|
|
|
Bir
düşünce Bir Analiz
(3. ve Son Bölüm)
|
|
|
Mehmet Y. |
|
| |
İslam gelip Resulullah (sav) Mekke’de çalışmaya
başlamasıyla yani, İslam’ın Allah (cc) tarafından yeryüzüne
gelmesiyle Resul (sav)’in çalışmasıyla Mekke’de başlayıp da
Medine’ye ulaşan Raşidi Hilafet Devleti’nin kurulması neticesinde,
kendilerine dünyanın dar geldiğini gören (Diyalogcu) müşrikler
kendilerini gizlemeye başladılar. Ve de uzun zaman da gizlediler.
Çünkü Hilafet Devleti vardı yönetimde. Bu müşriklere (Diyalogculara)
yani kendilerine İslam’ın serbest bıraktıkları hariç hiçbir şey
yapmıyorlardı ve nihayet işte İslam Devleti Hilafet’i zayıflatınca
tekrar canlanmaya başladılar. Hilafet’in kalkmasıyla beraber
Müslümanlar da zaten zayıflamış olan İslamî Akide’yi tamamen yok
etmek için hem içten hem de dıştan saldırmaya başladılar. Türkçe’de
bir deyim vardır ya hani, -Kurt dumanlı havayı sever derler- işte o
günlerdeyiz işte bu kurtlar bu günlerde daha çok açığa çıkıyorlar ve
çıktılar. Kendileri kuzu postuna girdiler. Hoca oldular, müderris
oldular, ağlayan hoca oldular. Arkasına birçok Müslüman’ı alarak
Vatikan’da ki papaya teslim ettiler. Bu yalnız Türkiye’deki
uzantısıdır. Ve diğer İslam beldelerinde bunun gibi elbette. Papaya
kul olacak emirlerini yerine getirecek çok kuzu postuna girenler
vardır. Biz yalnız trendekileri görüyoruz çünkü yakinen burayı
görüyor ve burada olup bitenleri kaleme alıyoruz.
Evet, ağlayan hocanın papayla görüşmesinde verdiği sözler hiçbir
Müslüman’a yakışmayan sözler ve vaatlerdi. Caymadılar, verdikleri
sözlerini yerine getiriyorlar.
Evet, daha önce dinler arası diyalogun başlama tarihini
belirtmiştik, bu muhakkak ki kesin bir tarih arz etmemekle birlikte
bu konuda çeşitli rivayetler bulunmaktadır. Bunun en açık örneği
ise, 1966’lı yıllarda ortaya çıkmış ve hıristiyanlar Müslümanlarla
münasebetlere başlamışlar. Ve bunun başını da elbette Vatikan
çekmiştir. Ve bu gelişmelerin sonunda 1980 yıllarında bu
misyonerler, Türkiye’de hiç beklemedikleri kolaylıklar buldular.
Kendilerine ilahiyat fakültelerinde kolaylıklar sunuldu ve böylece
direkt olarak Müslümanları eğiten kadroların içerisine girdiler. Ve
günümüzde halada devam etmekteler. İşte Türkiye’deki diyalogcuların
bir çoğu bu ilahiyatçılardır. Dinde reformcular, hoş görücüler, vb.
kime hizmet ediyorlar. Sünnet’i inkar edenler, İslam’ın hayat
nizamının olmadığını söyleyenler, baş örtüsüne teferruattır
diyenler, İslam demokrasinin kendisidir diyenler, demokrasi ve
cumhuriyetin İslam’a uyduğunu söyleyenler, elbette ki bunların
hizmet ettikleri İslam değildir. Peki o zaman nedir? Denirse, işte
papaya verilen sözdür. Örneğin; 1988’de ilahiyat fakültesinden on
iki bilim adamı, Katolik enstitülerinde hıristiyan bilim adamlarıyla
bir araya gelmişlerdir. Onlarla ne konuşmuş olabilirler, ve daha
önce de bu tür girişimler olmuş ve 10.10.1984 ve 14.10.1984
tarihleri arasında ilahiyatçıların katıldığı bir konferansta
İstanbul’da bir araya gelmişlerdi. Ve yine bu toplantının başını da
şuan diyalogun başını çeken cemaat çekmiştir.
Yine aksiyon dergisinde bir yazıda şöyle geçiyor; 1960’lı yılların
sonunda misyonerlerle nurcular arasındaki iş birliğinin gereğine
işaretle; papalıkla mektuplaşılmıştır ve bu girişim uzun tarihlere
dayanır, ta 1951’lere.
Hoşgörüyü savunanlar incelendiğinde, onların İslam’ı incelemeden
hıristiyanlığı incelemiş oldukları ve kendi kanaatlerini ispatlamak
içinde bazı hadisleri delil getirerek İseviliğin tekrar yeryüzüne
geleceğine inanmaktadırlar. Bu konuda mehdi hadislerinden yola
çıkarak, Hz. İsa’nın tekrar dünyaya geleceği ve Deccal’ı öldüreceği,
sonra da insanları hakka davet edeceği kanaati hakim olmuş, onlara
göre galiba hak hıristiyanlık ki, hıristiyanlarla yakınlaşmakta çok
kolaylık sağlamaktalar.
Halbuki o Hadis-i Şerif’ler incelendiğinde Hz. İsa’nın ancak bir
ümmet olarak yani Muhammet (sav)’in ümmeti olarak geleceği düşüncesi
vardır. Ancak son din olan İslam’la hükmedebileceğinin düşünülmesi
gerekir, eğer bu düşüncede kasıt yoksa nedir? Ama kastın olduğu net
olarak gözükmektedir. Çünkü bütün söylemlerde tevil vardır. Ve
bunların çoğunu kitaplarında işlemişlerdir. Örneğin şu anlayışa
bakın; her türlü İslam dışı hareketlerin çoğaldığı bir zamanda, yani
kıyamet alametlerinden söz edilirken şu savı savunuyorlar.
Hakiki İsevilik zuhur edecek.
Yani rahmeti ilahiyenin semasından
nüzul edecek, hali hazır hıristiyanlık dini tüm hurafetten ve
tahrifattan sıyrılacak, hakikat, İslam’la birleşecek, manen
hıristiyanlık bir nevi İslamiyet’e inkılap edecektir.
İşte diyalog’cuların mantığı bu, neden direkt Müslüman olmuyorlar da
bu savlarla uğraşıyorlar. Mademki o da din ise neden İslam’la
birleşecek, sormak gerekmez mi? Bu tür çelişkiler o kadar çok ki,
diyalogcuların kitaplarına bakmak yeterlidir.
Yine diyalogcuların kurucusu; iki muazzam din ifadesiyle
İslam ve hıristiyanlığı aynı görmektedir. Bir Müslüman böyle düşüne
bilir mi? İslam ve hıristiyanlık aynı olabilir mi?
İşte varılan noktalara bakalım; Müslümanların gelmiş oldukları
noktalar bunlar ve bunun benzeri noktalardır. Ve bunlara benzer
örnekler daha çoktur.
Nasıl oluyor da nesh olunmuş dinlerle diyalog kurarak İslam’ı
küçültüyorlar? Bu hakkı nereden alıyorlar? İslam insan aklına uygun
değil midir yoksa, evet İslam insan aklına uygundur o zaman nasıl
oluyor da nesh edilmiş? Allah (cc) indinde sineğin kanadı kadar
değeri olmayan bu insanlarla diyalog kuruluyor. O zaman sorun bu
diyalogu yapanlardadır. Eğer öyle olmasaydı; İslam’ı batıl dinlerle
aynı görmezlerdi. Onlarla bir arada değerlendirmezlerdi. Yani hakla
batılı karıştırmazlardı. Bilmeleri gerekir ki hak geldi batıl zail
oldu. Zaten batıl zail olmaya mahkumdur. Yine de hak ve batıl
arasındaki mücadele kıyamete kadar sürecektir, ve sonunda kazanan
hak olacaktır. Allah (cc)’nin şu ayette buyurduğu üzere:
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı
ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a
inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı, elbet bu, kendileri için çok
iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan
çıkmışlardır.” (Al-i İmran 110)
Yani İslam dışındakilere özenmenin nerelere varacağını görmekteyiz.
Bunlar bazı ülkelerin devlet yönetimlerine kadar gelmişlerdir. Şu
anda Türkiye’de çalışma yapan Misyonerlerin İncil dağıtmalarına göz
yuman, onlar hakkında özel olarak diyanete talimat veren başbakan,
kendisine bir mektup vermek isteyen Müslüman’ı tutuklatıyor. İşte
devletin içindeki yöneticiler. Ecevitler değil midir diyalogcuları
savunanlar, işte bunları yapanlar İslam’dan rahatsız olanlardır.
İslam’dan rahatsız olanların okullarda çocuklarımıza okuttukları
kitaplara bakın. Orda İslam’dan başka dinlerde hak olarak
okutulmaktadır. Türkiye’deki papaz Yavuz Kapusuz şöyle diyor; AKP
ikti darı ve AB Uyum-yasaları bizim
kurtarıcımız oldu rahatladık, şimdi ise kiliseler küçük gelmeye
başladı diyor. Yani ne kadar
çoğaldıklarının delilidir. Devlet kadroları da onlardandır. İşte
Türkiye’nin konusu nedir, AB istediğini yaptırmıyor mudur? En son
alınan karar nedir? Türkiye’nin İslam kimliğini yok etmek
istemiyorlar mıdır? Çünkü güçlü olan hep alır, vermez. Yaptırır,
yapmaz, çünkü güçlüdür. İşte küresel din anlayışı budur. Tek din
olarak hıristiyanlık etrafında toplanmak istenmektedir. Müslümanlar
ve İslam küçük görülmektedir. Evet din olarak kaç tane ülke İslam’ı
kabul ediyor? Bakın Türkiye bile din olarak anayasasına alamıyor.
Sen de kalkacaksın dinler arası diyalog diyerek İslam’ı
hıristiyanlığa katmaya çalışacaksın, neden? Çünkü İslam’a vakalardan
bakıyorsunuz. İslam ise vakaya hüküm verir, vakadan hüküm çıkarmaz.
Evet Müslümanların bu günkü durumu aldatmasın, bu durum değişebilir
ve nitekim değişmiştir de.
1296 sene dünyaya hükmetmiş olan İslam son asırda geri kalmıştır. Bu
geri kalmışlık ise İslam’dan değil Müslümanların onu anlama
noktasında cahil kalmalarından kaynaklanmıştır. Asıl sebebi bu
oluşturmuştur. Bundan faydalanan diyalogcular Müslümanları küçük
düşürücü davranışlara girmişlerdir. Oysa İslam’ın hayata hakim
olduğu dönemlerde durum çok farklıydı. Tarihe kısa bir bakış bunu
bize fazlasıyla anlatmaktadır.
Evet asıl hedeflenen ve varılmak istenen nokta; küresel din
projesidir. Ve bunlara maşalık yapan gruplar ve partiler
bulunmaktadır. Dünyanın geneli çalışma alanı olmakla birlikte,
Müslümanların ülkeleri de yoğun çalışma yapılan yerlerdendir.
Diyalogcuların arkasında bulunan güç papalık (VATİKAN) ve asıl perde
arkasında bulunan güç ise Fransız ihtilalinde mağlup olup ilim
adamlarına teslim olan papaz gurubudur. Bunlar sonra masonlar
gurubunu oluşturmuşlardır. İşte diyalogcuların perde arkasındaki güç
bunlardır. Bunların kendilerine belirlemiş oldukları ülkeler vardır
ve Türkiye de bu ülkelerin içindedir. Ve Türkiye’de binlercesi
misyonerlik yapmaktadır. Misyonerlerin (diyalogcuların) çalışması
Türkiye’de Ecevit’lerin bile uyarı yapmasına vesile oldu.
Türkiye’deki misyonerlerin (diyalogcuların) çalışmasından rahatsız
olduklarını belirtmektedirler. Asıl itibarı ile Ecevit’lerin
rahatsızlıklarının nedeni başkadır ama yine de görüş beyan
etmişlerdir. Yoksa bu işin başındaki şahıs Ecevit’lerin adamıdır. Bu
olayları göstererek başka noktalara vardılar, yoksa dertleri İslam
değildir. Çünkü İslam’a karşı baş düşman kendileridir.
Yani Müslümanlar vakadan çok etkileniyorlar. Örneğin; Türkiye’den
olduğu söylenen noel babaya Yasin okuyorlar. Yani Müslüman
olmayanlara dahi Kuran okunuyor. İşte diyalogcuların önderliğini
yapan şahsın 09.02.1998’de papayı ziyaretinde sunduğu mektubunda
papalık misyonunun bir parçası olduğunu ilan etmiştir. Papalığın üç
bin yılık hedefi olarak açıkladığı Asya’nın hıristiyanlaştırılması
projesidir.
Evet diyalogcuların yapmak istedikleri yazmakla bitecek türden
değildir. Çünkü hakla batılın kavgası bitmeyecektir, ama hak elbette
galip gelecektir. Dünya değişmek mecburiyetindedir, bunlar elbette
geleceğin habercisidir. Ne yaparlarsa yapsınlar hak geliyor. 1296
senelik Hilafet Devleti’nin devamı olan Raşidi Hilafet Devleti
geliyor. Deccal ölecek, haç kırılacak Hilafet Devleti hüküm sahibi
olacak, gözükenin uzağı olmaz, gelecek olan gözükmektedir. Çünkü
insanlığın kurtuluşu ancak Hilafet Devleti’ndedir. Tabi ki bunu
önlemeye çalışacaklardır, ama boştur. Çünkü hak galip gelecektir. |
|
YIL
16 SAYI 183 SAFER 1426 / MART 2005
|
|
|
|
|