vatikan’da ki papaya teslim ettiler. Bu yalnız Türkiye’deki uzantısıdır. Ve diğer İslam beldelerinde bunun gibi elbette. Papaya kul olacak emirlerini yerine getirecek çok kuzu postuna girenler vardır. Biz yalnız trendekileri görüyoruz çünkü yakinen burayı görüyor ve burada olup bitenleri kaleme alıyoruz.

Evet, ağlayan hocanın papayla görüşmesinde verdiği sözler hiçbir Müslüman’a yakışmayan sözler ve vaatlerdi. Caymadılar, verdikleri sözlerini yerine getiriyorlar.

Evet, daha önce dinler arası diyalogun başlama tarihini belirtmiştik, bu muhakkak ki kesin bir tarih arz etmemekle birlikte bu konuda çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunun en açık örneği ise, 1966’lı yıllarda ortaya çıkmış ve hıristiyanlar Müslümanlarla münasebetlere başlamışlar. Ve bunun başını da elbette Vatikan çekmiştir. Ve bu gelişmelerin sonunda 1980 yıllarında bu misyonerler, Türkiye’de hiç beklemedikleri kolaylıklar buldular. Kendilerine ilahiyat fakültelerinde kolaylıklar sunuldu ve böylece direkt olarak Müslümanları eğiten kadroların içerisine girdiler. Ve günümüzde halada devam etmekteler. İşte Türkiye’deki diyalogcuların bir çoğu bu ilahiyatçılardır. Dinde reformcular, hoş görücüler, vb. kime hizmet ediyorlar. Sünnet’i inkar edenler, İslam’ın hayat nizamının olmadığını söyleyenler, baş örtüsüne teferruattır diyenler, İslam demokrasinin kendisidir diyenler, demokrasi ve cumhuriyetin İslam’a uyduğunu söyleyenler, elbette ki bunların hizmet ettikleri İslam değildir. Peki o zaman nedir? Denirse, işte papaya verilen sözdür. Örneğin; 1988’de ilahiyat fakültesinden on iki bilim adamı, Katolik enstitülerinde hıristiyan bilim adamlarıyla bir araya gelmişlerdir. Onlarla ne konuşmuş olabilirler, ve daha önce de bu tür girişimler olmuş ve 10.10.1984 ve 14.10.1984 tarihleri arasında ilahiyatçıların katıldığı bir konferansta İstanbul’da bir araya gelmişlerdi. Ve yine bu toplantının başını da şuan diyalogun başını çeken cemaat çekmiştir.

Yine aksiyon dergisinde bir yazıda şöyle geçiyor; 1960’lı yılların sonunda misyonerlerle nurcular arasındaki iş birliğinin gereğine işaretle; papalıkla mektuplaşılmıştır ve bu girişim uzun tarihlere dayanır, ta 1951’lere.

Hoşgörüyü savunanlar incelendiğinde, onların İslam’ı incelemeden hıristiyanlığı incelemiş oldukları ve kendi kanaatlerini ispatlamak içinde bazı hadisleri delil getirerek İseviliğin tekrar yeryüzüne geleceğine inanmaktadırlar. Bu konuda mehdi hadislerinden yola çıkarak, Hz. İsa’nın tekrar dünyaya geleceği ve Deccal’ı öldüreceği, sonra da insanları hakka davet edeceği kanaati hakim olmuş, onlara göre galiba hak hıristiyanlık ki, hıristiyanlarla yakınlaşmakta çok kolaylık sağlamaktalar.

Halbuki o Hadis-i Şerif’ler incelendiğinde Hz. İsa’nın ancak bir ümmet olarak yani Muhammet (sav)’in ümmeti olarak geleceği düşüncesi vardır. Ancak son din olan İslam’la hükmedebileceğinin düşünülmesi gerekir, eğer bu düşüncede kasıt yoksa nedir? Ama kastın olduğu net olarak gözükmektedir. Çünkü bütün söylemlerde tevil vardır. Ve bunların çoğunu kitaplarında işlemişlerdir. Örneğin şu anlayışa bakın; her türlü İslam dışı hareketlerin çoğaldığı bir zamanda, yani kıyamet alametlerinden söz edilirken şu savı savunuyorlar. Hakiki İsevilik zuhur edecek. Yani rahmeti ilahiyenin semasından nüzul edecek, hali hazır hıristiyanlık dini tüm hurafetten ve tahrifattan sıyrılacak, hakikat, İslam’la birleşecek, manen hıristiyanlık bir nevi İslamiyet’e inkılap edecektir.

İşte diyalog’cuların mantığı bu, neden direkt Müslüman olmuyorlar da bu savlarla uğraşıyorlar. Mademki o da din ise neden İslam’la birleşecek, sormak gerekmez mi? Bu tür çelişkiler o kadar çok ki, diyalogcuların kitaplarına bakmak yeterlidir.

Yine diyalogcuların kurucusu; iki muazzam din ifadesiyle İslam ve hıristiyanlığı aynı görmektedir. Bir Müslüman böyle düşüne bilir mi? İslam ve hıristiyanlık aynı olabilir mi?

İşte varılan noktalara bakalım; Müslümanların gelmiş oldukları noktalar bunlar ve bunun benzeri noktalardır. Ve bunlara benzer örnekler daha çoktur.

Nasıl oluyor da nesh olunmuş dinlerle diyalog kurarak İslam’ı küçültüyorlar? Bu hakkı nereden alıyorlar? İslam insan aklına uygun değil midir yoksa, evet İslam insan aklına uygundur o zaman nasıl oluyor da nesh edilmiş? Allah (cc) indinde sineğin kanadı kadar değeri olmayan bu insanlarla diyalog kuruluyor. O zaman sorun bu diyalogu yapanlardadır. Eğer öyle olmasaydı; İslam’ı batıl dinlerle aynı görmezlerdi. Onlarla bir arada değerlendirmezlerdi. Yani hakla batılı karıştırmazlardı. Bilmeleri gerekir ki hak geldi batıl zail oldu. Zaten batıl zail olmaya mahkumdur. Yine de hak ve batıl arasındaki mücadele kıyamete kadar sürecektir, ve sonunda kazanan hak olacaktır. Allah (cc)’nin şu ayette buyurduğu üzere:

“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran 110)

Yani İslam dışındakilere özenmenin nerelere varacağını görmekteyiz. Bunlar bazı ülkelerin devlet yönetimlerine kadar gelmişlerdir. Şu anda Türkiye’de çalışma yapan Misyonerlerin İncil dağıtmalarına göz yuman, onlar hakkında özel olarak diyanete talimat veren başbakan, kendisine bir mektup vermek isteyen Müslüman’ı tutuklatıyor. İşte devletin içindeki yöneticiler. Ecevitler değil midir diyalogcuları savunanlar, işte bunları yapanlar İslam’dan rahatsız olanlardır. İslam’dan rahatsız olanların okullarda çocuklarımıza okuttukları kitaplara bakın. Orda İslam’dan başka dinlerde hak olarak okutulmaktadır. Türkiye’deki papaz Yavuz Kapusuz şöyle diyor; AKP iktidarı ve AB Uyum-yasaları bizim kurtarıcımız oldu rahatladık, şimdi ise kiliseler küçük gelmeye başladı diyor. Yani ne kadar çoğaldıklarının delilidir. Devlet kadroları da onlardandır. İşte Türkiye’nin konusu nedir, AB istediğini yaptırmıyor mudur? En son alınan karar nedir? Türkiye’nin İslam kimliğini yok etmek istemiyorlar mıdır? Çünkü güçlü olan hep alır, vermez. Yaptırır, yapmaz, çünkü güçlüdür. İşte küresel din anlayışı budur. Tek din olarak hıristiyanlık etrafında toplanmak istenmektedir. Müslümanlar ve İslam küçük görülmektedir. Evet din olarak kaç tane ülke İslam’ı kabul ediyor? Bakın Türkiye bile din olarak anayasasına alamıyor. Sen de kalkacaksın dinler arası diyalog diyerek İslam’ı hıristiyanlığa katmaya çalışacaksın, neden? Çünkü İslam’a vakalardan bakıyorsunuz. İslam ise vakaya hüküm verir, vakadan hüküm çıkarmaz. Evet Müslümanların bu günkü durumu aldatmasın, bu durum değişebilir ve nitekim değişmiştir de.

1296 sene dünyaya hükmetmiş olan İslam son asırda geri kalmıştır. Bu geri kalmışlık ise İslam’dan değil Müslümanların onu anlama noktasında cahil kalmalarından kaynaklanmıştır. Asıl sebebi bu oluşturmuştur. Bundan faydalanan diyalogcular Müslümanları küçük düşürücü davranışlara girmişlerdir. Oysa İslam’ın hayata hakim olduğu dönemlerde durum çok farklıydı. Tarihe kısa bir bakış bunu bize fazlasıyla anlatmaktadır.

Evet asıl hedeflenen ve varılmak istenen nokta; küresel din projesidir. Ve bunlara maşalık yapan gruplar ve partiler bulunmaktadır. Dünyanın geneli çalışma alanı olmakla birlikte, Müslümanların ülkeleri de yoğun çalışma yapılan yerlerdendir. Diyalogcuların arkasında bulunan güç papalık (VATİKAN) ve asıl perde arkasında bulunan güç ise Fransız ihtilalinde mağlup olup ilim adamlarına teslim olan papaz gurubudur. Bunlar sonra masonlar gurubunu oluşturmuşlardır. İşte diyalogcuların perde arkasındaki güç bunlardır. Bunların kendilerine belirlemiş oldukları ülkeler vardır ve Türkiye de bu ülkelerin içindedir. Ve Türkiye’de binlercesi misyonerlik yapmaktadır. Misyonerlerin (diyalogcuların) çalışması Türkiye’de Ecevit’lerin bile uyarı yapmasına vesile oldu. Türkiye’deki misyonerlerin (diyalogcuların) çalışmasından rahatsız olduklarını belirtmektedirler. Asıl itibarı ile Ecevit’lerin rahatsızlıklarının nedeni başkadır ama yine de görüş beyan etmişlerdir. Yoksa bu işin başındaki şahıs Ecevit’lerin adamıdır. Bu olayları göstererek başka noktalara vardılar, yoksa dertleri İslam değildir. Çünkü İslam’a karşı baş düşman kendileridir.

Yani Müslümanlar vakadan çok etkileniyorlar. Örneğin; Türkiye’den olduğu söylenen noel babaya Yasin okuyorlar. Yani Müslüman olmayanlara dahi Kuran okunuyor. İşte diyalogcuların önderliğini yapan şahsın 09.02.1998’de papayı ziyaretinde sunduğu mektubunda papalık misyonunun bir parçası olduğunu ilan etmiştir. Papalığın üç bin yılık hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hıristiyanlaştırılması projesidir.

Evet diyalogcuların yapmak istedikleri yazmakla bitecek türden değildir. Çünkü hakla batılın kavgası bitmeyecektir, ama hak elbette galip gelecektir. Dünya değişmek mecburiyetindedir, bunlar elbette geleceğin habercisidir. Ne yaparlarsa yapsınlar hak geliyor. 1296 senelik Hilafet Devleti’nin devamı olan Raşidi Hilafet Devleti geliyor. Deccal ölecek, haç kırılacak Hilafet Devleti hüküm sahibi olacak, gözükenin uzağı olmaz, gelecek olan gözükmektedir. Çünkü insanlığın kurtuluşu ancak Hilafet Devleti’ndedir. Tabi ki bunu önlemeye çalışacaklardır, ama boştur. Çünkü hak galip gelecektir.

YIL 16  SAYI 183  SAFER 1426 / MART 2005

Yukarı